DÖRT İMAMIN İTİKATLARI AYNIDIR
Dr. Nasır Abdullah El-
Kıffari
Kitabın orjinal
adı
Usulu’ddin inde
eimmeti’l erbaa vahidetun
Tercüme
Oktay
Yılmaz
HUTBE-İ HÂCE
Hamd, ancak Allah
içindir. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin
şerrinden, kötü amellerimizden O’na sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu
saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek
yoktur.
Allah’tan başka ilâh
olmadığına şehâdet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şehâdet ederim ki,
Muhammed O’nun kulu ve Resûlüdür.
“Ey iman edenler!
Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin”
(Âl-i
İmrân, 3/102)
“Ey insanlar! Sizi bir
tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve
kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden
dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riâyetsizlikten de
sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinize gözetleyicidir” (Nisâ,
4/1)
“Ey iman edenler!
Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki, Allah işlerinizi düzeltsin ve
günahlarınızı bağışlasın.Kim Allah ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa
ermiş olur”(Ahzâb,
33/70-71)
Şüphesiz, sözlerin en
doğrusu Allah’ın kelâm’ı, yolların en güzeli Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem yolu ve
işlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Sonradan uydurulup dine sokulan her
yenilik bid’at ve her bid’at sapıklıktır.ve her sapıklık da ateştedir.[1]
ÖNSÖZ
Allah’a hamd olsun, Ona
şükreder, Ondan yardım ister, Onun bağışlamasını dileriz. Nefislerimizin
şerrinden ve kötü amellerimizden Ona sığınırız. Allah (c.c.) kimi hidayete
erdirirse onu saptıracak, kimi de saptırırsa Ona hidayet edecek yoktur. Şahadet
ederim ki Allah’tan (c.c.) başka ibadete layık ilah yoktur. Yine Şahadet ederim
ki Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve resulüdür.
Bundan
sonra:
Dört imamın
itikatlarının aynı olduğunu açıklayan bu risaleyi aslında 5 Cemadilula 1414
yılında Kualalumpur’ da düzenlenmesi planlanan “İkinci İslam Düşüncesi
Sempozyumu” için hazırlamıştım. Fakat daha sonra bilmediğim nedenlerden dolayı
bu sempozyum iptal edilince, genel faidesinden dolayı bazı eklemeler de yaparak
yayınlamaya karar verdim. Cenab-ı Hak’dan, bu risaleyi benim için, kendi rızası
için yazılmış, ahiret azığı kılmasını ve ümmetin faydasına sunmasını diliyorum.
Önce ve sonra hamd
Allah’a dır.
Nasır el-
Kıffari
10/ 7 / 1414.
M.
GİRİŞ
Ümmetin üzerinde icma
ettiği asıl ve kaynaşmasını sağlayan esas; akide birliğidir. Coğrafi ve siyasi
sınırlar ayrı olsa da, dilleri ve yurtları farklı olsa da, onlar paylaştıkları
ortak akide ile tek bir ümmettirler. Fakat dilleri, yurtları, tarihleri ve
sınırları aynı olup akideleri farklı olursa, sürekli ihtilaf ve düşmanlık içine
düşerler. Bu söylediğimizin en doğru kanıtı ve tanığı geçmişte ve günümüzde
yaşanan olaylardır.
Allah (cc)’ın nimetlerindendir ki, ümmet
yaşamında akide birliğini sağlayan unsurlar gayet sağlam ve canlı olarak devam
etmektedir. Ümmet, Rabbinin kitabı ve peygamberinin sünneti ile top yekün bir
sapıklıktan korunmuştur. Bu ümmet içinde kıyamet gününe kadar hak üzere sabit
bulunan bir taife var olmaya devam edecektir ki, bu da, Allah’ın zafer ve
kurtuluş verdiği hak taifedir.
İslam'ın temel usulünden
biri de cemaate yapışmak, ayrılık ve ihtilaflardan
sakınmaktır.
Rabbimiz bir,
Peygamberimiz bir, kitabımız bir ve dinimiz birdir. Din usulü konusunda selef ve
ümmetin imamları arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Cenab-ı Hak kullarını hak
üzere toplanmaya çağırmaktadır: ‘Hep
birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın’ Ümmet sadece hak ve
hidayet üzere birleşebilir.
Ortaya çıkan tüm
ihtilafları, Allah’ın kitabı ve peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in sünneti
ile gidermek mümkündür. Çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: ‘Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz
–Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız —- Onu Allah’a ve resulüne
götürün.’
Ayrılık ve
parçalanmışlık; Resulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) in çizgisinden sapanların yoludur. Çünkü Cenab-ı Hak şöyle
buyuruyor: “Dinlerini parça parça edip,
guruplara ayıranlar var ya, senin onlarla hiç bir ilişkin yoktur.” Ümmetin
selefi ve imamları arasında, itikat konusunda müessir herhangi bir ihtilaf
yaşanmamıştır. Bu ihtilaflar daha sonra gelen müteahhirin arasında baş
gostermiştir.
Ehli sünnetten
bazılarının, bazı itikadi veya ameli konularda hataları olabilir. Fakat Allah’a
hamd olsun ki Peygamber (sallallahu
aleyhi ve sellem) in de haber verdiği gibi hata üzerine toplanmış
değillerdir.
Cahil veya kötü niyetli
birtakım kimseler bazı imamlara birtakım batıl sözler isnat
etmişlerdir.
Bu hususta alimlerden
biri şöyle dedi: “Bil ki, eser sahiplerinden birçokları imamlara onların
söylemedikleri nice sözler nispet ettiler. Özellikle İmam Şafii, Malik, Ahmed ve
Ebu Hanife’ ye birtakım bazı yanlış itikatları tasvip anlamına gelebilecek bazı
kimi ifadeler nisbet edilmiştir. İmamlara birtakım bazı batıl sözler nisbet eden
bu kimselere, bu sözlerin hangi sahih kanallar vasıtasıyla rivayet edildiği
sorulunca, aynen Peygamber (sallallahu
aleyhi ve sellem)’e, sünnetinde olmayan bidat ve batıl sözler izafe edenler
gibi, onlarında hemen oracıkta yalanları anlaşılmış olur.[2]
Masumî şöyle dedi:
“Sonradan gelen bazıları kendiliklerinden uydurdukları birtakım meseleleri
imamlara nisbet etmişlerdir.[3]
Şeyhulislam İbn Teymiyye
kendilerini ehli sünnet ve dört mezhebe nisbet eden birçok bidatçının, sünnet ve
dört mezhebe aykırı olarak kendiliklerinden uydurdukları birçok batıl görüşleri
açıklığa kavuşturarak reddetmiştir.[4]
Bu çalışmamda sayın
okuyucuların dikkatlerini bu alanda gizlice yürütülen zararlı faaliyetler ve
hilelere çekmeye çalıştım. Allah’a hamdolsun ki aleyhteki bu oyunlar, Allah’ın
inayetiyle ümmetin tamamı üzerinde etkili olmamıştır. Allah (cc), her dönemde dine yöneltilen batıl
ve zararlı faaliyetlerle mücadele eden sadık müminler var etmiştir. Dolayısıyla
ilim ehli şöyle demiştir: Bizden önceki ümmetler döneminde, din bozulunca,
Cenabı Hakk hakkı beyan etmek üzere yeni peygamberler göndermiştir. Bu ümmetin
ise peygamberinden sonra başka bir peygambe olmayacak; fakat Allah (cc) Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dini
koruma ve beyan etme işini yürütecek salih alimler varedecektir. Bu nedenle
Cenabı Hakk müminlerin yolunu, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e itaatle
beraber zikretmiştir.
“Kendisi için doğru yol
belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka
bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir
yerdir.” (Nisa 4/115)
USULU’D DİN KAVRAMI[5]
Usulu’d din terimi,
tefrika ve bidatlerin yaygınlaşmasından sonra mücmel bir kelime olarak hak ve
batıl anlamlarda kullanılmıştır.
Usulu’d Din’in Şeri Hakikatı
Usulu’d din teriminin
hakikatı Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in Cibril hadisinde ifade ettiği imanın aslı, altı esastır ki
bunlar: “Allah’a, meleklerine,
kitaplarına, elçilerine, ahiret gününe, kaderin hayrına ve şerrine iman
etmektir.”[6]
İşte dinin aslı ve
imanın ruknu, Kur’an’ın da ifade ettiği bu altı esastır:
“Gönderilen
peygamberler, rabbi taarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de iman
ettiler. Onlardan her biri Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine iman ettiler.” (Bakara: 2/285)
“Gerçek iyilik,
yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin
iyiliğidir ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere
inanır.” (Bakara:
2/177)
“Biz her şeyi bir ölçüye
göre yarattık.” (Kamer: 54/49)
Usulu’d Din’in Batıl Yorumu
Bazen bu terimden batıl
anlamlar murad edilmektedir. Özellikle bazı Kelamcılar kendi uydurdukları
asılsız itikadlara “Usulu’d din” adını vermişlerdir. Bazı tahkık ehli bu konuda
şöyle demişlerdir: Usulu’d din büyük bir isimdir. Fakat bazıları bu büyük ismi,
içinde dini fesat eden bir unsurun bulunduğu kendi görüşleri için
kullanmaktadırlar. Hak ehli, onların bu tutumlarına karşı çıkınca da bunlar
usulu’d dine karşı çıkıyorlar, diye yaygara koparıyorlar. Oysa onlar gerçekte
usulu’d din’e değil, bunların uydurduklarına karşı çıkmaktadırlar ki. Bunlar
onların babalarının uydurdukları isimlerden ibarettir.
Din, Allah ve Resulünün
teşri kıldığıdır. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) dinin usul
ve teferruatını beyan etmiştir. Resulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) dinin
teferruatını beyan edip te aslını beyan etmemesi düşünülemez.”[7]
Usulu’d Dinin Şeri Hakikati Konusunda Cehaletin Etkisi
Usulu’d dinin şeri
hakikati konusundaki cehalet, imamlar arasında aslen olmayan ihtilaf ve
tartışmalar bulunduğu vehmine yol açmıştı,. İmamların kelam ilmine dalan bazı
bağlıları, usulu’d din adı altında ortaya bazı meseleler atmakta, hatta bazen bu
görüşlerin vehim ve cehaletlerinden dolayı bağlı oldukları imamlara nisbet
etmişlerdir. Onların nakletikleri bu ihtilaf ve tartışmaları okuyanlar, bunların
imamların görüşleri olduğu izlenimine kapılmaktadırlar, Hatta imamların bazı
bağlıları kimi imamlara açıkca muhalefet ettikleri halde, bu görüşlerini de
imamlara mal etmekten kaçınmamışlardır.
Şeyhu’l İslam İbn
Teymiyye şöyle dedi: “İmam Ebu Hanife, Malik, Şafi ve Ahmed’in öyle bağlıları
var ki, bunlar birtakım görüşler öne sürmekte ve bu görüşlere muhalefet edenleri
tekfir etmektedirler. Oysa gerçekte öncelikle bağlı bulundukları imamlar bu
görüşlere muhaliftirler.
Bu kimseler bazen de
öyle sözler reddetmekte ve bu sözleri söyleyenleri tekfir etmektedirler ki, bu
sözler, Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem)’e aittir. Bu tartışma ve inkar, özellikle esma ve sıfat (isimler ve
sıfatlar) konusunda yaşanmıştır. Çünkü Cehmiyyenin bu konudaki batıl görüşleri
bir çok insanı derinden etkilemiş ve bunlar bu görüşler uğruna Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
sözlerini inkardan çekinmemişlerdir.”[8]
Çünkü onlar usulu’ddini
asli kaynağı dışında arayarak usulu’ddinden usulu’ddin olmayana kaydılar.
Usulu’ddinden olan bir hususu inkar bir ve hak olan itikattan uzaklaştılar. Eğer
Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem)‘in getirdiği esaslara sarılsalar mankul ve makula uymuş ve asıl
üzerine sabit kalmış olurlardı. Fakat usulü kaybettiler ve usulden mahrum
oldular.
“Usul, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in
getirdiklerine uymaktır.” [9]
Usulu’d Din’in Diğer İsimleri
Usulu’d din’in bir diğer
ismi de “sünnet” dir. İmamların itikat konusunda yazdıkları bazı eserler bu ismi
taşımaktadır. Bu şekilde isimlendirmelerinin nedeni, meselenin büyük öneminden
dolayıdır. İbn Receb[10] (radiyallahü anh)’ın dediği gibi, bu
hususta muhalif kalanlar helakın sınırındadırlar.
Usulu’d din ‘in bir
diğer ismi de Furu fıkhına nisbetle “ Fıkhı ekber dir. Bu konuda imam Ebu Hanife
ve imam Şafiye nisbet edilen kitaplar vardır.[11] Ayrıca “ akide”,
“ tevhid”, “usül”, iman” ve daha başka isimlerde kullanılmaktadır.[12]
Usulu’d din ilminin
isimlerini bilmenin bir diğer faidesi de boylece bu sayede bu ilmin asli
kaynaklarını tanımak mümkün olacaktır. Çünkü bu ilmin bir çok kaynağı bugün
yaygın olmayan diğer isimlerle mevcuttur.
Mesela imamların bu
konuda yazdıkları bir çok eser “Sünnet” adını taşımaktadır. İbn Ebi Asım’ın
sünneti, Hallal’ın sünneti, imam Ahmed’in sünneti, İmam Abdullah'ın ve
başkalarının sünnetleri bu kabildendir.[13] Usulu’d din
ilminin hakikatini bilmenin en tabi ve ilmi yolu onu bu asli kaynaklarından
okumaktır.
DÖRT İMAMIN TANITIMI
“Dört İmam” Teriminin Anlamı
Bugün dört İmam
denilince İmam Ebu Hanife, imam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed anlaşılmaktadır.
