Sayfalar

23 Haziran 2016 Perşembe

Allah'ın Rahmet nazarıyla bakmadığı kimseler.


19 Haziran 2016 Pazar

Athan (Ezan) Basic 4.4

Athan Basic programı yaşadığınız şehrin Ezan vakitlerinde günde beş kez otomatik olarak bilgisayarınızda Ezan okur.
Programın Özellikleri :
Bütün dünyada altı milyondan fazla şehir, kasaba ve köy gibi yerleşim bölgelerinin Ezan vakitlerini içerir,
Ezandan sonra dua okur,
Yaşadığınız yere göre Ezan vakitlerini hesaplama özelliği bulunur,
Hicri ve Miladi takvimi birbirine çevirir,
Kıble yönünü gösterir,
Mekke, Medine ve El-Aksa’dan Ezan sesleri mevcuttur,
Arapça, İngilizce ve Fransızca arayüz desteği vardır…

EKRAN GÖRÜNTÜLERİ

Athan (Ezan) Basic 4.4

 

Yaşlı kadınlar cennete giremezler.


18 Haziran 2016 Cumartesi

Kur’an Öğreniyorum v1.2




Güzel ve doğru bir şekilde Kur’an okumak, her müslümanın arzusudur. Yüce Kitabımızı kuralına uygun bir biçimde okumak, dinin direği olan namazı dosdoğru kılabilmenin de şartlarından biridir. Fakat çoğumuz, o veya bu sebepten gerekli eğitimi alamadığımızdan, bu konudaki eksiklerimizle yaşar dururuz.
“Kur’an Öğreniyorum” programını, bu eksiğimizi kapatmak için bize yardımcı olsun diye hazırladık. Aslında bizim yaptığımız, Sayın Hüseyin Kutlu’nun hazırladığı ve Merhum Hafız İsmail Biçer’in okuduğu, kasetle Kur’an öğrenme setini bir bilgisayar programı haline getirmekten başka birşey değil. Dileğimiz, Yüce Kitabımızı okuyan dil sayısının artması ve gönüllerimizdeki pasın silinmesi.
Programın Özellikleri
1. Bu programla öğretmene ihiyaç duymadan, kendi kendinize tecvidli Kur’an okumasını kolayca öğrenebilirsiniz.
2. Benzer Küme Tekniği : 28 Kur’an harfini 90 şekle çıkartan, başta, ortada, sonda yazılış metodu yanlıştır. Bunun yerine Kur’an yazısının ana husûsiyetlerini dikkate alan benzer küme tekniği kullanılarak 29 harf 15 şekilde öğretilmektedir.
3. Tecvid: Harflerin mahreçlerine ve kurallara uymak sûretiyle güzel Kur’an okumayı sağlayan ilme Tecvid denir. Programda tecvid tatbikatı dualar ve sureler üzerinde yapılmaktadır. Bu set ile daha başlangıç seviyesinde tecvidli okuyuş öğrenilmektedir. (Tecvidsiz öğretim yöntemi daha sonra öğrenilmesini güçleştirdiğinden kullanılmamıştır.)
4. Çalışma Süresi: Tavsiye edilen çalışma süresi 32 saattir. Günde 1 saat çalışarak 32 günde Kur’an okumasını tecvidli olarak öğrenebilirsiniz. Günde 2 saat çalışarak bu süre 15 güne indirilebilir.
5. Denenmiş Bir Sistem: 30 yıllık tecrübesi ile muhterem hocamız Hüseyin Kutlu tarafından hazırlanan bu program bir yıl farklı eğitim gruplarında denendikten sonra ilk kez 1998′de basılmıştır. O zamandan beri geçen sürede on binlerce kişiye Kur’an-ı Kerim öğreterek başarısını ispatlamıştır.
Önemli Notlar: Ses problemi yaşayanlar ac3codec yazılımını indirebilirler

EKRAN GÖRÜNTÜLERİ

Kur’an Öğreniyorum v1.2 

İNDİR

Şaka aklı giderir, dostluk bağını koparır.


