Sayfalar

6 Haziran 2016 Pazartesi

TEVBENİN İLACI VE ISRAR BAĞINI ÇÖZMENİN YOLU

TEVBENİN İLACI VE ISRAR BAĞINI ÇÖZMENİN YOLU
 1) I'ncisi Nefsinin isteklerine tabi olmayıp, kötülüklerden sakınan ve iyilik yapmaya devam eden gençtir. Böyle gençler hakkında;
 Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki:
 "Gençliğin azgınlığına kapılmadan, kendini bütünüyle ibâdete veren ve hiç isyânda bulunmayan gence Allah hayran olur."
 Böyle olan gençler de çok azdır.
 2) II'ncisi: Kendilerini günahlardan koruyamayanlardır. Bunlar da, günahta ısrar edenler ve tevbe edenler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bizim gayemiz, günahta ısrar etmenin düğümümü çözmek için tedavi yollarım izah etmektir.
 Unutma ki. tevbenin şifa bulması, ancak ilâcı ile mümkün olur. Fakat ne yazık ki, bilinmeyen derdin, belirlenemeyen hastalığın çaresi bulunmaz. Çünkü ilâç, derdin zıddı anlamına gelir. Her hastalığa yol açan bir sebep vardır. İyileşmesi ise, b.u sebebin çözülmesiyle ve onu yok etmekle mümkün olur.
 Her şey ancak zıddı ile yok edilebilir. Bunu böylece bildikten sonra şöyle diyebiliriz: Günahta devamlı olmaya sebep şehvet ve gaflettir. Gafletin nasıl ilim ise, şehvetin zıddı da ona hareket veren şeyleri yok eden sabırdır. Hâtaların bazısı da gaflettir.
 Yüce Allah buyuruyor ki:
 "Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler İşte onlardır. Onlar gafillerin ta kendileridir."
 (Nahl sûresi, âyet: 108)
 Demek oluyor ki, tevbenin tedavisi için yapılan ilaç, ilmin tatlılığı ve sabrın acılığı ile karıştırılarak yapılan bir nevi macundur. Seken cebin'de şeker ve sirke karıştırılarak yapılır. Safrayı gidermek için her ikisinin de başka başka vazifeleri vardır. Günah da devamlı olma hastalığını iyileştirmek için yapılan kalb ilâcının da böyle yapılacağını akla getirmek lâzımdır. Kısaca ifade etmek gerekirse, kalb ilacını meydana getiren ilacın iki ana maddesi vardır. Bunlar da ilim ve sabırdır. Öyle ise bunların izah edilmesi lâzımdır.
 Eğer, "devamlı günah işlemeyi önlemek için bütün ilimler faydalı olur mu? Yoksa belirli bir ilme mi gerek vardır?" diyecek olursan cevabım şudur:
 İlmin bütünüyle kalbin tedavisinde kullanılan bir ilâç olduğunu unutma! Yalnız kalbin çeşitli hastalıkları vardır. Bu sebeple her hastalığa ilâç olacak özel bir ilim de vardır ki, meselâ tıb ilmi bunlardan biridir. Tababet (tıb ilmi), bütün hastalıkları içine alır. Fakat bunun da çeşitli sahaları vardır, Günaha devam etmenin iyileştirilmesi de böyledir. Biz şimdi de bedendeki bu hastalıklara denk olarak bulunan bu özel ilmi açıklayalım ki. anlaşılması daha kolay olsun. Buna göre şöyle diyebiliriz:
 Hasta olan kimsenin inanması gereken bazı noktalar vardır.
 I.) Hastalık ve sıhhat için Allah'ın yaratmış olduğu ve kulun kendi isteği ile kazandığı bir takım sebeplerin bulunduğuna inanmasıdır. Tıb ilminin kabul edilmesi böyle bir inanca bağlıdır. Buna inanmayan kimse tedavi ile uğraşamaz. Tedavi ile uğraşmayınca da helâk olur gider. Bu üzerinde durduğumuz konunun aynen benzeridir. Yani âhiret âleminde mutluluğun sebebi, Allah'a itaat, meşakkatin sebebi de günahkâr olmaktır. Bu konular şeriatın temeline imân ile düşünülür. Böyle bir insan ya tahkik ederek, yani araştırarak veya taklid yolu ile olur. Bunların ikisi de imandan sayılır.