Tabi-i Tabiin döneminde
ise, bu deyimle, İbn Teymiyye'nin, kendi dönemlerinin "dünya imamları" dediği şu
dört imam anlaşılmakta idi.
1- Malik b. Enes[14] (Hicaz
bölgesinden)
2- Evzai[15] (Şam'da)
3- Leys b. Sa’d[16]
(Mısır)
4- Sevri[17] (Irak)
Ebu Ubeyd el- Kasım b.
Selam döneminde de dört imam'dan şunlar kastedilirdi.
1- Şafii[18]
2- Ahmed[19]
3- İshak[20]
4- Ebu Ubeyd[21]
Sonra dört imam terimi
şu isimler üzerinde istikrar bulmuştur: Ebu Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed.[22]
Dört İmamı Tanıyalım
Bu dört imam,
şöhretlerinden dolayı ayrıntılı olarak tanıtılmaya ihtiyaçları yoktur. Biz bu
konuya kısaca değinecek ve bu konuda daha geniş bilgi almak isteyenler için her
bir imamın hayatı hakkında yazılmış önemli kaynakların isimlerini
vereceğiz.
Ebu Hanife (H. 80-150)
İmam, fakih, Irak alimi,
İslam'ın imamlarından ve büyük alimlerinden biri. Ebu Hanife Numan b. Sabit b.
Zoti el-Küfî. H. 80 yılında küçük sahabeler döneminde doğdu ve Küfe’ye gelen
Enes b. Malik’i gördü. Hadis talebine önem verdi ve bunun için yolculuğa çıktı.
Fikıh ve meseleleri konusunda büyük bir otorite ve söz sahibi idi. Bu hususta
diğer insanlar O’nun talebeleri gibidirler. Birçok insan O’ndan rivayet
almıştır. Hayatı hakkında yazılan bazı kitaplar şunlardır:
Menakibi
İmamu’l Azam Ebi Hanife (Muvaffık el-Mekkî)
Menakibu İmamu’l Azam
(İbn Bezzar)
Fadailu Ebi Hanife
(Abdullah es-Sadi)
Fi
Menakibu Ebi Hanife en-Numan (Abdulalim el-Kurbetî)
Ebu Hanife (Ebu
Zehra)
Elmatalibu’l Münife.
(Mustafa Nureddin)
Ebu Hanife Batalu'l
Hurriyeti ve’t Tesamuh (Abdulhalim el-Cundî)
Hayatul İmam Ebi Hanife
(Seyyid Afifî)
Bu konuda yazılmış daha
başka birçok eser vardır.[23]
Malik B. Enes: (H.93-179)
İmam, hafız ve ümmetin
fakihi, Şeyhu’l İslam, hicret yurdunun imamı. Ebu Abdillah Malik b. Enes b.
Malik el-Medenî. Zehebî şöyle dedi: Malik kadar menkıbeleri çok olan başka
birisini bilmiyorum. Bu menkıbelerden bazıları şunlardır:
1) Uzun bir ömür
2) Müthiş bir zeka ve
geniş bir ilim.
3) İmamların onun hüccet
ve rivayetinin sahih olduğu hususundaki ittifakları
4) Dindarlığı, adaleti ve
sünnete ittibası konusunda ki icmaa
5) Fıkıh, fetva ve sahih
kaideler hususundaki öncülüğü.[24]
Hayatı hakkında yazilan
bazı eserler şunlardır:
Fadailu Malik (Ebu’l
Hasan Fihr el-Mısrî)
Malik b. Enes: Hayatihi
ve Asrihi...(Muhammed b. Ebi Zehra)
Ve Emin el-Hulî ve
Mustafa eş-Şeka’nın kitapları. Ayrıca Fas’ta İmam Malik konulu bir seminer
düzenlenmiş ve burada yapılan çalışmalar üç ciltlik bir eserde derlenmiştir.
Kadı Iyaz da Tertib'ul Medarik isimli eserinde İmam Malik’e geniş yer
ayırmıştır.[25]
İmam Şafii
Asrı'nın alimi ve
ümmetin fakihi[26], Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
nesebinden ve sünnetinin savunucularından[27] İkinci yüzyılı
müceddidlerinden[28] İlmin
imamı ve ümmetin ilim okyanusu. Ebu Abdillah Muhammed b. İdris b. Abbas b. Osman
b. Şafii b. Saib b. Ubeyd b. Iyd Yezid b. Haşim b. Muttalib el-Kurşî. Çeşitli
ilmi eserler yazdı, ilmi tedvin etti, sünneti neşretti, usulü fıkıh ve füru’
konularında eserler yazdı. Kendi dönemindeki ilim ehline önderlik yaptı. Birçok
faziletleri vardır. Hayatı ve menkıbeleri hakkında birçok eser
yazılmıştır.
Sübki şöyle dedi: Bana
ulaştığına göre İmam Şafii’nin menkıbeleri hakkında ilk kez eser yazan
Zahiriye’nin imanı İmam Davud b. Ali el-İsfahanî’dir. Bu konuda daha sonra onu
şu alimler takip etmişlerdir: Zekeriyya b. Yahya es-Sacî ve Abdurrahman b. Ebi
Hatim sonra Ebu’l Hasan Muhammed b. Hüseyn b. İbrahim el-Abarî, Hakim Ebu
Abdillah, Ebu Ali Hasan b. Huseyn b. Hamkaf el-Esbahanî, Ebu Abdillah b. Ebi
Şakir el-Kattan, İmamu’z Zahid İsmail b. Muhammed es-Serahsî, sonra biri İmam’ın
menkıbeleri, diğeri de İmam’ın bazı yönlerini eleştiren Hanefi alimi Cürcanî’ye
cevap niteliğinde iki kitap yazan Ebu Mansur Abdulkahir b. Tahir el-Bağdadî,
sonra büyük hafız Ebu Bekr el- Beyhakî ve yine büyük hafız Ebu Bekr el-Hatıb
sonra İmam Fahruddin er-Razî, Hafız Ebu Ubeyd Muhammed b. Muhammed b. Ebi Zeyd
el-Esbahanî ve Hafız Ebu’l Hasan b. Ebi’l Kasım el- Beyhaki.[29]
Çağdaş yazarlardan da bu
konuda eser yazanlar vardır. Bunlara örnek olarak Muhammed b. Ebi Zehra’nın
“Şafii: Hayatuhi ve asruhi” ile Münir Edhem’in “Rıhletu’l İmam eş- Şafii” isimli
eserlerini verebiliriz. Bu konuda başka bilgi kaynakları da mevcuttur.[30]
İmam Ahmed (H.164-241)
Şeyhu’l İslam, Hafızu’l
Hüccet ve kendi döneminde Müslümanların önderi. İlim, amel, sabır ve sebat
timsali. Sünnet’in destekçisi ve bu uğurda karşılaştığı zorluklara göğüs geren;
İmam Ebu Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. Hilal b. Esed
eş-Şeybanî.
Ali b. el-Medinî O’nun
için şöyle dedi: “Allah bu dini riddet döneminde Ebu Bekr es-Sıddık ile mihnet
döneminde ise Ahmed b. Hanbel ile teyid etmiştir.”
İmam Şafii’de şöyle
dedi: “Fıkıh, vera, zühd ve ilim bakımından Ahmed’den daha üsün başka birisini
görmedim”. Hayatı ve eserleri hakkında müstakil eserler yazılmıştır. Bunlara
örnek olarak Beyhakî, İbn Cevzî ve Şeyhu’l İslam el-Ensarî’nin kitaplarını
gösterebiliriz. Çağımızda bu konuda yazılan başlıca eserler ise
şunlardır:
Ebu Zehra “İbn Hanbel
Hayatuhi ve Asruhi”
Ahmed Abdulcavvad
ed-Dumî “Ahmed b. Hanbel Beyne Mihneti’d-Din ve’d-Dünya”
Muhammed Recebel-Betumî
“İbn Hanbel”
Muhammed el-Baha el-Hulî
“el-İmamu’l Mümtehın”
Ayrıca bu konuda
yazılmış başka kaynaklar[31], makaleler[32] ve
müşteşriklerin[33] eserleri
mevcuttur.
İmamların İtikat Birliği
Dinî zaruretlerden biri
de itikadın sadece Allah ve Resulünden alınacağını bilmektir. Bu nedenle ehl-i
sünnetin yolu, sahih nastan dönmemek, makul ve fülanın sözü için nassa muhalefet
etmemektir. Buharî (radiyallahü anh)
şöyle dedi: “Hamidî’nin şöyle dediğini duydum: Şafii (radiyallahü anh)’nin
yanındaydık, adamın biri gelip bir mesele hakkında soru sordu. İmam, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) bu meselede şöyle şöyle hüküm verdi dedi. Adam,
Şafii’ye “Sen ne diyorsun? deyince, Şafii kızarak “Subhanallah! Beni kilisede mi
görüyorsun?! Beni havrada mı görüyorsun?! Beni zünnar takanların arasında mı
görüyorsun?! Ben sana Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hüküm verdi
diyorum, sen ise “sen ne diyorsun?” diye soruyorsun?!” dedi.[34]
Selef’ten buna benzer
birçok söz gelmiştir. Çünkü bu tavır, ibadeti Allah'a has kılmanın bir
gereğidir. Cenabı Hakk şöyle buyurdu:
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman,
inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her
kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur”
(Ahzab: 33/36)
İmam Şafii şöyle dedi:
“Kendisine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünneti beyan olan
kişinin bir başkasının sözüne uymasının caiz olmadığı konusunda alimler icmaa
etmişlerdir”[35]
Buradan hareketle
imamların itikatları aynıdır; çünkü telakki kaynakları da aynıdır. Bunların
itikat birliği ilim ehli tarafından bilinen ve kabul edilen bir husustur ki bu
konuda Subkî şöyle dedi:
“Aralarından itizal ve
tecsim düşüncesine sapanlar hariç, Allah’a hamd olsun ki bu dört mezhebe tabii
olanların itikatları aynı hak üzeredir, selef ve halef ulamasının hüsnü kabul
ile karşıladıkları Ebu Cafer et-Tahavî’nin akidesini benimserler.”[36]
Diğer İmamlar Ve Ümmet’in Selefinin İtikad Birliği:
Sadece dört imam değil,
tüm imamlar ve ümmetin selefi aynı hak itikat üzeredirle. Çünkü onların hepsi bu
konuda ilmlerini direkt Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den alan
sahabenin mezhebi üzeredirler. “Sahabe (Allah hepsinden razı olsun) Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında tek bir itikat üzerine idiler. Çünkü
onlar vahiyi ve sahabe olma şerefini idrak etmişlerdir”[37]
İtikatlarını tek bir
kaynaktan, vahiy kaynağından aldılar. Başka maddeler ile bu temiz kaynağı
kirletmediler. Bu nedenle: “Allaha hamd olsun ki İsimler, Sıfatlar ve Fiiller
meselelerinden her hangi bir mesele üzerinde kesinlikle ihtilaf etmemişlerdir.
Bilakis Kitab ve Sünnet’in ifade ettiği her hususu ispat etmişlerdir....”[38] Ümmet’in geri
kalan selefi ve imamları da ihsan üzere onlara tâbi olmuşlardır.
Madem ki durum böyle, o
halde bilinen ve üzerinde ittifak bulunan bu konuyu niçin gündeme
getiriyoruz?
Ben derim ki: Bu
hakikatin bazı insanlar tarafından görülmesini engelleyen birtakım
belirsizlikler zuhur etmiştir. Öyle ki bazıları fıkhî mezheplerin çeşitliliğinin
itikatta da çeşitlilik gerektirdiğini sanmışlardır.[39] Hatta 7. yy. da
bazı kimseler imam'a gelerek O'na itkatları muhtelif olan iki kişinin durumunu
ve kendisinin itikadını sordular. İmam (radiyallahü anh) bu soruya şöyle cevap
verdi:
“Şafii (radiyallahü anh) ve Malik, Sevrî, Evzaî,
İbn Mubarek, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahaveyh gibi selefin itkatları Fudeyl b.
Iyad, Ebu Süleyman ed-Daranî, Süheyl b. Abdillah et-Tusterî'nin ve diğerlerinin
itikatları, kendilerine tabi olunan imamların itikatlarıyla aynıdır. Bu imamlar
arasında usulu’d din hususunda herhangi bir tartışma veya ihtilaf
yoktur.
Ebu Hanife (radiyallahü anh)’ninde itikadı aynıdır.
Tevhid, kader vesair meselelerde O da yukarıda ismi geçen imamlarla aynı itikadı
paylaşmaktadır. Tüm bu imamların itikatları sahabe ve ihsan ile onlara tabi
olanların itikatlarının aynısıdır. Ki bu da Kitap ve Sünnet’in dile getirdiği
itikattır”[40]
Ümmet tarafından kabul
gören hiçbir alimin bilerek Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in en
küçük bir sünnetine dahi muhalefet etmesi mümkün değildir. Çünkü onlar Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem)’e
ittibanın vacip olduğu ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dışında
herkesin sözünün kabul ve red edilebileceği hususlarında tam bir yakin
üzeredirler.[41]
İmamların, kendi
sözlerinden ancak Kitab ve Sünnet’e uyan sözlerin alınabileceği ve asıl olanın
Allah ve Resulü’nün sözü olduğu yönünde sayısız ifadeleri
mevcuttur.
İmam Malik(radiyallahu anh) şöyle
dedi:
“Ben her beşer gibi hata
ve isabet edebilirim. Sözlerime bakın, Kitab ve Sünnet’e uyanlarını alın ve o
ikisine uymayan sözlerimi terkedin.”[42]
İmam Şafii’nin de şöyle
dediği tevatüren sabittir: “Hadis sahih olduğu zaman benim sözümü alın duvara
çarpın”[43] Diğer imamlardan
da buna benzer sözler rivayet edilmiştir.