16 Haziran 2016 Perşembe

Gülerek günah işleyen kimse


Kaza namzı çetelesi

Namaz vakitleri bilgisayarınızda!..
* Dünyanın 8000 Merkezinden Bölge Bölge Namaz Vakitleri
* Dünya Genelinde Kabul Edilen 5 Çeşit Vakit Hesaplama Yöntemi Desteği
* Vakitte Ezan Okuma Özelliği
* Vakitten Önce Uyarı Sistemi
* Dini Günler ve Erken Uyarı Sistemi
* Bilgisayarınızın Açılışında Otomatik Çalışma ve Görev Çubuğun Simgesi ile Sürekli ve Gizli Çalışma Özelliği
* Görsel Arayüz ve Alt Menüler Sayesinde Kolay Kullanım
* Tamamen Ücretsiz Full Sürüm

EKRAN GÖRÜNTÜLERİ


Kaza Namazı Çetelesi 1.1

  İNDİR

15 Haziran 2016 Çarşamba

Resimli Namaz Hocası

Dini bilgilerin çocuklarımıza ve gençlerimize zamanında ve doğru olarak öğretilmesi, geleceğimiz açısından büyük önem taşımaktadır.
Bu programda her müslümanın ve özellikle gençlerimizin ihtiyaç duyduğu temel dini bilgiler verilmiştir. Programda inanç, ibadet (abdest, gusl, teyemmüm, namaz, oruç, zekat, hac, kurban), ahlak (adab-ı muaşeret) ile ilgili konular ve ayrıca alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber (s.a.v.) Efendimizin hayatı verilmiştir.

EKRAN GÖRÜNTÜLERİ

Resimli Namaz Hocası

İNDİR

İslam Adaleti (2 Bölüm)


13 Haziran 2016 Pazartesi

Mümin kötülemez ve lanet etmez.


Büyük İslâm İlmihali

Her evde bulunması gereken bir başucu eseri. İtikatdan, İbadetlere, Kerahet ve İstihsandan, İslâm Ahlakı ve Siyer-i Nebiye olmak üzere 10 kitaptan oluşan Ömer Nasuhi BİLMEN tarafından yazılmış Büyük İslâm İlmihali’nin e-kitap şeklinde derlenmiş programı.


EKRAN GÖRÜNTÜLERİ

Büyük İslâm İlmihali 

İNDİR

Allah'ın Yardımı (5 Bölüm)


7 Haziran 2016 Salı

8. Farz ~ Helal Yemek


Mücadele hastalığının tedavisi


Cihad


SABRIN HAKİKATİ VE ANLAMI

SABRIN HAKİKATİ VE ANLAMI
 Sabrın dinin makamlarından bir makam ve hak yolcularının uğradıkları bir konak yeri olduğunu unutma! Dini makamlar marifet, hâl ve amel olmak üzere üç şeyden meydana gelir. Asıl olan mârifettir. Mârifet hali, halde ameli meydana getirir. Kısaca, marifet bir ağaç ise haller o ağacın dalları, ameller de meyveleridir. Bu açıklamamız, Allah yoluna girenlerin değişmiyen yerleridir. Ahret yolcusu bu yerlerden mutlaka geçer. "İman", kelime olarak bazen marifet, bazen da onların üçüne birden ad olur.
 "Akaid'in kaideleri kitabı"nda iman ve İslâm isimlerindeki ihtilâf konusunu anlatırken izah etmiştik. Sabır da, aynen böyle bu üç şeyle tamamlanır. Önce bilgi, yani marifet , ondan sonra da hâl (durum) gelir. Amel esasında mârifet ile halden ibarettir. Amel ise marifetin ve hâlin bir sonucudur. Bunu anlıyabilmek için melekler, insanlar ve hayvanlar arasındaki düzenin nasıl olduğunu bilmek gerekir. Sabır bu yaratıkların için" de yalnızca insana aittir. Hayvan ve meleklerde bulunması düşünülemez. Hayvanlarda düşünülemeyişi onlârın eksik oluşundandır. Meleklerde düşünülemeyişi onların olgun oluşundan" dır. Bu şekilde izah edilebilir:
 Hayvanların sadece şehvetleri vardır ve onlar şehvetlerine bağlıdırlar. Onların duruşları, hareketleri, şehevi duyguları iledir. Şehvetlerine muhalefet edecek başka bir duyguları yoktur. Bu sebeple de şehvetlerine karşı duramaz ve sabredemezler.
 Melekler yalnızca Allah'a bağlı kalmak ve O'na kulluk etme gayesindedirler. Onların şehvetleri olmadığından kendilerini başka yola özendirip sabrı gerektiren bir işe maruz kalmazlar.
 İnsanın ilk andaki yaratılışı, hayvanlarda olduğu gibi noksandır. Şehvetinden başka bir şey tanımaz. Biraz büyüdüğünde oyun oynama ve süslenme şehveti arız olur. Daha sonra evlenme isteği ve şehvetine sahip olur. O zamanlar kendisinde bir sabır kuvveti bulunmaz. Çünkü sabır, ters görüşlü iki kuvvetin mücadelesi anında bir tarafın gayret edip tahammül etmesidir. Çocukta ise yalnızca şehvet kuvveti mevcuttur. Fakat Allah kendi lütfu ve keremi ile insan oğluna ikrâm edip derecesini hayvanlardan daha üstün kıldığı için, bulûğ çağına geldiği zaman onu kontrol etmek üzere iki melek görevlendirir. Bu meleklerin biri ona hak yolu gösterirken diğeri de ona yardımcı olur. Böylece insan hayvanlardan ayrılır ve iki sıfatın sahibi olur.

