Sayfalar

7 Haziran 2016 Salı

SABRIN HAKİKATİ VE ANLAMI

SABRIN HAKİKATİ VE ANLAMI
 Sabrın dinin makamlarından bir makam ve hak yolcularının uğradıkları bir konak yeri olduğunu unutma! Dini makamlar marifet, hâl ve amel olmak üzere üç şeyden meydana gelir. Asıl olan mârifettir. Mârifet hali, halde ameli meydana getirir. Kısaca, marifet bir ağaç ise haller o ağacın dalları, ameller de meyveleridir. Bu açıklamamız, Allah yoluna girenlerin değişmiyen yerleridir. Ahret yolcusu bu yerlerden mutlaka geçer. "İman", kelime olarak bazen marifet, bazen da onların üçüne birden ad olur.
 "Akaid'in kaideleri kitabı"nda iman ve İslâm isimlerindeki ihtilâf konusunu anlatırken izah etmiştik. Sabır da, aynen böyle bu üç şeyle tamamlanır. Önce bilgi, yani marifet , ondan sonra da hâl (durum) gelir. Amel esasında mârifet ile halden ibarettir. Amel ise marifetin ve hâlin bir sonucudur. Bunu anlıyabilmek için melekler, insanlar ve hayvanlar arasındaki düzenin nasıl olduğunu bilmek gerekir. Sabır bu yaratıkların için" de yalnızca insana aittir. Hayvan ve meleklerde bulunması düşünülemez. Hayvanlarda düşünülemeyişi onlârın eksik oluşundandır. Meleklerde düşünülemeyişi onların olgun oluşundan" dır. Bu şekilde izah edilebilir:
 Hayvanların sadece şehvetleri vardır ve onlar şehvetlerine bağlıdırlar. Onların duruşları, hareketleri, şehevi duyguları iledir. Şehvetlerine muhalefet edecek başka bir duyguları yoktur. Bu sebeple de şehvetlerine karşı duramaz ve sabredemezler.
 Melekler yalnızca Allah'a bağlı kalmak ve O'na kulluk etme gayesindedirler. Onların şehvetleri olmadığından kendilerini başka yola özendirip sabrı gerektiren bir işe maruz kalmazlar.
 İnsanın ilk andaki yaratılışı, hayvanlarda olduğu gibi noksandır. Şehvetinden başka bir şey tanımaz. Biraz büyüdüğünde oyun oynama ve süslenme şehveti arız olur. Daha sonra evlenme isteği ve şehvetine sahip olur. O zamanlar kendisinde bir sabır kuvveti bulunmaz. Çünkü sabır, ters görüşlü iki kuvvetin mücadelesi anında bir tarafın gayret edip tahammül etmesidir. Çocukta ise yalnızca şehvet kuvveti mevcuttur. Fakat Allah kendi lütfu ve keremi ile insan oğluna ikrâm edip derecesini hayvanlardan daha üstün kıldığı için, bulûğ çağına geldiği zaman onu kontrol etmek üzere iki melek görevlendirir. Bu meleklerin biri ona hak yolu gösterirken diğeri de ona yardımcı olur. Böylece insan hayvanlardan ayrılır ve iki sıfatın sahibi olur.


 a) Allah'ı Resulûllah'ı bilmek,
 b) Sonunun ne olacağını düşünmek ve anlamaktır. Bunlar hidayet meleği tarafından gelir. Fakat hayvanlar bu tanıma ve sorunu düşünme ve imkânlarından mahrumdurlar.
 Onlar sadece şehevi duygularını tatmin etmeyebilir, zevklerin den başka bir şey düşünmezler.
 Meselâ onlar şu anda içtikleri acı ilâcın ilerde kendilerine faydası olacağını düşünmezler. Bunun için de tedaviyi bilmedikleri gibi aramazlar da. Bu durumda olan insan şehvetlerine tabi olmanın acı sonuçlarına katlanmak zorunda olduğunu bilir. Fakat şehvetlerine karşı gelemediği zaman, kendisinde bulunan bu bilgi ona bir fayda vermez. Çünkü insanın zararlı olduğunu bildiği halde kendini kurtaramadığı bir çok şeyler vardır. Birden bire gelen hastalıklar böyledir.
 Bu zararlı şeyleri giderecek bir kuvvete muhtaç olur ve ancak bu kuvvet sayesinde kendini koruyabilir ve zararlı olan şeyleri başından savabilir. Bu durum karşısında Allah o kulu ikinci bir melekle kuvvetlendirmiştir. Bu ikinci melek görünmeyen askerlerle o kulu müdafaa eder. Melek emri altında bulunan kuvvetlere, şehevi duygulara karşı koymaları için emir verir. Bu mücadelede bazen galib gelir, bazen da mağlûb olur. Galib gelmesi, ancak Allah'ın yardımı ile mümkün olur. Kalbine hidayet güneşinin doğması da böyledir. Hidayet nûru herkesin durumuna göre değişir.