Bu nedenle ilim ehli,
bazı imamlardan sahih hadise aykırı bir söz geldiği zaman bunun mutlaka bir
özrünün bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu özürler üç sınıftır:
1- O sözü gerçekten
Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in söylemiş olduğuna inanmamak.
2- O söz ile bizzat
sözkonusu meselenin kasıt edilmiş olduğuna inanmamak.
3- Bu hükmün nesh edilmiş
olduğuna inanmak.
Diğer özürler bu üç ana
özürden kaynaklanmıştır.[44]
İmamlar bidat yoluna
değil, ittiba yoluna tabi oldular. Onlar kendilerine örnek ve lider olarak
Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’i seçtiler. Bir kul Allah’ın azabından ancak şu iki şey ile
kurtulabilir: Allah’ı birlemek ve gönderdiği elçiye uymak.
Müslüman Allah ve
Resulünün hükmünden başka hüküm kabul etmez. Allah ve Resulünün emir ve
haberlerini uygulamak ve tasdik etmek için şeyhinden, imamından veya büyük kabul
ettiği kimselerden izin almaya gerek görmez. Şeyhinin veya imamının sözlerine
uymayan nasları tevil ve tahrif etmeye kalkışmaz. Kulun Rabbinin huzuruna -şirk
hariç- tüm günahlarla gitmesi, böyle bir şeyle gitmesinden daha hayırlıdır.
Müslümana düşen sahih bir hadis duyar duymaz onu sanki Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
dilinden dinliyormuş gibi hemen gereğini yerine getirmektir. Yoksa başkalarının
görüşlerine uygun düşmüyor diye bu nasları tevil etmek değil. Bilakis
başkalarının sözleri naslara uymadığı zaman reddedilmelidir. Makul denilen bir
hayal için Allah Resulü’nün sözleri terkedilemez. O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) sözleri,
kim olursa olsun hiç kimsenin tasdiğine tabi tutulamaz.
Vacib olan, haber
verdiği şeyleri tasdik ederek, emrettiklerine uyarak, yasaklarından sakınarak ve
Allah’a onun gibi ibadet ederek tam anlamıyla Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) teslim
olmaktır.[45] Nasıl ki “La
ilahe illallah” şehadetinin gereği Allah’ı rububiyeti, uluhiyeti, isim ve
sıfatları ile birlemek ise; “Muhammedu’r Resulullah” şehadetinin gereği de
budur. İşte Peygamber (sallallahu aleyhi
ve sellem) ‘e ittiba ve teslim olmanın en mükemmel şekli budur. Ki
kendilerine uyulan İslam imamlarının O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) uymadaki
halleri böyle idi. “Allah’ın onlara ikram ettiği en büyük nimetlerden birisi de
Kitab ve Sünnet’e sarılmalarıdır. Sahabe ve ihsan üzere onlara tabi olanların
üzerinde ittifak ettikleri temel usulden biri de, rey, zevk, makul, kıyas ve
saire hangi nedenle olursa olsun Kur’an’a aykırı hiçbir görüşü kabul etmemektir.
Onlar kesin deliller ve kati ayetlerle yakinen biliyorlardı ki Resul (sallallahu aleyhi ve sellem) Hak Din ve
Hidayet ile gelmiştir ve Kur’an en doğru yola iletmektedir”[46]
İmamların usulü ve temek
ölçüleri budur. Onlar dindeki imamet derecesine Seyyidu’l Mürselin
(Gönderilmişlerin efendisi)’nin çizgisini takip ederek nail oldular. Bu
nedenledir ki:
İmam el-Lalkaî “Şerhu
Usuli İtikadî Ehli’s Sünnet” isimli değerli eserine koyduğu ilk başlık şudur:
“Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’dan sonra sünnet, davet ve istikamet çizgisinde yürüyen imamlar”.
Müellif bu başlık altında sahabe ve onlardan sonra değişik İslam ülkelerinde
değişik zamanlarda yaşamış bir grup imamın isimlerini zikretmiştir ki bunların
tamamı hakka tabi, hak üzere müttefik ve toplanmış imamlardır. Zaten dindeki
imamet derecesine de bu özellikleri sayesinde nail
olmuşlardır.
Fakat mademki itikat
konusunda ümmetin selefi ve imamları Allah ve Resul’ünden aldıkları şekliyle
aynı itikat üzere iseler, o halde bazı imamlar niçin bu konuda daha öne çıkmakta
ve ehli sünnet mezhebi -bazen- onlara nisbet edilmektedir?
Bu soruyu şu şekilde
cevaplayabiliriz:
Ehli Sünnet Mezhebinin Özellikle Bazı İmamlara Nisbet Edilmesinin Nedeni:
Bu konuda bazı imamların
ön plana çıkmasının nedeni; kendi döneminde yaygınlık kazanan bidatlere ve bidat
ehlinin bu yolda sürdürdükleri yoğun faaliyetlere karşı verdikleri mücadele
nedeniyledir. Bu imamlar, karşılaştıkları bidatlerle hak yoldan mücadeleye
tutuşarak onların batıl görüşlerine karşı sünneti savunmuşlar ve İmam Ahmed
örneğinde olduğu gibi bu yolda birçok eziyet ve sıkıntılara maruz kalmışlardır.
Bu onların isimlerinin daha ön plana çıkmasına neden olmuştur. Es-Sefarinî şöyle
dedi: “Selef’in mezhebi tüm imamların, tabiin ve sahabden, onların da Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’den
aldıkları mezhebin aynısı ise o halde niçin kendisinden önceki imamlar değil de
özellikle İmam Ahmed bu mezhep ile meşhur olmuştur? diye sorduktan sonra bu
soruya, ikinci hicri yüzyılda devlet yöneticilerinin de desteğiyle ortalığı
kasıp kavuran Mutezile fitnesi ve bu fitneye karşı İmam Ahmed’in gösterdiği
büyük direniş sonucu fitnenin yıkılıp, selefin mezhebinin galip gelmesi
hadiselerini anlatarak cevap verdi.
İşte İmam Ahmed (radiyallahu anh)’in bu konudaki
şöhretinin nedeni budur. Öyle ki Ebu’l Hasan el-Eşarî (radiyallahu anh) dahi onun bu konudaki
İmametini kabul etmekte ve kendisini ona nisbet etmektedir”[47]
İmam el-Eşarî (radiyallahu anh) şöyle
dedi:
“Bizim sözümüz ve
dinimiz Aziz ve Celil Rabbimizin kitabına ve Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
sünnetine sarılmaktır. Biz Sahabe, Tabiin ve Hadis İmamlarından gelen
rivayetlere bağlıyız. Ebu Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel’in -Allah O’nun
yüzünü aydınlatsın, derecelerini yükseltsin ve sevaplarını çoğaltsın-
söylediklerinin aynısını biz de söylüyoruz. O’nun sözlerine muhalif olanlara biz
de muhalifiz. Çünkü O hakkı aydınlatan, dalâlet, bidat, eğrilik ve şüphe ile
mücadele eden faziletli bir imam ve kamil bir liderdir. Allah O’na rahmet
etsin.[48]
Diğer imamlar da aynı
yolda yürüdükleri halde İmam el-Eşarî, şöhretinden dolayı selef mezhebini İmam
Ahmed’e nisbet etmiştir. Onlar ve onlara tabi olanların hepsi sünnet imamlarıdır
ve kıyamete kadar onlara katılanların hepsi de sünnet ehlidirler. Bu nedenledir
ki “Sen İmam Ahmed’in itikadını tasnif ediyorsun” diyenlere Şeyhu’l İslam İbn
Teymiyye şöyle cevap vermiştir: “Ben özel olarak sadece İmam Ahmed’in değil tüm
Selef-i salih’in itikadını tasnif ediyorum. İmam Ahmed sadece Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
getirdiği ilmin tebliğcisidir. Eğer İmam Ahmed, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
sünnetine aykırı olarak kendiliğinden bir şey demiş olsaydı biz bunu
reddederdik”[49]
İmam Ahmed’in hadis
ilmindeki büyük mevkisi ve sünneti savunma yolunda çektiği sıkıntılar onun bu
alanda daha meşhur olmasına neden olmuştur. Bazı mağrib alimleri şöyle
demişlerdir:
“Mezheb Malik ve
Şafii’nin, zuhur ise Ahmed b. Hanbel’in dir.” Yani bazıları bu alanda daha çok
meşhur olsalar da Ahmed ve diğer imamların mezhebleri
aynıdır.
Bu Alanda Dört İmamın Öne Çıkmasının Nedeni:
Selef, diğer imamlar ve
onlara tabi olanlar da aynı itikat üzere oldukları halde niçin özellikle dört
imam ön plana çıkmaktadır?
Dört imamın ön plana
çıkmasının nedeni; ilimlerinin genişliği, makamlarının yüceliği, bu yolda
verdikleri mücadele, sahabe ve tabiin dönemine yakınlıkları, İslam Alemi’ndeki
etkileri ve mezheblerinin yaygınlığı nedeniyledir. Ayrıca bu şekilde imamların
itikad birliğini ve bunun sünnet ve sahabenin görüşlerine uygunluğunu beyan
ederek, bu imamlara tabi olduklarını iddia ettikleri halde gerçekte onların
yollarına uymayan kimseler üzerine hüccet ikame edilmektedir. Üçüncü bir diğer
husus ta şudur: Bu büyük imamların itikatlarını, muteber kaynaklarını esas
alarak açıklıyoruz. Böylece bu imamlardan herhangi birisine nisbet edilen bazı
batıl sözlerin asılsız ve uydurma olduğunu kanıtlamış oluyoruz. Şafii
İmamlarından Şeyhu’l Harameyn Ebu’l Hasan Muhammed b. Abdilmelik el-Kercî[50] bu konuda
“el-Fusul fi’’l Usulî ani’l Eimmet’l Fuhul İlzamen li-Zevi’l Bida ve’l Fudul”
isminde bir kitap yazmıştır. Şeyh bu kitabında Şafii, Malik, Sevrî, Ahmed b.
Hanbel, Buharî, Süfyan b. Uyeyne, Abdullah b. Mubarek, Evzaî, Leys b. Sad ve
İshak b. Rahaveyh’in sünnet usulü konusundaki sözlerini beyan ederek
itikadlarını tesbit etmiş ve her birinin hayat tercemesini vererek bu imamların
İslam’daki büyük mertebelerini gözler önüne sermiştir.
Şeyhu’l Harameyn
kitabının bir yerinde şöyle diyor: “Diğerlerinden değil de sadece bu imamlardan
nakil yapılması, doğusu ve batısı ile tüm İslam Aleminde bu imamların
mezheplerinin yayılması ve bu imamların da, önderlik ve imametlik şartlarına
diğer imamlara göre daha çok sahip olmaları nedeniyledir. Bu imamlar hıfz,
basiret, zeka, Kitap, sünnet, icma, sened, rical, ahval, arab dili, dilin tarihi
gelişimi, nasıh, mensuh, menkul, makul vs konularında tam bir yeterlilik sahibi
idiler ve ayrıca emanete riayet ve dindarlılıkları ile temayüz etmişlerdir.
Bu imamların bir diğer
özellikleri de sahabe ve tabiin dönemine yakınlıkları ve ilimlerini onlardan
almış olmalarıdır.”
“Açıklamak istediğimiz
üçüncü bir husus da şudur: Bu imamların mezheplerini ispatlayarak onlara
uyuyormuş gibi görüldükleri halde itikadi konularda onlara muhalefet edenler
aleyhine hüccet sunmaktır. Bir imamın itikadını inkar edip mezhebine uymak Şeran
ve teban hayret verici bir şeydir.
Kim ki ben, Şeran
Şafii’ye, itikaden Eşarii’ye tabi oluyorum derse açık bir çelişkiye düşmüş olur.
Çünkü Şafii, hiçbir zaman Eşarii değildi. Ben furuu da Hanbelî usulde
Mutezilîyim demek de İmam Ahmed’e hakarettir. Çünkü Ahmed ömrü boyunca Mutezile
ile mücadele etmiştir.”
Ve yine şöyle dedi: “Ve
yine Malikilerden bazıları da Eşarî mezhebinin fitnesine kapılmışlardır ki bu
onlar için büyük bir ar ve vebaldir. Çünkü bu büyük imamların mezhepleri,
Cehmiyye, Mutezile, Kadriyye, Vakifiyye ve Lafziyye mezheplerini inkara
dayanır.”
Yazar daha sonra lafız
meselesi üzerinde durduktan sonra şöyle diyor: “Diğer selef imamlarının
mezhepleri daha sonra unutulup, hiçbir tabisi kalmadığından onlardan nakil
gereği duymadık.”
“Eğer denilse ki: O
halde niçin mezhepleri yaygınlık kazanan hadis ashabından sadece şu imamlardan
nakilde bulunmadınız: Şafii, Malik, Sevri ve Ahmed? Çünkü Evzaî, Sevrî ve
diğerlerinin hiçbir tabisi kalmamıştır.”
“Denilir ki: Çünkü bu
zikrettiklerimiz dışındaki diğer imamlar genel mezheb imamlarıdırlar. Ki bunlar
kendi dönemlerinde önder idiler; fakat bunların mezhebleri daha sonra diğer
büyük imamların mezheblerine ilhak edilmiştir. Şöyle ki İbn Uyeyne önder bir
imam olmasına rağmen tercih ettiği hükümler konusunda herhangi bir eser
yazmamıştır. Onun yerine Şafii, Ahmed ve İshak yazmışlardır. Dolayısıyla İbn
Uyeyne’nin mezhebi bu şahısların mezheblerine karışmıştır.