Neden ibadet ediyoruz?


6 Haziran 2016 Pazartesi

İsa Peygamber ve Siyah Yılan


7. Farz ~ Allah'u Te'ala'nın Kısmet Ettiği Şeye Kanaat Etmek


Mücadelenin alameti


Peygamber Sevgisi


TEVBENİN İLACI VE ISRAR BAĞINI ÇÖZMENİN YOLU

TEVBENİN İLACI VE ISRAR BAĞINI ÇÖZMENİN YOLU
 1) I'ncisi Nefsinin isteklerine tabi olmayıp, kötülüklerden sakınan ve iyilik yapmaya devam eden gençtir. Böyle gençler hakkında;
 Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki:
 "Gençliğin azgınlığına kapılmadan, kendini bütünüyle ibâdete veren ve hiç isyânda bulunmayan gence Allah hayran olur."
 Böyle olan gençler de çok azdır.
 2) II'ncisi: Kendilerini günahlardan koruyamayanlardır. Bunlar da, günahta ısrar edenler ve tevbe edenler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bizim gayemiz, günahta ısrar etmenin düğümümü çözmek için tedavi yollarım izah etmektir.
 Unutma ki. tevbenin şifa bulması, ancak ilâcı ile mümkün olur. Fakat ne yazık ki, bilinmeyen derdin, belirlenemeyen hastalığın çaresi bulunmaz. Çünkü ilâç, derdin zıddı anlamına gelir. Her hastalığa yol açan bir sebep vardır. İyileşmesi ise, b.u sebebin çözülmesiyle ve onu yok etmekle mümkün olur.
 Her şey ancak zıddı ile yok edilebilir. Bunu böylece bildikten sonra şöyle diyebiliriz: Günahta devamlı olmaya sebep şehvet ve gaflettir. Gafletin nasıl ilim ise, şehvetin zıddı da ona hareket veren şeyleri yok eden sabırdır. Hâtaların bazısı da gaflettir.
 Yüce Allah buyuruyor ki:
 "Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler İşte onlardır. Onlar gafillerin ta kendileridir."
 (Nahl sûresi, âyet: 108)
 Demek oluyor ki, tevbenin tedavisi için yapılan ilaç, ilmin tatlılığı ve sabrın acılığı ile karıştırılarak yapılan bir nevi macundur. Seken cebin'de şeker ve sirke karıştırılarak yapılır. Safrayı gidermek için her ikisinin de başka başka vazifeleri vardır. Günah da devamlı olma hastalığını iyileştirmek için yapılan kalb ilâcının da böyle yapılacağını akla getirmek lâzımdır. Kısaca ifade etmek gerekirse, kalb ilacını meydana getiren ilacın iki ana maddesi vardır. Bunlar da ilim ve sabırdır. Öyle ise bunların izah edilmesi lâzımdır.
 Eğer, "devamlı günah işlemeyi önlemek için bütün ilimler faydalı olur mu? Yoksa belirli bir ilme mi gerek vardır?" diyecek olursan cevabım şudur:
 İlmin bütünüyle kalbin tedavisinde kullanılan bir ilâç olduğunu unutma! Yalnız kalbin çeşitli hastalıkları vardır. Bu sebeple her hastalığa ilâç olacak özel bir ilim de vardır ki, meselâ tıb ilmi bunlardan biridir. Tababet (tıb ilmi), bütün hastalıkları içine alır. Fakat bunun da çeşitli sahaları vardır, Günaha devam etmenin iyileştirilmesi de böyledir. Biz şimdi de bedendeki bu hastalıklara denk olarak bulunan bu özel ilmi açıklayalım ki. anlaşılması daha kolay olsun. Buna göre şöyle diyebiliriz:
 Hasta olan kimsenin inanması gereken bazı noktalar vardır.
 I.) Hastalık ve sıhhat için Allah'ın yaratmış olduğu ve kulun kendi isteği ile kazandığı bir takım sebeplerin bulunduğuna inanmasıdır. Tıb ilminin kabul edilmesi böyle bir inanca bağlıdır. Buna inanmayan kimse tedavi ile uğraşamaz. Tedavi ile uğraşmayınca da helâk olur gider. Bu üzerinde durduğumuz konunun aynen benzeridir. Yani âhiret âleminde mutluluğun sebebi, Allah'a itaat, meşakkatin sebebi de günahkâr olmaktır. Bu konular şeriatın temeline imân ile düşünülür. Böyle bir insan ya tahkik ederek, yani araştırarak veya taklid yolu ile olur. Bunların ikisi de imandan sayılır.