 II.) Hastanın, mesleğinde ihtisas yapmış doğru dürüst anlayışlı bir tabibe güvenmesi ve inanmasıdır. Eğer böyle güvenebileceği bir tabib olmazsa, yalnızca tıb ilmine inanmak yeterli olmaz. İmandaki durum da tıpkı böyledir. Peygamberi doğrulamadıktan sonra yalnızca Allah'a imân etmek yeterli olmaz ve fayda vermez.
 III.) Tabibin öğütlerine dikkatle kulak verip, hastalıklardan kendini koruyabilmek için, tabibin yasakladığı şeylerden uzak durmaktır. Bunun dindeki benzeri de takvâyı özendirmek ve.nefsin isteklerine uyup günah işlemekten sakındıran âyetleri dikkatle dinleyip hepsine inanarak onları tatbikat safhasına geçirmektir.
 IV.) Tabibin öğütlerine harfiyyen uyup kendini hastalıklardan korumaktır. Çünkü bütün hastaların aynı şeylerden sakınması mecburi değildir.
 Kendi hastalığına bakan tabibin zararlı gördüğü yemek içmek ve hareketlerden korunmak için onu can kulağı ile dinleyip öğütlerine uyması icabeder.
 Çünkü insanlar, doğuştan bilgisiz doğar. Usûl (asıllar) ve Furû' (ikinci derecedekiler) yönünden onlara dinlerini öğretmek gerekir. Dünya adeta bir hastaneye benzer. Çünkü yerin altındakiler ölü, üstündekiler ise ölmek üzere olan hastadır. Kalbinden hasta oranların sayılan, bedenlerinden hasta olanların sayılarından daha fazladır. Alimler hastaların mânevi tabipleridir. Hûkümdarlar ise hastanenin yöneticileridir. Tabiplerin tedavi şeklini beğenmeyip kabul etmeyenler yani cinnet getirenler ve bulaşıcı hastalıklara yakalananlar, toplumun zararlarından emin olabilmesi için devlete teslim edildikleri gibi, kalb hastalarından da tabiplerin tedavisini kabul etmeyenler varsa onlar da toplumun zararlarından emin olabilmesi için devlete teslim edilirler.
 Kalb hastalıklarına yakalananların sayısının diğerlerinden fazla olmasının üç sebebi vardır:
 a) Kalb hastası, hastâlığını bilemez.
 b) Kalb hastalığının sonucunun ne olduğu bu dünyada iken bilinemez. Beden hastalığı buna benzemez. Çünkü beden hastalığının sonu Ölümdür. Ölüm ise kimse tarafından istenmiyen bir şey olduğundan herkes tedavi yollarına bakar.
 Fakat ölümden sonrası ne görülür ne de bilinir. Günahın sona ermesi ise kalbin ölümüdür. O da bu dünyada bilinemediğinden, kalbi hasta olan hasta olduğunu farketse bile, günaha olan nefreti hafif olur, şiddetli olmaz. Bu yönden kalb hastalığı konusunda Allah'ın fazlına dayanırken, dünyalık konusunda Allah'a tevekkül etmeden derdine derman bulmaya çalışır. 
 c) Esas müzmin hastalık ta bu üçüncü olanıdır. Bu da tabibin bulunamayışındandır. Çünkü kalb hastalıklarını tedavi eden tabipler âlimlerdir. Onların bizzat kendileri asrımızda (Gazalinin yaşadığı asır) iyileşme imkânı olmayan hastalığa yakalanmışlardır. Onların hastalığı kendilerinde adeta bir tabiat, alışkanlık haline gelmiştir. Bu sebeple onlar halkı da bu hastalığa teşvik ederler. Çünkü başka çareleri yoktur. Çünkü onlara bulaşmış olan hastalık dünya sevgisi ve dünyalık peşinde koşmaktır. Onların insanları sakındıracakları hastalık da zaten bu idi. Fakat onlar halkın,
 - "Siz bize ilâcı öğütlerken, kendiniz bu ilâcı almayı ihmâl ediyorsunuz." sözlerinden sakınırlar. Bu durumda halkı aydınlatacak durumları yoktur. İlâcın kayboluşu ve öldürücü hastalıkların ortalığı istila etmesinin sebebi işte budur. Gerçek tabiblerin olmayışı halkın helâk olmalarına yol açtı. Tedavi bir tarafa halkı hepten bozmaya bile çalıştılar. Keşke insanlara öğüt vermiyeydiler, hiç olmazsa ortalığı katıp karıştırmamış olurlardı. Keşke ortalığı düzeltmeye çalışmasaydılar. Hiç olmazsa bâri bozmuş olmazlardı. Konuşacaklarına keşke sussaydılar. Çünkü onlar halkın heveslendiği ve gönüllerinin bağlandığı ve ümit sayesinde nâil olabilecekleri şeyleri söz konusu ederler. Bu sebeple de ümid'in sebeplerin ive rahmetin delillerini artırmaya gayret ederler. Çünkü böyle şeyler, dinleyen kimselerin hoşuna gider ve dinleme zevkleri daha da artar. Sonra da vaiz dinleyenler günah işlemek için cesaret kazanırlar ve Allah'ın rahmetine ve fazlına bağlılıkları daha da artar.