Leys b. Sad’ın
öğrencileri ise onun mezhebini sürdürememişlerdir. Şafii şöyle dedi: ‘O’nun
arkadaşları olmadı’. Ancak mezhebi Malik ve Sevri’nin mezheblerine yakındır.
Dolayısıyla O’nun mezhebi de bu ikisinin mezhebine karışmıştır.
Evzaî’nin sözleri ise
mutlaka Malik, Sevrî veya Şafii’den birisinin sözlerine uymaktadır ki
dolayısıyla O’nu mezhebi de bu üç mezhebe karışmıştır. Aynı şekilde İshak’ın
görüşleri de Ahmed’in görüşleriyle aynı paraleldedir.”
“Denilse ki bu imamların
mezheblerinin diğer büyük imamların mezheblerine dahil olduğunu tafsilatlı bir
şekilde kim açıklamıştır”? Derim ki: Bunu Şeyh Ebu Hamid el-Esferainî Beyanü’l
Ahkam isimli büyük ve değerli eserinde açıklamıştır”
“Ebu Zera ve Ebu
Hatim'in namaz ve diğer hükümlerdeki tercihleri okuduğum ve gördüğüm kadarıyla
Ahmed’in görüşlerine uygundur. Buharî’ye gelince; bu konuda Hafız Muhammed b.
Tahir’in şöyle dediğini işittim: Buharî’nin hükümler ve meseleler konusundaki
seçimleri Ahmed ve İshak’ın tercihlerine uygundur.
İşte; özellikle bu
imamları zikretmemizin nedeni onların imamet şartlarına daha çok sahip olmaları
nedeniyle uyulmaya daha layık olmaları ve diğerlerinin onların imamet
derecelerine ulaşamamış olmamalarından dolayıdır.”
Yazar daha sonra ayrı
bir bölüm halinde şöyle diyerek imamların değerlerini özetledi: “İmamların usul
ve itikatlerini araştırıp ilmi deliller ile ispat edip, bunu bölümler halinde
açıkladım ve her bölüme imametlerine delil olacak, onlara uymayı gerektirecek,
muhalefetten sakındıracak övgülerle başladım. Günümüzde usul konusunda
isimlerini andığınız imamlara uymak sahabe ve tabiinden gelen icmaaya uymak
gibidir. Hiçbir müslüman bunun hilafına hareket edemez ve bu konuda hiçbir özür
beyan edemez. Onlar hak üzeredirler ve bu ümmetin mezheblerinin büyükleridirler.
Onlar önder alimler, din ve diyanet, sıdk ve emanet, büyük ilim ve ictihad
erbabıdırlar. İşte bu nedenlerden dolayı ümmet onları baştacı etmiş, usul ve
furuu da onlara uymuştur.”
Yine şöyle dedi:
“Kitabın başında da açıkladığımız gibi biz kesin olarak biliyoruz ki bu imamlar,
imamlık şartlarına haiz olmaları, derin bilgileri ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
dönemine yakınlıkları nedeniye Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ve
Sahabesinin itikatlarını kesinlikle herkesten daha iyi biliyorlardı.” Sonra
şöyle devam etti: “Sonra bazı kardeşlerin soruları tevcihleri doğrultusunda bu
kitabın başlıklarından birini imamların bazı sözlerine
ayırdım.
İmamların naslarını iki
bölümde topladım:
1) Sünnet ve faziletinin
beyanı hakkında
2) Bidat ve ehlini terki
hakkında
Birinci
Fasıl:
Bil ki ‘sünnet’ Resulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in yoluna uymak ve gittiği yoldan gitmektir ki bu da üç
kısmdır: Sözler, ameller ve akaid.
Sözler: Zikirler ve tesbihat bu
kısımdandır.
Ameller: Namazın ve orucun
sünnetleri, mezkur sadakalar ve ayrıca hoş davranışlar ve edeb kuralları vs gibi
ki bu son ikisi istihbab ve sevab kazanma babındandır.
Üçüncü kısım akaid sünnetidir ki buda inanılması
gereken kaidelere imanetmekir”.
Şeyh şöyle devam etti:
“İşte onlardan bize ulaşan sözleri Allah'ın yardımıyla mümkün olan en veciz
şekilde, ezberlemek isteyenlerin dikkatlerine sunuyorum:
Sünnete uymak isteyenler
bilmelidirler ki ‘akaid’ sünneti üç kısımdır.
1) Allah’ın isimleri, zatı
ve sıfatları.
2) Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’ile ilgili
hususlar.
3) İslam ehli ile ilgili
hususlar.”
Şeyh, sonra da bu üç
kısmın açıklamasına geçti.[51]
Peygamberlerin De İtikatları Birdir:
Tüm bunlardan, dört
imamın ve hatta tüm imamlar ve ümmetin fakih selefinin itikatlarının aynı olduğu
anlaşılmaktadır. Çünkü onlar aynı kaynaktan almışlardır ki o kaynak da
Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’dir.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in itikadı
ise diğer peygamber kardeşlerinin itikatları ile aynıdır. Şeriatleri değişse de
tüm peygamberlerin (Tamamına salat ve selam olsun) dinleri birdir. Ebu
Hureyre’den gelen sahih hadiste Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurdu:
“Biz peygamberler topluluğunun dini
birdir”.
Nevevî şöyle dedi:
“Cumhuru ulema şöyle dedi: Peygamberlerin iman ve şeriat usülleri birdir. Onlar
tevhid usulü konusunda müttefik fakat şeriatin teferruatları konusunda
muhteliftirler”[52]. İbn Hacer de
şöyle dedi: “Söz, şeri teferruatlar konusunda ihtilaf etseler de, dinlerinin
aslı aynıdır anlamındadır”[53]
Cenabı Hakk birçok ayeti
kerime ile bu hususu açıkça beyan etmiştir:
“Senden önce hiçbir
resûl göndermedik ki ona: “Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin”
diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya,
21/25)
“Andolsun ki biz,
“Allah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının” diye (emretmeleri için) her ümmete
bir peygamber gönderdik.” (Nahl, 16/36).
Bu nedenle yine şöyle
buyurdu:
“Dini ayakta tutun ve
onda ayrılığa düşmeyin” diye Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi,
İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat
kendilerini çağırdığın bu (din), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah
dilediğini kendisine (peygamber) seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola
iletir.” (Şura,
42/13)
Allah’ın, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ümmeti
için kıldığı İslam Dini, tüm peygamberlerin dinidir.[54]
“Allah nezdinde hak din
İslâm’dır.” (Al-i İmran,
3/19)
Allah (cc) daha önce Nuh, İbrahim, Musa, İsa
ve diğer peygamberlere verdiği dinin aynısını Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) de
vermiştir. “Dini ayakta tutun”
buyruğundan maksat Allah’ın tevhidi, itaati üzerine olmak, peygamberlerine,
kitaplarına ve ahiret gününe ve inanılması gereken diğer hususlara inanmaktır.
Şeriatler ise ümmetlerin çıkarları gereği zamanlara göre değişiklik
gösterebilir. Tıpkı Hakk Teala’nın buyurduğu gibi:
“(Ey ümmetler!) Her
birinize bir şerîat ve bir yol verdik.” (Maide,
5/48).
Pegamberler; itikadi ve
genel amel usuller itibariyle aynı din üzeredirler. İtikadi olarak: Allah’a,
peygamberlerine ve ahiret gününe iman gibi. Ameli olarak ise; Enam, A'raf ve
İsrailoğulları surelerinde zikredilen amelleri örnek olarak verebiliriz. Enam
suresinin üç ayeti kerimesinde şöyle buyruldu:
“De ki: Gelin Rabbinizin
size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın,
ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de
onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de
yaklaşmayın ve Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar
Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.
“Rüşd çağına erişinceye
kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle
yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz
zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte
Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti.
“Şüphesiz bu, benim
dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi
Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.”
Diğer örnekler:
“Rabbin, sadece
kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde
emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine
“of!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. (İsra: 17/23. Ve
tavsiye devam eden sonraki ayetler.)
Ve ayrıca şu örnekleri
de verebiliriz:
“De ki: Rabbim adaleti
emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O’na çevirin ve dini yalnız Allah’a
has kılarak O’na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O’na)
döneceksiniz.” (Araf,
7/29).
“De ki: Rabbim ancak
açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir
delil indirmediği bir şeyi, Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında
bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (Araf,
7/33).
Zikredilen bu hususlar
üzerinde tüm peygamberler müttefiklerdir.
Ayrıca Mekkî surelerde
genel hatlarıyla tüm peygamberlerin üzerinde müttefik oldukları usulleri ihtiva
etmektedir.[55]
İşte tüm peygamberlerin
üzerinde müttefik oldukları bu din, İslam Dinidir. Hakk Teala şöyle buyurdu:
“Allah nezdinde hak din
İslâm’dır.” (Al-i İmran, 3/19)
Allah, öncekilerden ve
sonrakilerden hiç kimseden, bu dinden başka bir din kabul etmez.
“Kim, İslâm’dan başka
bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve
o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran, 5/85).
Nuh (aleyhisselam)’dan peygamberimiz
Muhammed (aleyhisselam)’a kadar tüm
peygamberler aynı İslam üzeredirler. Cenabı Hakk Nuh ile ilgili olarak şöyle
buyurdu:
“Onlara Nuh’un haberini
oku: Hani o kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Eğer benim (aranızda) durmam ve
Allah’ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geldi ise, ben yalnız Allah’a dayanıp
güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın.
Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra (vereceğiniz) hükmü, bana
uygulayın ve bana mühlet de vermeyin.”
“Eğer yüz
çeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret istemedim. Benim ecrim Allah’tan
başkasına ait değildir ve bana müslümanlardan olmam emrolundu.” (Yunus,
10/71-72)
İbrahim ile ilgili
olarak da şöyle buyurdu:
“İbrahim’in dininden
kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi)
seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.
“Çünkü Rabbi ona:
Müslüman ol, demiş, o da: Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti.
“Bunu İbrahim de kendi
oğullarına vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm’ı)
seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi).” (Bakara:
130-132)
Musa ile ilgili olarak
da şöyle buyurdu:
“Musa dedi ki: Ey
kavmim! Eğer Allah’a inandıysanız ve O’na teslim olduysanız sadece O’na güvenip
dayanın.” (Yunus,
10/84).
Ve Mesih’in haberi:
“Hani havârîlere, “Bana
ve peygamberime iman edin” diye ilham etmiştim. Onlar (da), “İman ettik, bizim
Allah’a teslim olmuş kimseler (müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol”
demişlerdi.” (Maide,
5/111).
“Tevrat’ı indirdik.
Kendilerini (Allah’a) vermiş peygamberler onunla yahudilere
hükmederlerdi.” (Maide,
5/44).
Belkıs’ın da şöyle
dediği bildirildi:
“Rabbim! Ben gerçekten
kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim
oldum.”
(Neml, 27/44).
İslam, sadece Allah’a
teslim olmak demektir. Hem Allah’a hem de bir başkasına teslim olan müşriktir.
Allah’a teslim olmayan O’na ibadet etmekten büyüklenmektedir ki, O’na şirk koşan
ve O’nun ibadetine karşı büyüklenen kimse kafirdir. Sadece O’na teslim olmak;
sadece O’na ibadet etmek ve sadece O’na itaat etmeyi de içine alır.
İşte bu İslam Dinidir ki
Allah O’ndan başka din kabul etmez. Bu da, her zaman diliminde Allah’a, o zaman
dilimi içinde emrettiği gibi ibadet etmekle olur. Önce Sahra (Aksa)’ya dönerek
ibadet etmek emredilmiş iken daha sonra Kabe’ye yönelerek ibadet etmek
emredilmiştir. İşte bu her iki fiili de emredildiği zamanda yapmak İslam’ın
gereğindendir.
Allah (cc), önce gelen peygamberlerin
kendinden sonra gelecek peygamberleri müjdelemelerini ve onlara iman etmelerini,
sonra gelen peygamberlerin de kendilerinden önceki peygamberleri tasdik edip
onlara iman etmelerini dinin bir gereği kılmıştır. Hakk Teala şöyle
buyurdu:
“Hani Allah,
peygamberlerden: “Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri
tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz” diye
söz almış, “Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?” dediğinde, “Kabul ettik”
cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle
birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.” (Al-i İmran,
3/81).
İbn Abbas şöyle dedi:
Allah gönderdiği tüm peygamberlerden şayet onlar hayatta iken Muhammed (aleyhisselam) gönderilirse, ona iman ve
yardım etmek üzere misak aldı. Aynı misakı O da ümmetinden aldı. Hakk Teala
şöyle buyurdu:
“Sana da, daha önceki
kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) gönderdik.
Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da
onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol
verdik.” (Maide,
5/48).
Allah (cc) imanı bir bütün kıldı ve dini
parçalamanın küfür olduğunu bildirdi:
“Allah’ı ve
peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini
birbirinden ayırmak isteyip “Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız”
diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;
İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz
kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa,
4/150-151).
Ve şöyle buyurdu:
“Yoksa siz Kitab’ın bir
kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların
cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba
itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil
değildir.” (Bakara,
2/85)
Hakk Teala bize şöyle
hitab etti:
“ “Biz, Allah’a ve bize
indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve esbâta indirilene, Musa ve İsa’ya
verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan
hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah’a teslim olduk”
deyin.
Eğer onlar da sizin
inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka
anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir,
bilendir.” (Bakara,
2/136-137).
Allah (cc) bize tüm peygamberlere iman
etmemizi emretti. Muhammed (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in risaleti kendisine ulaştığı halde kim iman etmez ise, o
kimse asla mümin ve müslüman değildir. İstediği kadar aksini iddia etse
de.