 II.) Hastanın, mesleğinde ihtisas yapmış doğru dürüst anlayışlı bir tabibe güvenmesi ve inanmasıdır. Eğer böyle güvenebileceği bir tabib olmazsa, yalnızca tıb ilmine inanmak yeterli olmaz. İmandaki durum da tıpkı böyledir. Peygamberi doğrulamadıktan sonra yalnızca Allah'a imân etmek yeterli olmaz ve fayda vermez.
 III.) Tabibin öğütlerine dikkatle kulak verip, hastalıklardan kendini koruyabilmek için, tabibin yasakladığı şeylerden uzak durmaktır. Bunun dindeki benzeri de takvâyı özendirmek ve.nefsin isteklerine uyup günah işlemekten sakındıran âyetleri dikkatle dinleyip hepsine inanarak onları tatbikat safhasına geçirmektir.
 IV.) Tabibin öğütlerine harfiyyen uyup kendini hastalıklardan korumaktır. Çünkü bütün hastaların aynı şeylerden sakınması mecburi değildir.
 Kendi hastalığına bakan tabibin zararlı gördüğü yemek içmek ve hareketlerden korunmak için onu can kulağı ile dinleyip öğütlerine uyması icabeder.
 Çünkü insanlar, doğuştan bilgisiz doğar. Usûl (asıllar) ve Furû' (ikinci derecedekiler) yönünden onlara dinlerini öğretmek gerekir. Dünya adeta bir hastaneye benzer. Çünkü yerin altındakiler ölü, üstündekiler ise ölmek üzere olan hastadır. Kalbinden hasta oranların sayılan, bedenlerinden hasta olanların sayılarından daha fazladır. Alimler hastaların mânevi tabipleridir. Hûkümdarlar ise hastanenin yöneticileridir. Tabiplerin tedavi şeklini beğenmeyip kabul etmeyenler yani cinnet getirenler ve bulaşıcı hastalıklara yakalananlar, toplumun zararlarından emin olabilmesi için devlete teslim edildikleri gibi, kalb hastalarından da tabiplerin tedavisini kabul etmeyenler varsa onlar da toplumun zararlarından emin olabilmesi için devlete teslim edilirler.
 Kalb hastalıklarına yakalananların sayısının diğerlerinden fazla olmasının üç sebebi vardır:
 a) Kalb hastası, hastâlığını bilemez.
 b) Kalb hastalığının sonucunun ne olduğu bu dünyada iken bilinemez. Beden hastalığı buna benzemez. Çünkü beden hastalığının sonu Ölümdür. Ölüm ise kimse tarafından istenmiyen bir şey olduğundan herkes tedavi yollarına bakar.
 Fakat ölümden sonrası ne görülür ne de bilinir. Günahın sona ermesi ise kalbin ölümüdür. O da bu dünyada bilinemediğinden, kalbi hasta olan hasta olduğunu farketse bile, günaha olan nefreti hafif olur, şiddetli olmaz. Bu yönden kalb hastalığı konusunda Allah'ın fazlına dayanırken, dünyalık konusunda Allah'a tevekkül etmeden derdine derman bulmaya çalışır. 
 c) Esas müzmin hastalık ta bu üçüncü olanıdır. Bu da tabibin bulunamayışındandır. Çünkü kalb hastalıklarını tedavi eden tabipler âlimlerdir. Onların bizzat kendileri asrımızda (Gazalinin yaşadığı asır) iyileşme imkânı olmayan hastalığa yakalanmışlardır. Onların hastalığı kendilerinde adeta bir tabiat, alışkanlık haline gelmiştir. Bu sebeple onlar halkı da bu hastalığa teşvik ederler. Çünkü başka çareleri yoktur. Çünkü onlara bulaşmış olan hastalık dünya sevgisi ve dünyalık peşinde koşmaktır. Onların insanları sakındıracakları hastalık da zaten bu idi. Fakat onlar halkın,