 Öyle ise biz şehvetlere karşı koymada insanları hayvanlardan ayırabilen bu kuvvete dinin sevki ve icabi, şehvetleri çağıran kuvvete de şehvetin sevki ve icabı adını verelim. İnsan yaşadıkça bu iki kuvvet arasında olan savaş devam eder. Savaş meydanı kalb'dir. Dinin yardımcı kuvvetleri melekler, şehvetlerin yardımcı kuvvetleri de şeytanlardır. Buradaki sabır, dinin gösterdiği şekilde şehvete karşı direnmektir. Bu savunma ve direnmede zafer kazanırsa, dini kuvvet galib gelmiş ve o sabreden kullardan olmuştur. Eğer mücadelesinde varlık gösteremez de mağlûb olursa, şeytanların arasına katılmış olur. Bu açıklamadan şehevi istekleri terketmenin bir amel olduğu anlaşılıyor. Bu ameli ortaya çıkaran bir kuvvet vardır. İşte bu kuvvet, sabırdır.
 Demek oluyor ki, sabır, şehevi isteklere zorlayan kuvvete karşı dinin gereklerini yerine getirmekteki dayanışına ve gayrettir. Şeytanı düşman olarak bilmesi, din yolunda gayretli olmasını temin eder. Şehvetin hidayet yolunu kesen korkunç bir düşman olduğunu bilen ve bu konuda sağlam bilgiye sahip olan kimse de, dinin emirlerini yerine getirmekteki gayret ve sebat artar. Bu gayret arttıkça da şehevi isteklerine karşı zafer kazanması kolaylaşır.
 Şehvetin terk edilmesi, onları meydana getiren sebeplerin zıddı olan dinin emirlerini yerine getirmenin kuvvetine göre değişir. Marifet ve iman kuvveti şehvetin sonunu kötü kılar. Yukarıda zikrettiğimiz iki melek Allah'ın izniyle bu iki kuvvete kefil olurlar.
 Bunlar amel defterlerinin yazımını yapan, her insanda bulunan ve adları da "Kiramen Kâtibin" olan meleklerdir. Hidayeti gösteren meleğin kendine yardımcı olan diğer melekten üstün olduğu açık olduğuna göre, bu sağ ve sol tarafların hayırlısı olan sağ tarafta, diğeri de sol tarafta bulunur. Soldaki meleğin sağdakinin emir altında olduğu da açıktır. İnsan oğlunun iki değişik durumu vardır.
 1) Gaflet ve tefekkür.
 2) Kendini salıverdiği, başıboş kaldığı ve cihâd ettiği durumlardır.
 Gaflette bulunduğu zaman, sağdaki meleğe yüz çevirmiş ve ona karşı hatalı davranmış olur ki, bu durumu ona günah olarak yazılır. Çünkü onun doğru yolu göstermesine aldırış etmemiştir. Fakat düşüncesiyle onun gösterdiği doğru yola teveccüh ettiği için de bir sevab yazılır.
 Kendini saldığı zaman da soldaki meleğin yardımını almadığından ona karşı hata etmiş olur. Bu kendine bir günah olarak yazılır. Fakat mücahede ettiği zaman onun yardımına başvurursa o zaman da kendine sevab olarak yazılır. Bu anlatmış olduğumuz sevab ve günahlar o meleklerin faaliyeti ile bilinir. Onlara "Kirâmen Kâtibin" denmesi bundandır.
 Kirâm oluşları insanların, iyiliklerinden faydalanmaları içindir, yoksa esasta meleklerin hepsi iyi ve faydalı yaratıklar dır.
 Kâtibin oluşları ise, kulun işlediği iyilikleri ve kötülükleri yazdıklarındandır. Onlar derinlik ve gizliliklerinde sahih ve dürülü olan defterlere sevabları ve günahları yazarlar. Şahid olunan yani görülen bu âlemde onu kimse bilemez. Çünkü o melekler de, yazdıkları da, sayfalar da ve bununla ilgili olan diğer aletleri, görülen âlemden değil, bilinmeyen âlemdendir. Bilinmeyen âlemleri olan hiçbir şey bu âlemde gözle görülmez. Bu yazılan yazılar bir küçük kıyamet bir de büyük kıyamet koptuğu zaman olmak üzere iki defa açılır.
 Küçük kıyametten gayemiz kişinin ölümüdür.
 Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki:
 "Ölen için kıyamet kopmuştur."