“Kim, İslâm’dan başka
bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve
o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran, 3/85)
Yahudi ve Hristiyanların
‘Bizler müslümanız’[56] dedikleri
zikredildi. Bunun üzerine Cenabı Hakk şu buyruğunu indirdi:
“Yoluna gücü yetenlerin
o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” Bunun üzerine ‘Biz
haccetmeyiz’ dediler. Hakk Teala da şöyle buyurdu: “Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün
âlemlerden müstağnidir.” (Al-i İmran, 3/97).
Allah’ın emri gereği
evini haccetmeksizin tam anlamıyla O’na teslimiyet gerçekleşmiş
olmaz.
Ki Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) İslam’ın
üzerine bina edildiği beş temelden birinin de hacc olduğunu bildirdi.[57]
Allah şu buyruğunu
Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) Arafat’da vakfeye durduğu zaman indirdi.
“Bugün size dininizi
ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı
beğendim.” (Maide,
5/3)
İnsanlar geçmişteki Musa
ve İsa peygamberlerin ümmetlerinin müslüman olup olmadıklarını tartıştılar. Bu
yüzeysel bir tartışmadır. Allah’ın Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’i
gönderdiği ve Kur’an şeriatını kapsayan özel İslam’dır ve bugün İslam denilirken
kastedilen de budur. Genel İslam ise, tüm peygamberlerin getirdiklerinin genel
ismidir.
Mutlak olarak İslam’ın
temeli Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet etmektir ki tüm peygamberler bu
kelime ile gönderilmişlerdir. Hakk Teala şöyle buyurdu:
“Andolsun ki biz,
“Allah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının” diye (emretmeleri için) her ümmete
bir peygamber gönderdik” (Nahl,
16/36)
“Senden önce hiçbir
resûl göndermedik ki ona: “Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin”
diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya, 21/25)
“Bir zaman İbrahim,
babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin taptıklarınızdan uzağım.”
“Ben yalnız beni
yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir”. (Zuhruf, 43/26-27).
“İbrahim dedi ki: İyi
ama, neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?
‘’İster siz, ister eski
atalarınız’’
İyi bilin ki onlar benim
düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur)” (Şuara,
26/75-76)
“İbrahim’de ve onunla
beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar
kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan
uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim
aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” (Mümtehine,
60/4)
Cenabı Hakk yine Nuh,
Hud, Salih ve diğer peygamberlerin şöyle dediklerini
zikretti:
“Andolsun ki Nuh’u elçi
olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan
başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından
korkuyorum.
“Ad kavmine de
kardeşleri Hûd’u (gönderdik). O dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin
O’ndan başka tanrınız yoktur. Hâla sakınmayacak mısınız?”
“Semûd kavmine de
kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin
O’ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da,
size bir mucize olarak Allah’ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah’ın arzında
yesin, (içsin); ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar.
“Medyen’e de kardeşleri
Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka
tanrınız yoktur.” (Araf
Suresi).
Ashabı Kehf ile ilgili
de şöyle buyruldu:
“Biz sana onların
başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış
gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık.
Onların kalplerini metîn
kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki:
“Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O’ndan başkasına tanrı
demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.
Şu bizim kavmimiz
Allah’tan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil
getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi
var mı?” (Kehf
Suresi).
Ve şöyle buyurdu:
“Allah, kendisine ortak
koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için
bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş
olur.”
(Nisa, 4/48).
Peygamberlerin Davetteki Öncelikleri De Aynıdır:
Tüm peygamberlerin
itikatları aynı olduğu gibi davetlerinin esası ve davet ettikleri temel ilke de
aynıdır ki bu da, sadece ortağı olmayan bir tek Allah’a kulluk etmektir. Her
peygamber davetine şu cümle ile başlıyordu: “Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka
tanrınız yoktur.”
Allah (cc)’ın haber verdiği gibi Nuh, Hud,
Salih, Şuayb ve diğer tüm peygamberler davetlerine bu kelime ile yani tevhid ile
başlamışlardır. Zaten dinin temeli de budur.
Günümüzde de davetin bu
esas üzerine yapılması ve insanların öncelikle sadece Allah’a kulluk etmeye
çağrılmaları gerekir.
Çünkü her bakımdan önder
ve lider olan Allah’ın elçileri öyle yapmışlardır ve bizim yaratılış gayemiz
sadece Allah’a ibadet etmektir. “Ben
cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat,
51/56).
Fakat günümüzde davet
işini yürütenlerin az bir kısmı müstesna, çoğu bu önemli esastan gafildirler.
Hilafetin 1924’de
yıkılması İslam Cemaatlerinin buna tepki olarak tüm çalışmalarını hilafet ve
imamet meseleleri üzerinde yoğunlaştırmalarına ve Peygamberlerinin davetlerini
aslı ve temelinden uzaklaşmalarına neden olmuştur ki bunun aşağıda ifade
ettiğimiz birçok vahim neticeleri olmuştur:
1) İslam Aleminde her
türlü şirkin yayılmasının hız kazanması.
2) Bidatçilerin
metodlarının benimsenmiş olması. Şöyle ki Rafiziler dinlerinin esasını İmamet
meselesi üzerine bina ederlerken, Mutezile de emri bilmaruf ve nehyi anil münker
üzerine bina etmiştir.
3) Müslüman gençlerin idam
sehpalarını ve hapishaneleri doldurmalarına neden olarak, istemeyerek de olsa,
zalim yöneticilerin daha da güçlenmelerine sebep
olunmuştur.
Peygamberlerin tevhid
esası üzerine yürüttükleri davet metoduna uyarak başarıya ulaşan davete, İmamu’l
Müceddid Şeyhu’l İslam Muhammed b. Abdilvahhab’ın davetini verebiliriz. Ki O
davetini şu iki esas üzerine yürütmüştür:
1) Sadece Allah’a kulluğa
çağırarak ve şirkten kaçındırarak itikadı düzeltmek. Bu onun temel amacı
idi.
2) Müslüman yöneticiler
ile maruf üzere yardımlaşmak ki bu konunun detaylarına burada
girmeyeceğiz.
İmamların Kaynak Birliği:
İtikad birliği; ilim
kaynağının ve istidlal metodunun bir olması ile sağlanır.
İşte selef ve imamlar ve
ehli sünnetin ilim kaynakları aynıdır. Bu kaynaklar da Kur’an, Sünnet ve
İcma’dır. Onların itikadlarının esası Kur’an’dır. Onlar öncelikle Kur’an’ı
Kur’an ile sonra sünnet, sonra sahabe ve tabiinin sahih sözleriyle tefsir
ederlerdi.[58]
Kur’an’ın açıklayıcısı
olan sünnet, onların kabul ettikleri ikinci esastır. Buhari ve Müslim’in
sahihleri, Ebu Davud, Nesaî, İbn Mace’nin sünnetleri, Darimi’nin süneni,
Malik’in Muvatta’sı ve Ahmed’in Müsned’i gibi hadis kitapları bu alandaki temel
kaynaklardır.
Onların itikadlarını
aldıkları üçüncü kaynak İcma’dır. Ümmet asla sapıklık üzere icma etmez. Fakat
ümmet’in bir kısmı sapıklığa düşebilir. Çünkü hatadan korunma peygambelere
mahsustur. Vahiy sahibi hariç herkesin sözü alınabilir de reddedilebilir de.
Fakat Allah’a hamdolsun ki ümmetin tamamı dalalet üzere
birleşmez.
Fakat kıyas, istihsan,
zevk, keşf, nazar ve akıl[59] gibi unsurlar
itikada esas teşkil etmez .Allah dinini tamamlamış ve bize din olarak İslam’ı
seçmiştir.
“Bugün size dininizi
ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı
beğendim.”
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurdu:
“Gecesi gündüz gibi olan
çok aydınlık bir şeriat üzere terkedildiniz. Bundan ancak helak olan
yüzçevirir.”[60]
Ebu Derda şöyle dedi:
“Allah ve Resulü doğru söyledi. Aydınlık bir yol üzere bırakıldık.”[61]
İmam Şafii de şöyle
dedi: “Her konuda Allah’ın kitabından bir delil mevcuttur.”[62]
İbn Hazm da şöyle dedi:
“Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) Dini, Allah’tan aldığı gibi eksiksiz olarak olduğu gibi beyan ve
tebliğ etti.”[63]
Hakk Teala şöyle
buyurdu:
“Ey Resûl! Rabbinden
sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış
olursun.” (Maide,
5/67)
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
usul-furu, zahir-batın, ilim-amel gibi dinin tamamını beyan ettiğine inanmak
İslam’dan bilinmesi gereken zaruri şeylerden biridir.[64]
İtikad Birliği Ehli Sünnet’in Özelliklerinden Biridir:
İtikad birliği ehli
sünnet’in özelliklerinden birisidir. Çünkü onlar kendisinde ihtilafın olmadığı
İlahî vahye tabi olurlar. Allah’ın vahyinde hiçbir çelişki yoktur.
“Eğer o, Allah’tan
başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.”
(Nisa,
4/82).
Bu nedenle ehli sünnet
imamları hak üzere yürüyor ve hak üzere birleşiyorlardı. Onların dalalet üzere
bir araya gelmeleri mümkün değildir. Çünkü onlar Kur’an’ın indirilmesine
şahitlik eden, anlamını vasıtasız olarak Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den
öğrenen, dosdoğru yolda yürüyen sahabe, onlara tabi olan seçkin tabiin, ehli
hadis ve nesiller boyunca onlara tabi olan fakihler ve onlara uyan halktır.
(Allah’ın rahmeti onların üzerine olsun).
İttifak ve birlik, ehli
sünnetin özelliğinden olduğu gibi ihtilaf, ayrılık ve tekfir de bidat ehlinin
özelliklerindendir. Ehli sünnet’in “cemaat” olarak isimlendirilmesinin nedeni de
budur. Çünkü onlar birbirlerini tekfir etmezler, aralarında birbirlerinden
tebrie ve birbirlerinin tekfirini gerektirecek kadar ihtilaf yoktur. Hak üzere
müttefiktirler. Cenabı Hakk, hakkı ve ehlini korur. Harici, Rafizi, Kaderi gibi
bidatçiler ise sürekli bir ihtilaf ve buğz içindedirler. Hatta bir mecliste bir
araya gelen bidatçi yedi firka meclisten birbirlerini tekfir ederek
ayrılmışlardır.[65] Çünkü onlar
çoğunlukla dinlerini asli kaynaklarından değil de, kendi akıl ve görüşlerinden
almaktadırlar. Bu da tabi olarak ayrılık ve ihtilaf doğurmaktadır. İmam Ahmed
bidatçileri şöyle tanımlamıştır:
“Kitab’da ayrılık
üzeredirler ve Kitab’a aykırıdırlar. Kitab’a aykırılık hususunda ise
müttefiktirler. Allah ve Kitab konusunda bilgileri olmadan konuşurlar. Müteşabih
meseleler üzerinde konuşarak insanlardan cahil olanları aldatırlar.
Saptırıcıların fitnesinden Allah’a sığınırız.”[66]
İmamların İtikatleri Kıyamete Kadar Var Olacaktır:
İmamların Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den alarak
üzerinde birleştikleri itikatları korunmuştur. Çünkü Allah bu itikadın kaynağını
koruma altına aldı:
“Kur an’ı kesinlikle biz
indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.”
Kıyamet saatine kadar bu
itikad üzere kalan müminler bulunacak ve onlar atom savaşı, büyük felaketler
gibi toplu ölümlerle yok olmayacaklardır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetini
bu hususta müjdelemiştir:
“Dönekler ve muhalifleri
onlara zarar vermeksizin bu ümmetten bir taife kıyamet gününe kadar var olmaya
devam edecektir.”[67]. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ayrıca her
yüzyılın başında bu ümmetin dinini yenileyecek müceddidler geleceğini
müjdelemiştir.[68]
Düzeltilmesi Gereken Bazı Hatalı Düşünceler:
İmamların itikad birliği
hakkında mutlaka düzeltilmesi gereken bazı hatalı düşünceler oluşmuştur ki
bunları şöyle sıralayabiliriz:
1) Bazı insanlar fıkhî
mezheblerdeki çeşitliliğin, itikadda çeşitlilik gerektirdiğini tevehhüm ettiler.
İbn Teymiyye’ye yöneltilen bir sorudan bu vehmin eskilere dayandığını anlıyoruz.
Adamın birisi sorduğu bir soruda Şeyhu’l İslam’dan itikadı kendisine Şafii
mezhebine göre anlatmasını taleb etmiştir. Şeyh ona şöyle cevap verdi: Bu konuda
Şafii’nin mezhebi diğer imamların mezhebleri ile aynıdır. İmamların mezhebleri
ise sahabe ve ihsan üzere onlara tabii olan tabiinin mezhebidir ki onlar da
mezheblerini Kitab ve Sünnet’ten almışlardır.
Bir munazara esnasında
Şeyhu’l İslam’a “Sen İmam Ahmed’in itikadını tasnif ediyorsun ...” diyenlere
şöyle cevap vermiştir:
“Bu, imamlar ve ümmetin
selefinin Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem)’den aldıkları ‘Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
akidesidir’[69]
Mesele sadece bir kısım
avamın zannından öte bir hal almış ve günümüzde bunun için cemiyetler kurulmuş,
kitap ve makaleler neşredilmiştir. Mesela, Mısır’da amacı altı mezhebi yani
Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli, Zeydi ve İsna Aşera mezheblerini birbirlerine
yakınlaştırmak olan “Daru’t Takrib”
cemiyeti kurulmuştur. Bu cemiyet, ehli sünetin dört fıkhi mezhebi ile diğer
iki bidatçi mezhebi birbiriyle eşit tutmaktadır. Bu, fıkhi mezhebler arasında
olmayan ihtilaf fitilini tutuşturmak ve bidatçi fırkalarla arasındaki
usuli-itikadi ayrılıkları sanki basit birer fikhi ihtilaflarmış gibi göstermek
cihetiyle büyük bir hatadır. Onlara göre Hanbeli ve Şafii mezhebleri arasındaki
ihtilaf, Rafize ile olan ihtilaf gibidir. Yani ictihadi meselelerdeki
ihtilafları itikad usulündeki ihtilaflara aynı tutmaktadırlar. Bu, Rafizilerin
itikatlarını kabul anlamına gelir ki her bakımdan çok sakıncalıdır. Hatta
Rafiziliğe aldanmış insanların, hakkı araştırma ve bulma fırsatı önündeki
kapıları kapatmaktır. Yani ehli sünnetin kendi bozuk itikatlarını tasdik
ettiğini gören bir Rafizi’nin artık hakkı ehli sünnet içinde araştırmasına gerek
kalmamış olur. Böyle bir insan akıl ve fıtrata ters olan Rafizi inançlarını
tamamen kabullenmek ile, İslam’ı tamamen red arasında bir seçim yapmak zorunda
kalır.