 - "Siz bize ilâcı öğütlerken, kendiniz bu ilâcı almayı ihmâl ediyorsunuz." sözlerinden sakınırlar. Bu durumda halkı aydınlatacak durumları yoktur. İlâcın kayboluşu ve öldürücü hastalıkların ortalığı istila etmesinin sebebi işte budur. Gerçek tabiblerin olmayışı halkın helâk olmalarına yol açtı. Tedavi bir tarafa halkı hepten bozmaya bile çalıştılar. Keşke insanlara öğüt vermiyeydiler, hiç olmazsa ortalığı katıp karıştırmamış olurlardı. Keşke ortalığı düzeltmeye çalışmasaydılar. Hiç olmazsa bâri bozmuş olmazlardı. Konuşacaklarına keşke sussaydılar. Çünkü onlar halkın heveslendiği ve gönüllerinin bağlandığı ve ümit sayesinde nâil olabilecekleri şeyleri söz konusu ederler. Bu sebeple de ümid'in sebeplerin ive rahmetin delillerini artırmaya gayret ederler. Çünkü böyle şeyler, dinleyen kimselerin hoşuna gider ve dinleme zevkleri daha da artar. Sonra da vaiz dinleyenler günah işlemek için cesaret kazanırlar ve Allah'ın rahmetine ve fazlına bağlılıkları daha da artar.
 Günahta daim olmak, inanmamaktan değil, imanın zayıf oluşundandır. Çünkü bütün mü'minler, günahın kulu Allah'tan uzaklaştırdığına ve âhiret âleminde cezayı icab ettirdiğine inanırlar. Durum bu iken günaha girmesinin bir takım sebepleri vardır ki, onlar da şunlardır:
 1) Verilecek olan cezanın peşin olmayışı ve görünürlerde bulunmayışıdır. İnsanoğlu, peşin verilen şeyi ister. Bu peşin olan şey, üzücü de olabilir, sevindirici de olabilir. İşte peşin olana nazaran daha zayıf olan veresiye, eğer tam inanç yoksa çekici değildir.
 2) Günahı özendiren zevkler ve şehevi istekler, hazır ve insanı boğazlamış durumda alışkanlık ve ülfet sebebiyle insanı kuşatmıştır. Halbuki, dört alışkanlığın dışında âdet ve ülfet etmenin beşinci bir alışkanlık olduğu da söylenir. istikbal korkusu ile elde olan şeyden kopmak gerçekten zordur.
 Yüce Allah buyuruyor ki:
 "Hayır, hayır, siz acil (peşin) olanı sever, ahireti bırakırsınız." (Kıyâme suresi. ayet: 20 - 21)
 Yüce Allah buyuruyor ki:
 "Belki de siz dünya hayatını (Ahiret hayatı üzerine) seçersiniz."
 (A'lâ suresi. ayet: 16)
 Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki:
 "Cennet zorluklarla, Cehennem de şehvetlerle kuşatılmıştır."
 Açıkça görülüyor ki, imanın esası mevcud olmasına rağmen. şehevi isteklerin peşin, cezanın veresiye verilmiş olması, insanı isyana sürüklemekte iki ayrı sebep teşkil ediyor. Harareti şiddetli olan kimse hastalığı anında soğuk suyu içerken, tıbbın esasını ve bunun kendine çok zararlı olduğunu inkâr etmez. Fakat sıcaklığa dayanamadığı için o anda rahatlayabilmek için, gelecekteki zararını hiçe sayar ve suyu içer.
 3) Günah işlerken tevbeyi ve yapacağı bir iyilikle o günahı yok edeceğini düşünmeyen hiçbir mü'min yoktur. Fakat düşüncelerin uzun oluşu alışkanlıklara galib gelir ve kişi bugün, yarın derken günahına yapması gereken tevbeyi geciktirir. Buna rağmen tevbe etmeyi unutmaması imân ile gitmesine yol açabilir.
 4) Gerçekten iman eden bir kimse, yapılan isyanın affı icab ettirmeyen bir şey olmadığını bilir. O günah işlerken bile Allah'ın kendisini fazlı ve keremiyle affedeceğini ümid eder. Gerçek imanın mevcud olmasına rağmen saydığımız bu dört sebep günahta devamlı olmayı gerektirir. Bunlardan başka beşinci bir sebep daha vardır ve onunla da günah işlenebilir. Bu imanda bulunan şüpheden hasıl olur. Meselâ doğru mu? Yanlış mı? şeklindeki bir zan böyledir.
 İşte bu doğrulamadaki şüphe ile kazanılan günah ve küfürdür. Bu, bir tabibin hastasına bazı yemekleri yasakladığı zaman hastanın bu adam tabib mi? değil mi? diye duyduğu şüpheye benzer.
 Eğer, bu sayılan beş sebebin, hepsinden kurtulmanın yolu nedir? diyecek olursan cevabım şudur.
 Bu sebeplerden kurtulmanın yolu tefekkür, yani düşünmektir.