 Günahta daim olmak, inanmamaktan değil, imanın zayıf oluşundandır. Çünkü bütün mü'minler, günahın kulu Allah'tan uzaklaştırdığına ve âhiret âleminde cezayı icab ettirdiğine inanırlar. Durum bu iken günaha girmesinin bir takım sebepleri vardır ki, onlar da şunlardır:
 1) Verilecek olan cezanın peşin olmayışı ve görünürlerde bulunmayışıdır. İnsanoğlu, peşin verilen şeyi ister. Bu peşin olan şey, üzücü de olabilir, sevindirici de olabilir. İşte peşin olana nazaran daha zayıf olan veresiye, eğer tam inanç yoksa çekici değildir.
 2) Günahı özendiren zevkler ve şehevi istekler, hazır ve insanı boğazlamış durumda alışkanlık ve ülfet sebebiyle insanı kuşatmıştır. Halbuki, dört alışkanlığın dışında âdet ve ülfet etmenin beşinci bir alışkanlık olduğu da söylenir. istikbal korkusu ile elde olan şeyden kopmak gerçekten zordur.
 Yüce Allah buyuruyor ki:
 "Hayır, hayır, siz acil (peşin) olanı sever, ahireti bırakırsınız." (Kıyâme suresi. ayet: 20 - 21)
 Yüce Allah buyuruyor ki:
 "Belki de siz dünya hayatını (Ahiret hayatı üzerine) seçersiniz."
 (A'lâ suresi. ayet: 16)
 Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki:
 "Cennet zorluklarla, Cehennem de şehvetlerle kuşatılmıştır."
 Açıkça görülüyor ki, imanın esası mevcud olmasına rağmen. şehevi isteklerin peşin, cezanın veresiye verilmiş olması, insanı isyana sürüklemekte iki ayrı sebep teşkil ediyor. Harareti şiddetli olan kimse hastalığı anında soğuk suyu içerken, tıbbın esasını ve bunun kendine çok zararlı olduğunu inkâr etmez. Fakat sıcaklığa dayanamadığı için o anda rahatlayabilmek için, gelecekteki zararını hiçe sayar ve suyu içer.
 3) Günah işlerken tevbeyi ve yapacağı bir iyilikle o günahı yok edeceğini düşünmeyen hiçbir mü'min yoktur. Fakat düşüncelerin uzun oluşu alışkanlıklara galib gelir ve kişi bugün, yarın derken günahına yapması gereken tevbeyi geciktirir. Buna rağmen tevbe etmeyi unutmaması imân ile gitmesine yol açabilir.
 4) Gerçekten iman eden bir kimse, yapılan isyanın affı icab ettirmeyen bir şey olmadığını bilir. O günah işlerken bile Allah'ın kendisini fazlı ve keremiyle affedeceğini ümid eder. Gerçek imanın mevcud olmasına rağmen saydığımız bu dört sebep günahta devamlı olmayı gerektirir. Bunlardan başka beşinci bir sebep daha vardır ve onunla da günah işlenebilir. Bu imanda bulunan şüpheden hasıl olur. Meselâ doğru mu? Yanlış mı? şeklindeki bir zan böyledir.
 İşte bu doğrulamadaki şüphe ile kazanılan günah ve küfürdür. Bu, bir tabibin hastasına bazı yemekleri yasakladığı zaman hastanın bu adam tabib mi? değil mi? diye duyduğu şüpheye benzer.
 Eğer, bu sayılan beş sebebin, hepsinden kurtulmanın yolu nedir? diyecek olursan cevabım şudur.
 Bu sebeplerden kurtulmanın yolu tefekkür, yani düşünmektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için önemlidir.