Takrib Cemiyeti’nin
kuruluş tüzüğünün ikinci maddesi şöyledir:
“Cemiyet’in amacı;
İslamî mezhebler ve ‘İslami taifeler’ arasındaki kesinlikle iman edilmesi
gereken akaidî konularda olmayan, görüş ayrılıklarını birbirine
yakınlaştırmaktır.”[70]
Görüldüğü gibi İslam
mezhebleri, İslam taifeleri olarak tefsir edilmiştir. Oysaki taife kavramı
Mutezile, Şia ve Hariciler gibi akımlar için kullanılır. Dört fıkhî mezheb ile
bu taifeler arasında büyük fark vardır. Bu cemiyet yayınladığı tüm broşür ve
kitaplarda sünni dört fikhî mezheb ile bu taifelerin aynı olduğuna dair yanlış
düşüncesini yaymaya çalışmaktır. Bu işin hakikatı şudur: itikaları aynı olan tek
bir ehli sünnet mezhebi ile birbirleriyle çelişen çeşitli şii mezhebleri
vardır.
Sonra, Takrib
Cemiyeti’nin iddia ettiği gibi, Şia’nın kendisi dışında başka bir mezheble
yakınlaşması gereği gibi, ehli sünnetin hidayet rehberi imamlarından miras kalan
fıkhî mezheblerin birbirine yakınlaştırılması ihtiyacı var
mıdır?
Dört fikhî mezhebin
imamlarının Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas ile amel ederek dine hizmet eden aynı
ailenin fertleri olduklarını göz önüne aldığımız zaman, zaten birbirine yakın
olan bu mezhebleri birbirine yakınlaştırmaya çalışmak, tahsili hasıl nevinden
beyhude bir davranıştır.
Ehli sünnet ile Şia
arasındaki ihtilafların akaidî olmadığı görüşü de vakıaya uygun değildir. Çünkü
Rafiziler oniki imamlarının imametlerine inanmayanları tekfir etmektedirler. Bu
demektir ki Rafizilere göre Ehli Sünnet itikadı aslında onlara muhaliftir. Sonra
Şia'nın Allah’ın kitabı ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
sünnetine karşı tavırları itikadî bir konu değil midir?
Ehli Sünnet ve Şia
arasındaki ihtilafın akaidi olmadığı iddiası, Şeyh Reşid Rıza’nın da dediği gibi
sadece Ehli Sünnete zarar vermektedir.[71] Çünkü bu, Ehli
sünnet’in Şia’nın din ve akideye muhalif tüm aşırılıklarını kabullenmesi
anlamına gelir.
2) Bazı insanlar İmamların
sözlerindeki bazı ihtilafların ayrılık ve kavgayı gerektirdiği vehmine
kapıldılar. Oysa ihtilaf iki türlüdür:
a) Çeşitlilik
İhtilafı: Gerçekte ihtilaf bile
değil, bir olan hakkın değişik yönleriyle ifade edilmesidir. İlim ehlinin temyiz
edebildiği bu kabil ihtilaflara şu örnekleri verebiliriz:
-Metinlerin
açıklanmasında lafız ve ibaredeki ihtilaflar.
-Çeşitler ve sıfatların
zikredilmesindeki ihtilaflar.
-İtibarat hususundaki
ihtilaflar.
Tüm bunlar ve ictihadi
meselelerindeki ihtilaflar tenevvu (çeşitlilik) kabilinden ihtilaflardır.
b) Zıdlar veya tenakuz
ihtilafı: Biri hak diğeri batıl
birbirine zıd iki ayrı sözdür.[72]
3) Bazı insanlar, mezheb
mensuplarının imamlarına nisbet ettikleri birtakım sözlerden delil getirme
yoluna gitmektedirler. Müslümanların saflarında fitne çıkarmak isteyen
bidatçiler bu yola sıkça başvurmuşlardır. Fakat kendisini Hanefi veya Şafii diye
tanıtan herkesin her söylediği dinde delil olamaz. Furu’da imamlara uyup da
usulde başka görüşlere tabi olan birçok insan vardır. Meselan bazı Keramiye’nin
Hanefi mezhebinden olması, İmam Ahmed’in mezhebinden bazılarının Haşeviye ve
Mücessime görüşlerine tabi olmaları ve 7. yy. daki bazı Kürtlerin Şafii
mezhebinden oldukları halde Mücessime itikadını benimsedikleri birer vakıadır.[73] Hatta Malikiler
içinde de bazı Muattıla’nın bulunduğu bilinmektedir. Sünnet İmamlardan birisinin
mezhebine uymakla değil, Kur’an ve Sünnet’e uymakla gerçekleşir. Kim, Kur’an,
Sünnet ve İcma’ya tabi oluyorsa o, imamlardan birisine uymasa da, ehli sünnet
ve’l cemaattendir.
İman bir dilek ve
temenni değil, kalpte yer eden ve amel ile doğrulanan
şeydir.
Hile Ve Oyun:
Bu hususta perde
arkasından birçok hile ve oyunlar sergilenmektedir. ki bunların batıl
hedeflerinin deşifre edilmesi gerekir. Ümmeti bölmek ve sünnetten uzaklaştırmak
için ehli sünnet itikadına yönelik eskiden beri süren batini bir oyun mevcuttur.
Ehli sünnete müntesib görünen bazı cahil ve gafil kimseler de kimi zamanlar
bilerek veya bilmeyerek bu oyuna alet olmuşlardır. Hatta bu kimselerden bir zat
‘Mezhebsiz İslam’[74] adında bir kitab
yazarak ehli sünnet’in fıkhî mezhebleriyle kafir İsmailiye mezheblerini bir
arada değerlendirmiştir. Diğer meşhur bir şahıs da aynen dört mezhebe uymak gibi
şia mezheblerine uymanın da caiz olduğuna dair fetva vermiştir.[75]
Hatta bazı bidatçi ve
batini guruplar Ehli sünnetin dört fıkhî mezhebine intisab ederek, sapık
fikirlerini yaymak için kendilerine daha daha elverişli ortamlar oluşturmuşlar
ve imamlara kendi sapık eğilimlerini teyid anlamına gelecek birtakım sözler
nisbet etmekten dahi geri durmamışlardır.[76]
Bu bidatçilerden
bazıları bu mezheblerin fıkhı ile ilgili kitablar yazarak, hadisleri reddedip
bunun yerine kıyasıya amel, fuhşun bazı çeşitlerine cevaz gibi rezil fikirleri
sanki o mezhebin görüşüymüş imiş gibi yaymaya çalışırlar. Tuhfe-isna Aşeriyye
kitabının yazarı ‘Muhtasar’ isimli bir kitab yazarak bunu İmam Malik’e isnad
ettiklerini itiraf etmiştir. Bu kitabta İmam Malik’in adını karalamak için köle
ile livatanın caiz olduğunu yazmıştır.[77]
Bunlardan Süleyman
el-Hanefî en-Nakşibendî Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in “Bu din, hepsi Kureyş’ten gelecek olan on iki
halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır.“ hadisini[78] Şia
akidesine uygun bir şekilde açıklamıştır. Bu nedenle çağımız şiilerinden
Muhammed Hasan ez-Zeyn ‘eş-Şia fit-Tarih’[79] isimli kitabında
Şii itikadını zahiren Hanefî ve Sünnî olan bu şahsın görüşleri ile teyid
etmiştir. Fakat gerçek şu ki Ehli Sünnet’in bu açıklamalarla hiçbir ilgisi
yoktur. Bu, bir diğer Şii Mustafa Kamil eş-Şeybî’nin de ifade ettiği gibi Şia
eğilimli tasavvufçuların görüşüdür ki, Nakşibendiyye tarikatı da onlardandır.[80]
Müellifin Hanefî sıfatına aldanmamak gerekir.
Ayrıca bu hadisin,
Şia’nın on iki imam inancıyla hiçbir ilgisi yoktur.[81] Dört mezhebden
birine bağlı görünerek ortaya gerçek inancını teyid edecek fikirler atıp bu
yolla batıl taifelerine hizmet edenlerin sayısı az değildir. Şeyh Muhammed Ebu
Zehra’nın tesbitine göre Necmüddin et-Tufî (v. 716 h.) de maslahatın nassa
mukaddem olduğu konusundaki iddialarıyla aslında aynı görüşteki Şia'nın
propagandasını yapmayı hedeflemiştir. Çünkü Şia’ya göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
vefatından sonra, imam nassı ibtal veya nesh edebilir. Ebu Zehra’nın da dediği
gibi Tufî, imam kelimesini anmadan Şiilerin bu konudeki fikirlerini aynen
sahiplenmiş ve nassın nesh veya maslahatı mürsele ile tahsisi fikrini öne
sürerek, İslam Cemmati’nin Şari’nin naslarına verdikleri kudsiyeti hafife alarak
izale etmeye çalışmıştır.”[82]
Bazen de meşhur sünnî
imamları ile kendi önderleri arsındaki isim, lakab ve künye benzerliğini
kullanarak, kendi önderlerinin sözlerini sünnî imamlara nisbet ederler. İşin
hakikatını bilmeyenler Kur’an ve Sünnet’e aykırı bu sözlerin gerçekten İslam
İmamlarına ait olduğunu sanırlar. Oysaki gerçekte bu sözler Rafizi şeyhlerine
aittir.
Rafizilerin isim, künye
ve lakab benzerliklerini insanları dinde aldatmak için kullandıklarını ilk
farkedenlerden birisi İmam ed-Dehlevî ve arkadaşlarıdır. Bunlar şöyle dediler.
“Rafizlerin hilelerinden birisi de: İsmen sünnî imamlara benzeyen kendi
adamlarının uydurdukları hadisleri, imamlara nisbet etmektir. Ehli Sünnet’ten
durumun farkında olmayanlar ismi geçen şahsın kendi imamlarından birisi olduğunu
zannetmekte ve böylece bu rivayeti kabul etmektedirler. Mesela; iki tane Süddî
vardır. Bir tanesi Büyük Süddî, diğeri de küçük Süddî’dir. Büyüğü Ehli Sünnet’in
sika imamlarından[83], küçüğü ise hadis
uydurmakla meşhur aşırı Rafizilerdendir.[84]
Aynı şekilde iki tane
İbn Kuteybe vardır. Bir tanesi aşırı Rafizi Abdullah b. Kuteybe, diğeri ise ehli sünnet imamlarından Abdullah
b. Müslim b. Kuteybe’dir.[85] Sünni İbn Kuteybe
‘el-Maarif’ isimli bir kitab yazmasından sonra bu Rafizi de insanları saptırmak
amacıyla aynı isimde bir kitap yazmıştır.[86]
Şiilerin bu şekilde isim
benzerliklerin suistimal etmeleri birçok ehli sünnet alimi gibi büyük imam
Muhammed b. Cerir et-Taberî’yi de derinden yaralamıştır. Şöyle ki O’nunla aynı
zaman ve aynı beldede yaşayan Muhammed b. Cerir b. Rüstem et-Taberî isimli bir
Şiî, bu isimle Şiiliği teyid eden bazı kitaplar yayınladı. Bu isimle sadece İmam
İbn Cerir’i tanıyan halk ve hatta bazı alimler bu kitapları onun yazdığını
sanarak ona karşı cephe aldılar. Öyle ki İmam İbn Cerir vefat ettiği zaman
halkın tepkisinden korkularak gece evine gömülmüştür.”[87]
İşte imam İbn Cerir bu
olaydan böylesine çok eziyet görmüştür. Bu nedenle İbn Kesir şöyle dedi: “O’nu
Rafizilik ve hatta bazı cahiller de ilhad ile suçladılar, ki o bu iftiralardan
beridir. Bilakis O, Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünnetini ilim ve amel olarak
bilip yaşayan en büyük İslam alimlerinden birisidir.” [88]
Şiiler İmam İbn Cerir’e
ayaklara meshin cevazı ve ayrıca iki ciltlik bir hadis kitabı isnat
etmişlerdir. [89] İbn Cerir’e isnat
edilen Şia kaynaklı bir diğer kitap da ‘el-Müsterşid fi’l İmame’ isimli
kitaptır.[90]
İbn Kesir bu gizli oyuna
dikkat çekerek şöyle dedi: “Bazı alimler biri İmam İbn Cerir, diğeri de Şii İbn
Cerir olmak üzere iki ayrı şahsın bulunduğunu ve söz konusu kitapların Şii olana
ait olduğunu söylediler.”[91]
İbn Kesir’in işaret
ettiği bu hususun kesin bir hakikat olduğu, bugün artık ayan beyan açığa
çıkmıştır.