5 Haziran 2016 Pazar

Hz Süleyman ile Doğan Kuşu (2 bölüm)



6. Farz ~ Rızkın Allah-u Te'ala'dan Olduğuna İnanmak


Üç şey için ilim öğrenme ve terketme


Şehit Anası (2 Bölüm)


Oruç ve Ramazan'ın Fazileti 1


SABRIN ÜSTÜNLÜĞÜ

SABRIN ÜSTÜNLÜĞÜ
 Allah sabreden kullarını bir çok iyi vasıflarla vasıflandırmış. Kur'ân yetmişten fazla âyette sabır söz konusu etmiş, iyilik ve derecelerin ekserisini sabra bağlamış ve bunların hepsini sabrın netice ve semereleri kılmıştır.
 Yüce Allah buyuruyor ki:
 "İçlerinden (dinlerinde) sabırlı oldukları İçin, emrimizle (insanları) doğru yola götürecek rehberler (imamlar) tayin etmiştik."
 (Secde sûresi âyet: 24)
 Yüce Allah buyuruyor ki:
 "Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir"
 (Zümer sûresi, âyet: 10)
 Yapılan bütün iyiliklerin belirli sınırları ve karşılığı olduğu halde, yalnızca sabrın mükâfatının sınırsız olduğu bildiriliyor. Allah'ın oruç ibadetini diğerlerinden ayırıp "o ibadet bana aittir, onun karşılığını ben vereceğim" buyurârak onu kendine nisbet etmesi, orucun sabırdan, yani sabrın yarısından ibaret olduğundandır.
 Allah yine bir ayette kendisinin sabreden kullarla beraber olduğunu vadediyor ve şöyle buyuruyor:
 Yüce Allah buyuruyor ki:
 "Sabırlı olunuz. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."
 (Enfâl sûresi. âyet: 46)
 Allah yardımını ve zaferini sabırlı olmaya bağladığını bildirmek üzere,
 Yüce Allah buyuruyor ki:
 "Evet, eğer siz sabrederseniz ve Peygambere itaatsizlikte bulunmazsanız, düşmanlar size hemen saldırsalar bile, Rabbiniz, size nîşanlı beş bin melekle yardım edecektir."
 (Ali İmrân sûresi, âyet: 125)