 Büyük kıyamet kopunca, yalnızlık olmayacak, artık yaratıkların hepsi bir yerdedir. Herkesin hesabı açık olarak sahibine bildirilir. İşte o zaman Allah'tan korkanlar hep birlikte Cennet'e günahkârlar da Cehennem'e götürülürler, Zorlukların ilki küçük kıyametin koptuğu zamandır. Büyük kıyamette bulunan zorlukların benzerleri aynen küçük kıyamette de mevcuttur. Meselâ, kıyamet koptuğu zaman büyük bir zelzele olacak ve dünya çalkalanacaktır. İnsan öldüğü zaman da kendi yeri sarsılacaktır. Meselâ, bir yerde zelzele olduğu zaman "falanca yerde zelzele oldu" denir. Fakat bu zelzelenin bütün o ülkeyi sarstığı anlamına gelmez. Gerçi adamın bulunduğu ülke sallanmasa da kendi bulunduğu yer sallandığından o kimse için zelzele olmuştur. Çünkü genel olan bir zelzeleden kişinin etkilenmesi. bulunduğu yerin ve evinin sallanmasıyladır. İşte bunun gibi, kişi ölümüyle oldukça büyük bir sarsıntı geçirir.
 Şunu unutmayın ki, sen topraktan en çok razı olan bir yaratıksın. Bunu aklından çıkarma. Senin topraktan olan kısmetin kendi bedenindir, başkasının hakkı seni ilgilendirmez.
 Sana göre, oturduğun yer, senin zarfın ve mekanındır. Mekânının sallanmasından dolayı korkuya düşmen, sallanacağındandır. Aslında hava devamlı olarak sallanmaktadır. Fakat seni sallamadığı için sen buna aldırış etmiyorsun. Bütün dünyanın sallanmasının sana olan zararı bedeninedir. İşte senin esas yerin, mekânın bedenindir. Kemikler onun dağları, kafa ise gök kubbesidir. Kalb bu yeryüzünün güneşi, göz kulak gibi diğer organlar da o güneşin yıldızlarıdır. Bedenden akan terler, ırmaklarıdır. İdrak etmen yerin bitkileridir. Bu yerin ağaçları ise ellerin ve ayaklarındır. Bütün uzuvların böyledir. Ölürken bedenin göçtüğü zaman, senin yerin sallanmıştır. Kemiklerle ellerin birbirinden ayrıldığı zaman dağlar ve yerler parçalanmış olur. Görme, duyma gibi duyuların iptal edildiği zaman yıldızların karârıp dökülmüş olur. Ölürken kalbin kararırsa, güneşin solmuş olur. Beynin yarıldığı zaman göklerin de yarılmış olur. Ölüm anındaki dehşetten dolayı alnından terler aktığı zaman, denizler, ırmaklar boşaltılmış olur. Ayakların bağlandığı zaman, artık uzuvlar izine çıkar. Ruhun cesedinden çıktığı zaman, bedenin içinde olanı dışarı çıkarmış olur. Bu senin bütün durumlarını kıyametin her türlü şiddetiyle mukayese ederek sözü uzatmak istemiyorum. Fakat ben şunu ifade etmek istiyorum:
 Ölümünle yalnızca küçük kıyametin kopmaktadır. Fakat büyük kıyametten sana ve başkasına ait olan pay, olduğu gibi duruyor. Meselâ, senin ölümünden sonra yıldızların dünyada kalmasının sana ne faydası var ki? Sen görmedikten sonra. Kör için, gece ile gündüzün bir farkı olmadığı gibi, senin için de yıldızların dünyada kalmasının farkı yoktur. Sen öldükten sonra yıldız ay ve güneşin ışık vermesinin faydası sanâ değil, başkalarınadır. Kafası yarılan kimsenin, gök kubbesi yarılmış sayılır. Kafa olmadıktan sonra gök kubbenin sana ne faydası olabilir? İşte ölümün küçük kıyamet oluşu bundandır. Korkuların esas büyüğü ve şiddetlisi, ondan sonra büyük kıyametin koptuğu zamandır. O zaman, hususiyet diye bir şey kalmayacaktır. Yerler ve gökler bozulup dağlar hallaç pamuğu gibi savrulacaktır. Ve o gün, asıl zorluklar başlayacaktır. Şunu da aklından çıkarma ki, küçük kıyamet konusunda sözü her ne kadar uzatmış gibi görünüyorsak da, aslında konuşmamız gereken kısmın yüzde birini bile konuşmuş değiliz. Küçük kıyametin büyük kıyamete göre mukayesesi yapılacak olsa, küçük doğumla büyük doğumun arasındaki fark gibidir. İnsanın doğumu iki şekildedir.
 1) Babanın belinden ana rahmine geçiştir ki, o belirli bir zamana kadar orada bekler, olgunlaşır, bazı değişikliklere uğrar. Meni, kan, et parçası vs. gibi.
 2) Ana rahminde olgunlaştıktan sonra, ikinci defa doğar ve dar bir yerden ucu bucağı olmayan dünya âlemine gelir.
 İşte büyük kıyamet küçük kıyamete göre büyüklüğü, bu dünyanın büyüklüğünün ana rahmine olan büyüklüğü gibidir. Esasını sorarsan bu kıyas kabul etmeyecek kadar daha büyüktür
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için önemlidir.