Şia kaynakları Muhammed
b. Cerir b. Rüstem b. Cerir et-Taberî Ebu Cafer’in H 310 yıluında Bağdad’da
vefat eden imamiye alimlerinden olduğunu yazmaktadır.(İmam İbn Cerir de aynı
tarih de vefat etmiştir.) Bu Şii’nin ‘el- Müsterşid fi’l İmame’ ve ‘Nuru’l
Mucizat fi Menakibil Eimme İsna Aşere’ gibi kitapları vardır.[92]
Ebu Cafer et-Taberî
denilen bir başka Şii daha vardır ki o da aynı hileli yola başvurmuştur.[93]
6 yüzyılda Şia’nın
önderliğini yapan, Muhammed b. Ebi’l Kasım b. Ali Et-Taberî denilen bir diğer
şahıs ise İslam ümmetini tekfir etmiştir. Şöyle diyor: Kim Ali’nin Ebu Bekre
karşı üstünlüğünden şüphe ederse, müslüman görünse ve üzerinde İslam ahkamı cari
olsa dahi, o kimsenin hakkında küfür ile hüküm verilir.”[94]
Bazıları[95] bunun ile bir
önceki Rafizi’yi birbirlerine karıştırmışlardır fakat aralarında iki yüzyıl
zaman farkı vardır.
Şiilerin bir benzer
hileleri de Sünni imam İbn Kuteybe’ye yöneliktir. Şii İbn Kuteybe’nin yazdığı
‘el-İmame ve’s Siyase’ adlı kitabı meşhur sünni alim İbn Kuteybe’ye nisbet
etmişlerdir ki bu durum birçok kişiye gizli kalmıştır. Öyle ki sünni bir alimin
kitabında şiileri destekleyici görüşler beyan etmesi, birçok araştırmacıyı
hayretlere sevketmiş, bundan dolayı da müellifin gerçek kişiliğini
araştırmışlar, fakat net bir bilgiye ulaşamamışlardır.[96]
Kitapta sahabeye
yöneltilen suçlamalar ve Ali’nin, Ebu Bekr’in hilafetini raddettiği yolundaki
açık şia taraftarlığına rağmen, bazı araştırmacılar bu hileleri dikkate
almayarak kitabın yazarının Malikî olduğunu söylemişlerdir.[97] İşte Şia’nın bu
hilesini ilk keşfedenlerden biri de, onları yakından tanıyan ve onların
yahudilerden daha hilekar olduklarını söyleyen Tuhfetu İsna Aşeriyye kitabının
yazarı Allame ed- Dehlevî olmuştur.
İmamlara yönelik bir
diğer iftira da, hiçbir delile dayanmaksızın sadece hasımlarının
dedikodularından hareketle, imamların bazı konularda sünnet ve cemaatten
ayrıldıkları iddiasıdır. Bu şekilde birçok imama nice iftiralar atılmıştır.
İmamların İmamı Peygamber (sallallahu
aleyhi ve sellem)’e iftira atılır da tabiilerine atılmaz mı?
Son çağlarda en çok
iftiraya maruz kalan imamlardan biri de İmam Muhammed b. Abdulvahhab (radiyallahu anh)’dır. İmam’ın yöneltilen
iftiraları bildikten sonra, O’nun yazdığı kitapları inceleyenler, iftiraların ne
denli büyük olduğunu görürler. Davetinin hakikatini bilmeden dedikodulardan yola
çıkarak İmam’ı şiddetle eleştiren bir hocaya, İmam’ın hakikatını bilen bir
öğrencisi, bir gün İmam’ın ‘Tevhid’ isimli kitabından imamın ismini sildikten
sonra onu hocasına gösterir. Hoca yazarını bilmediği bu kitabı okur ve çok
beğenir. Bunun üzerine zeki talebesi bu kitabın, onun sürekli eleştirdiği Şeyh
Muhammed b. Abdulvahhab’a ait oluğunu söyler. Hoca mahcup olur hatalı olduğunu
anlayıp, gerçeği görür.
Bir ziyaretim sırasında
Malezya’lı bir hakim bana şöyle dedi: ‘Siz ülkenizde Vahhabî itikadını
okutuyorsunuz. Ben de ona şöyle karşılık verdim: ‘Suudi Arabistan’da yaygın olan
fıkhî mezheb Hanbelî mezhebidir. İtikadda esas aldığımız temel eser ise Hanefi
alimi Ebu Cafer et-Tahavî’nin ‘Akidetü’t Tahaviye’si ve yine Hanefî bir alim
olan İmam Ali b. Ali b. Ebi’l İzz’in bu kitaba yazdığı şerhdir.’ Görüldüğü gibi
bu kitabın yazarı ve açıklayıcısının ikisi de fıkıhta Hanefi mezhebine
mensupturlar, fakat itikaden hepsi aynı ailenin değişik fertleridirler. İmam
Ahmed’in İmam Ebu Hanife’den veya diğer imamlardan hiçbir farkı yoktur. Çünkü
kaynak ve meşrebler aynıdır. Aynı şekilde İmam Muhammed b. Abdulvahhab’ın da
onlardan hiçbir farkı yoktur.
Eğer bu imamlardan bize
Allah ve Resulü’nün sözlerine aykırı sözler gelmiş olsaydı, hiç durmaz o sözleri
alıp duvara çarpar, Allah ve Resulü’nün sözlerine uyardık. Aksi taktirde
Allah’ın gazap ve cezasına uğrarız.
İmamların kendi
eserlerine başvurulduğunda onlara karşı yürütülen hile ve desiselerin farkına
varılacaktır.
Bir gün ‘el-Ezher
Dergisi’ genel yayın yönetmeni Abdulcelil Çelebi’yi ziyaret etmiştim. Bana şöyle
dedi: Sana tavsiyem, hiçbir görüş ve mezheb hakkında asli kaynaklarını
incelemeden fikir beyan etme. Ben daha önce Muhammed b. Abdulvahhab hakkında pek
iyi düşünmüyordum. Ancak ne zaman ki yazdığı kitapları okudum, işte o zaman işin
gerçeğini öğrenmiş oldum’. Bidatçiler imamlar ve mezhebleri hakkında her dönemde
yalan ve iftiralar düzmekten geri durmamışlardır. Fakat bunların yalan olduğu,
imamların kendi asli kaynaklarına başvurulduğu zaman hemen anlaşılır.[98]
Kendi inançlarını
yansıtan eserler yazıp sonra bunu Sünnî alimlere nisbet etmek Batinîlerin ve
Rafizîlerin öteden beri başvurdukları hilelerdendir. İmam Şevkanî ‘el-Fevaidu’l
Mecmua’ isimli eserinde bu hususa dikkat çekmiştir.
Aynı noktaya dikkat
çekenlerden biri de, Tuhfe’nin yazarıdır. Şiilerin içinde batıl inançların
bulunduğu ‘Sırru’l Alemin’ ismindeki bir kitabı İmam Ebu Hamid el-Gazalî’ye
nisbet ettiklerini, sonrada bu kitaptan ehli sünnete karşı delil getirdiklerini
tesbit etmiştir.[99]
Bu kitab H.1314 yılında
Bombay, H.1324 ve 1327 yıllarında Kahire ve tarihsiz olarak Tahran’da
basılmıştır.[100]
Dr. Abdurrahman Bedevî
bazı müsteşriklerle beraber kendisinin de bu kitabın Gazalî’ye ait görüşünde
olduğunu bildirmektedir.[101] Çünkü kitabın
82. Sahifesinde yazar el-Mearrî’nin sohbetlerine katıldığından bahsetmektedir.
Fakat bu doğru değildir. Çünkü Mearrî 448’de vefat ederken, Gazalî 450 yılında
doğmuştur. Dolayısıyla onun sohbetlerine katılması mümkün değildir.[102]
Süveydî, batıl görüşleri
içeren daha başka birçok kitabın bu
yolla ehli sünnet alimlerine nisbet edildiğini söyler. Ki bunu ancak ilimde ince
zevk sahibi olanlar farkedebilirler.[103]
Bidat eklinin bir diğer
hilesi de, ümmeti bölmek amacıyla bidatlerini teyid anlamında birtakım sözler
uydurarak onları imamlara nisbet etmeleridir. Alusi’nin, zamanının bir tanesi,
en büyük alimi dediği Hoca Nasrullah el-Hindî olarak meşhur Şeyh Muhammed,
Rafizilerin bu hilelerine şöyle dikkat çekiyor: “Hiç var olmayan birtakım kitap
isimleri vererek oradan sahabeyi yerici ve Şia’yı övücü ibareler naklederler.
Bazen de ehli sünnetçe muteber kitapların isimlerini vererek, o kitaplarda asla
bulunmayan, kendi uydurdukları cümleleri naklederler.[104]
Ve şöyle diyor: “Keşfu’l
Ğumme” isimli eserinde Erdebilî sıksık bu hileli yollara
başvurmaktadır.”
Bir diğer hileleri de
şudur: Ehli sünnet görünümünde kitaplar yazarak içine hendi inançlarını teyid
eden cümleler serpiştirirler. İmam ed- Dehlevî şöyle diyor: “Rafizilerin
başvurdukları bir diğer hile de şudur: İçinde sahih hadislere de yer verdikleri
kitaplar yazarlar ve bu kitaplarda ‘Dört Halife’den de övgüyle bahsederler.
Sonra dördüncü halife Ali (radiyallahu
anh)’den bahsederlerken diğer halifelerden öyle olumsuz bir şekilde
bahsederler ki okuyucu şaşırıp kalır ve ehli sünnetin de ilk üç halife hakkında
bazı iddiaları kabul ettiğini sanır.[105]
Bir diğer hileleri de
şudur: Sahih birtakım hadislere veya imamların muteber sözlerine kendi inançları
doğrultusuna eklemeler yaparlar. Mesela; Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Tebük
harbinde Ali’yi Medine’ye halife bırakması olayına şu eklemeyi yapmışlardır:
(Sen Medine’de halife olmadıkça benim gitmem mümkün değldir).[106] Oysa sahih
hadisler ve tarihen sabittir ki Resulullah Tebuk’den önce ve sonra birçok
gazvede Ali’yi Medine’de halife bırakmamış bilakis, yanında cihada götürmüştür.
Bidatçilerin gizli
hilelerinden biri de hayali hadis ve metinler uydurarak bunları muteber
kitaplardan aldıklarını iddia etmeleridir.
Buna örnek olarak İbn
Mutahher el-Hıllî’nin “Minhacu’l Kerame” adlı eserini verebiliriz.
İbn Mutahher kitabında
ehli sünnetin muteber kaynaklarından alıntılar yapacağını iddia etmesine rağmen,
kitabında sahihten çok mevzu hadis ve itimada şayan olmayan kaynaklara yer
vermiştir.[107]
Salebî’nin tefsirinden[108] ve Ebu Nuaym’in
Hilye’sinden[109] ayrıca Havarizimî, Firdevsî ve Mağazilî’den
mevzu hadisleri seçerek almış ve bunların sahih olduklarını iddia
etmiştir.
Şeyhu’l İslam İbn
Teymiyye Minhac’ının özellikle de son cildinde bu hususa dikkat çekerek bu
kitaplardaki yanlışlıkları[110] düzeltmiş ve
şöyle demiştir: “Nasıl ki nahiv, kıraat ilminin, dil ilminin ve tıp ilminin
erbabı varsa, hadis ilminin de onlardan daha üstün erbabı vardır ve bu konuda
onlara müracaat edilmelidir. Onların sıhhatinde ittifak ettikleri hak, zayıflığı
ve uydurulduğu konusunda icmaa ettikleri ise batıldır. Üzerinde ihtilaf
ettikleri hususlar ise adalet üzere araştırma ve inceleme sahasıdır. Bu ilmin
erbabından bazıları şunlardır: Malik, Şube, Evzaî, Leys, İki Süfyan, İki Hammad,
İbn Mubarek, Yahya el-Kattan, Abdurrahman b. Mehdî, Vekî, ibn Ilye, Şafii,
Abdurrazzak, Feryabî, Ebu Nuaym, Kanebî, Humeydî, Ebu Ubeyd, İbn Medinî, Ahmed,
İshak, İbn Muin, Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Zühlî, Buharî, Ebu Züra, Ebu Hatim, Ebu
Davud, Müslim, Musa b. Harun, Nesaî, İbn Huzeyme, Ebu Ahmed b. Adiy, İbn Hibban,
Darakutni ve daha birçok ilim, nakil, rical, cerh ve tadil
alimi.”
Buradan hareketle, ehli
tarafından tevsik edilmedikçe Rafizî, Batinî ve diğer bidatçilerin ehli sünnet
kitaplarından yaptıkları nakillere güvenilemeyeceği açıkça
ortadadır.
İmamların İtikatlarından Bazı Cümleler –ki Eberleri İttifaklarına Tanıklık Etmektedir-
İmam Esfehanî (radiyallahu anh) şöyle dedi: “Muhtelif
zaman ve mekanlarda yaşamış ehli sünnet alimlerinin itikad üzerine yazdıkları
eserler incelenecek olursa göülecekir ki bu kitapların üslupları, konuları,
sözleri, yaptıkları alıntılar tamamen aynıdır ve az dahi olsa kesinlikle
aralarında hiçbir fark yoktur. Bunların tamamı sanki tek bir kalemden çıkmış
gibidir.”[111]
Şeyhu’l İslam Ebu İsmail
es-Sabunî’de “Akidetu’s-Selef” isimli eserinde imamların itikatlarıyla ilgili
bazı cümleler zikrettikten sonra şöyle dedi: “Naklettiğim bu cümleler tüm
imamların itikatlarıdır ve bu konuda aralarında en küçük bir ayrılık yoktur.”[112]
İmam el-Lalkaî imamların
itikad konusundaki sözlerini şu uzun başlık altında derledi: “Siyak ma ruviye
ani’l masur an’s selef....” Bu başlık altında şu imamlaeın itikatlarını
zikretti: Sevrî, Evzaî, İbn Uyeyne, Ahmed b. Hanbel, İbn Medinî, Ebu Sevr,
Buharî, Ebu Züra, Ebu Hatim, Tisterî, İbn Cerir et-Taberî ki hepsinin itikatları
da aynıdır.[113]
Bundan önce de İmam Ebu
Cafer et-Tahavî tüm ümmetin takdirini kazanan nefis bir risale yazarak selefin,
İmam Ebu Hanife ve öğrencileri Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim el-Humeyrî el-Ensarî
ile İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî’nin itikatlerini beyan etti.[114]
Ebu Hanife ve
öğrencilerinin itkatları da selefin itikatlarının aynısıdır. “Usulu’d din
konusunda imamlar ittifak halindedirler.”[115] Çünkü daha
öncede işaret ettiğimiz gibi itikadı aynı kaynaktan almışlardır. İbn
Teymiyye’nin de haber verdiği gibi seleften bazıları itikad konusunda varid olan
hadis ve eserleri (sahabe sözlerini) derlemişlerdir.[116] Bu işi ilk
yapanlardan olan İmam Hammad b. Seleme h. 167 yılında vefat
etmiştir.