İSYÂN ETMENİN SEBEBLERİ

İSYÂN ETMENİN SEBEBLERİ
 a) I. sebep: Cezanın peşin görülmemesidir. Bu konuda başına geleceği bekleyen kimse, yarının (ahiretin) yakın, ölümün ise ayağındaki ayakkabıdan daha yakın olduğunu, kıyamet gününün yakınlaşmış olabileceğini düşünmeli ve dünyalık konusunda geleceği için her türlü sıkıntı ve zorluklara göğüs gerdiğini hesaplamalı ve kendine gayri müslim tabib bile "Soğuk su içme, aksi halde ölürsün," dediği zaman, ondan nasıl vazgeçtiğini, halbuki akıbetinden korkmazsa ölümün bir an meselesi olduğunu, er veya geç bir gün mutlaka geleceğini aklına getirmeli ve böylece sonsuz mutluluğunu yok edecek olan isyandan uzak durmalıdır.
 b) II. sebep: İnsanın dünyaya nisbetle zaten ne varlığı var ki? Kendisi önceden de yoktu. Sonradan da. Var oluşu ile geçen zaman ise çok azdır. Sağlığını koruyabilmek için, tıb yönünden mucize gösterecek durumda olmayan gayri müslim bir tabibin öğütlerine nasıl uyduğunu düşünmeli ve mucizelerle kuvvetlendirilen peygamberlerin öğütlerine karşı nasıl aldırış etmeyişiyle kıyaslamalıdır. Hastalığın acısının kendi nazarında, Cehennem ateşinden daha şiddetli bir hâl aldığının farkına varmalı" dır. Şüphesiz âhiretin her günü, dünya günlerine göre elli bin yıldır. Bütün bunları tefekkür ederek kendini mağlubeden zevklerini tedavi yoluna gitmeli ve onları terk etme gayretine girmelidir.
 Şu üçlük geçici dünya hayatında zevklerinden vazgeçmeyip onlara düşkün olduğuna göre, başı, sonu, sağı, solu olmayan ebedi hayatta , o zevklerin mahrumiyetine nasıl dayanacağına, sabrın acısına tahammül edemezken, cehennem ateşine nasıl tahammül edeceğine bakmalı ve kendi kendine şöyle demelidir:

BİLEREK VEYA BİLMİYEREK NE ŞEKİLDE OLURSA OLSUN GÜNAHKARA DÜŞEN GÖREV

BİLEREK VEYA BİLMİYEREK NE ŞEKİLDE OLURSA OLSUN GÜNAHKARA DÜŞEN GÖREV
 Ne şekilde olursa olsun. günah işleyen yapması gereken günahların iki görevi vardır.
 a) İşlediği günahın hemen peşinden pişmanlık duyarak tevbe etmek,
 b) İşlediği günahı ortadan kaldıracak bir iyilik yapmaktır. Eğer nefsine mağlub oluyor da, şehvetine esir düşüyor ve böylece de günahına tevbe edemiyorsa, birinci görevini yapmamış demektir. Buna rağmen kendini sakınmalı, hiç olmazsa ikinci görevini yapmaya çalışmalı ve günahın hemen sonrasında onu giderecek bir iyilik yapmalıdır. Böylece iyilikle kötülüğü birbirine karıştırmış olur. Çünkü ister kalb ile, ister organlarla olsun, yapılan kötülükleri, yine bunlarla yapılacak olan iyilikleri ortadan kaldırır. Yaptığı iyilik yaptığı kötülüğün zıddı olmalıdır. Yani kötülüğü hangi uzuv ile yaptı ise iyiliği de o uzvu hatta bütün organları ile yapmalıdır.
 Kalbiyle yapacağı iyilik:
 Allah'a yalvarıp onun affını istemek, ona karşı efendisinden kaçan köle gibi mahcub bir vaziyet almak ve bunu kibrin zıddı olan aşağılık ile uzuvlarında göstermek ve iyilik yapmaya kalben niyet etmektir.