Zehebî şöyle dedi: “İbn
Ebi Urube ile beraber ilk eser tasnif eden odur.”[117]
Ehli Sünnet itikadı
konusunda hadis ve eser derleyen diğer bazı imamlar şunlardır:
Abdurrahman b. Mehdî.
Vefatı H.198. İmam Şafii O'nun için şöyle dedi: “Dünyada O'nun bir benzerini
bilmiyorum”. Ali b. El-Medinî de şöyle dedi: “İnsanlardan hadisi en iyi bilen
Abdurrahman b. Mehdî’dir”.
Bir diğer İmam Abdullah
b. Abdirrahman ed-Darimî’dir.
Semerkant’da Şeyhu’l İslam, Müsnedu’l Ali ve Tefsir’in sahibi. Müslim, Ebu Davud
ve Tirmizî ondan hadis rivayet ettiler. H. 255 yılında vefat etti.[118]
Ve Osman b. Said
ed-Darimî: Hafız ve Herat’ın muhaddisi, sika alimlerden. ‘er-Red ale’l Cehmiyye,
er-Red ala Bişr el-Mürisi ve Müsned’in yazarı. H. 280 yılında vefat etti.[119]
Ebu Bekr Ahmed b.
Muhammed b. Hanî: Esrem olarak tanınır. İmam Ahmed’in talebelerinden büyük
hafız. Zehebi Onun için şöyle dedi: “Yazdığı kitaplar özelliklede Süneni,
imametine ve ilminin genişliğine delalet eder.[120]
Ebu Abdirrahman Abdullah
b. Ahmed b. Hanbel: İmam ve hafız. Sünnet kitabının sahibi. H. 290 yılında vefat
etti.[121]
Ebu Bekr Ahmed b.
Muhammed b. Harun: Hallal olarak meşhurdur. Sünnet ve Camii kitaplarının
yazarıdır. H. 311 yılında vefat etti.[122]
Ebu’l Kasım Süleyman b.
Ahmed b. Eyyub b. Mutayyır et-Tabaranî: Mucemu’l Kebir, Mucemu’l Evsat, Mucenu’s
Sağir, Sünnet, Delilu’n Nübüvve, er-Red ale’l Cehmiyye ve Tefsir kitaplarının
sahibi. H. 360 yılında vefat etti.[123]
Ebu Muhammed Abdullah b.
Muhammed: Ebu Şeyh el-Esbahanî olarak bilinir. Hafız, imam, sika, muhaddis ve
meşhur müfessir. ‘el-Izze’ kitabının ve başka eserlerin sahibi. H.369 yılında
vefat etti.[124]
Ebu Bekr Muhammed b.
Huseyn el-Acirî: ‘eş-Şeria, et-Tasdik bi’n Nazar ile Allahi fi’l Ahire’ isimli
kitapların yazarı. H.360 yılında vefat etti.[125]
Ebu’l Hasan Ali b. Ömer
ed-Darakutnî: İmam, Şeyhu’l İslam, Sünen sahibi meşhur
hafız.
‘Es-Sıfat, Ehadisu’s
Sıfat, Ehadisu’n Nuzul, Fadailu’s Sahabe ve Menakıbihim, en-Nususu’l Müteallika
bi Rüyetil Barii Subhanehu’ gibi eserleri vardır. H.385 yılında vefat etti.[126]
Ebu Abdillah Muhammed b.
Şeyh: Ebu Yakub İshak b. Hafız. Değişik İslam ülkelerinde 1700 hocadan dersler
aldı. Kitaplarından bazıları şunlardır: ‘Kitabu’t Tevhid ve Marifeti Esmaullahi
ve Sıfatihî, ve er-Red ale’l Cehmiyye. H. 395 yılında vefat etti.[127]
Ebu’l Kasım Hibetullah
b. Hasan b. Mansur el-Lalkaî: İmam, hafız, fakih ve Bağdad’ın muhaddisi. Sünen
kitabının sahibi. H.418 yılında vefat etti.[128]
Ebu Abdillah Ubeydullah
b. Muhammed el-Akberî: İbn Batta olarak tanınır. İbanetu’l Kübra ve İbanetu’s
Suğra’nın sahibidir. H. 387 yılında vefat etti.[129]
Ebu Ömer Ahmed b.
Muhammed el-Meafirî: Kurtuba’lı alim. Bidat ve heva ehline karşı şiddetli
mücadelesiyle tanınır. Zehebî’nin dediği gibi sünen hafızı ve usulu’d diyane
imamı idi. H. 429 yılında vefat etti.[130]
Ebu Nuaym Ahmed b.
Abdillah b. Ahmed el-Esbehanî: Büyük hafız ve zamanının muhaddisi. Hilyetu’l
Evliya, el-Mutekad, Fadailu’s Sahabe, Delailu’n Nübüvve gibi eserlerin sahibi.
H.430 yılında vefat etti.[131]
Ebu Zerr Abdullah b.
Ahmed b. Muhammed el-Ensarî: İmam, allame ve hafız. ‘es-Sünne ve’s Sıfat,
el-Camii ve Delailu’u Nübüvve’ kitaplarının yazarı. H. 434 yılında vefat etti.[132]
Ebu Bekr Ahmed b. Huseyn
b. Ali b. Musa el-Beyhakî: İmam, hafız, allame, Horasan Şeyhi Zehebî onun için
şöyle dedi: “Daha önce benzeri hiç yazılmamış kitaplar yazdı.” Bu kitaplardan
bazıları şunlardır: Esma ve’s Sıfat, es-Sünenü’l Kübra, es-Sünen ve’l Asar,
Şuabu’l İmam, Delailu’n Nübüvve, es-Sünenü’s Sağire, el-Ba’s ve’l Mü’tekad...
H.458 yılında vefat etti.
Ve bu alanda eser yazan
daha başka birçok imam vardır ki tüm bu kitaplar imamların itikat birliğini ve
bu konuda Resuluullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in sünnetine itimat ettiklerini gösterir.[133]
İmamların itikatleri
mücmelen şöyledir: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten
sonra dirilmeye, hayrı ve şerriyle kadere iman etmek.
Bunun tafsilatlarını ise
yukarıda zikrettiğimiz kaynaklarda bulmak mümkündür. Her bir İmamın şöyle dediği
de unutulmamalıdır: “Benim mezhebim sahih hadistir.” Fakat teşrif cihetinden
burada imamların itikat konusundaki sözlerinden bazı satırlar aktarmayı uygun
gördük. Şunu da gözardı etmemeliyiz ki itikat onlardan da değil, bilakis Allah
ve Resulünden alınır.
İmamlardan birisi söyle
dedi: “İtikat, ne benden ne de benden daha büyüklerinden alınmaz. Bilakis Allah
ve Rasulünden alınır. Kur’an’da bulunan, ümmetin selefinin üzerinde ittifak
ettikleri ve Buharî, Müslim gibi sahih hadislerde gelen hususlara iman etmek
gerekir.”[134]
İtikat söz konusu oduğu
zaman, imamlar kimseyi Hanbelî veya Maliki mazhebi gibi herhangi bir mezhebe
çağırmazlardı. Bir imam şöyle demiştir: Hayatımda şu ana kadar, usulu’d din
noktasında insanları kesinlikle Hanbelî veya bir başka mezhebe çağırmadım.
Bilakis Ümmetin selefinin üzerinde ittifak ettikleri hususlara çağırdım.”[135]
Bazı alimler imamların
itikat hususunda söyledikleri sözleri derlemişlerdir. Mesela Hallal Ahmed’in
itikad konusundaki sözlerini derlerken, Beyhakî ‘Camiu’n Nusus min Kelami’ş
Şafii’ adlı eserinde İmam Şafii’nin sözlerin topladı.[136] Tahavî ise
‘Akidetu’t Tahaviye’ isimli eserinde İmam Ebu Hanife’nin sözlerine yer
vermiştir.
İmam Edu Hanife’nin İtikadı:[137]
İmam Ebu Hanife’nin
itikadını nakleden en sağlam kaynak H. 321 yılında vefat eden İmam Tahavî’nin
‘Akidetu’t Tahaviye’ veya ‘Beyanu’s Sünne’ adındaki
eseridir.
Burada önemine binaen
ümmetin hüsnü kabulüne mazhar olan bu risalenin Şeyh Abdullah b. Hamid
tarafından diğer nüshaları ile karşılaştırılarak talik yazılan nüshasını aynen
nakledeceğiz.
Yardım
Allah’tandır!
Beyanu’s Sünne (Sünnet’in Beyanı)
İmam Ebu Cafer Ahmed İbn Muhammed b. Selame et-Tahavi’nin İtikadı:
321 yılında vefat
etmiştir. Allah rahmet etsin!
Rahman ve Rahim olan
Allah’ın adıyla:
Hamd alemlerin rabbi
olan Allah’a mahsustur. En güzel sonuç, her çeşit kötülüklerden sakınan
mü’minlerindir. Hayır dualar, Efendimiz Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve onun
bütün aile efradına olsun. İmam ve Hüccetü’l-İslam Ebu Ca’fer at-Tahavi (radiyallahu anh) akaid risalesi
hakkında şunları söyler:
Bu risale, Ebu Hanife
Nu’man b. Sabit el-Kûfi, Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim el-Ensari ve Ebu Abdillah
Muhammed b. Hasan eş-Şeybani’nin (radiyallahu anh) mezhebine; Alemlerin
Rabbi Allah’a olan imanları ve yaşadıkları inanç esaslarına uygun olarak Ehli
Sünnet ve’l-Cemaatın inançlarının açıklamasından
ibarettir.
Allah’ın “Birliği
hususunda, yine Allah’ın bizi başarıya ulaştıracağına kesinlikle inanarak deriz
ki: Allah Bir’dir ve hiç bir ortağı yoktur.
O’na benzeyen hiç bir
şey yoktur.
O’nu aciz bırakacak hiç
bir şeyde yoktur.
Ondan başka hiç bir ilah
mevcut değildir.
Allah, başlangıcı
olmayan Kadim[138] ve sonu
gelmeyecek şekilde devamlıdır.
Allah’ın varlığı hiç bir
şekilde son bulmaz ve yok olmaz.
Ancak Onun dilediği
olur.
Allah’a vehimler ve
zanlar ulaşamaz; düşünceler O’nu idrak edemez.
Allah, hiç ölmeyecek
olan Hayy (Diri), hiç uyumayan Kayyum dur.
Yarattığı şeylere
ihtiyaç duymayan yaratan ve yarattıklarının rızkını güçlüğe düşmeden
verendir.
Allah, korkuya
kapılmadan öldüren (Mümit) ve hiç bir güçlüğe düşmeden yeniden
diriltendir.
Allah, yarattıklarından
önce, sıfatları ile birlikte Kadim idi. Allah’ın sıfatlarından, önce yok iken
mahlukatın var olması ile sonradan var olup ilave olunan hiç bir sıfatı yoktur.
O sıfatlarıyla ezeli olduğu gibi aynı şekilde bu sıfatları üzere
ebedidir.
Allah, mahlukatı
yarattıktan bu yana “Halik” ismini beriyyeyi de yaratmasından bu yana “Bari”
ismini almış değil. O, bunlardan önce de Halik ve Bari
idi.
Allah’ın yaratıcı ve
terbiye edici sıfatı vardır. Buna karşılık yaratılmışlık ve büyütülüp terbiye
edilmiş anlamı yoktur.
Nitekim Allah, mahlukatı
dirilttikten sonra “Muhyi’l-Mevta (ölüleri dirilten) ismini almış değildir. Aynı
şekilde bunları ilk defa icad etmesiyle Halik ismini almamış olup O bunlardan
önce de ölüleri dirilten ve mahlukatı yaratan idi.
Bütün bunlar, Allah’ın
her şeye gücünün yetmesinden, tüm eşyanın Ona muhtaç olmasından ve bu işlerin
Allah’a kolay gelmesindendir. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir. Allah’ın hiç
bir benzeri yoktur. O Semi’ ve Basir’ dir, her şeyi hakkıyla duyar ve
görür.
Allah mahlukatı ezeli
ilmine uygun olarak yaratmıştır.
Allah mahlukatın
kaderini tayin etmiş, onlar için belli ölçüler koymuştur.
Mahlukatın ecellerini de
tayin etmiştir.
Yaratıklar daha
yaratılmadan önce, işleyecekleri fiillerden hiç bir şey Allah’a gizli kalmış
değildir. Allah, mahlukatı yaratmadan önce onların yapacakları şeyleri
kesinlikle bilmektedir.
Bunun üzerine Allah,
onların kendisine itaat etmelerini emretti ve O’na karşı günah işlemekten de
nehyetti.
Her şey Onun kudreti
dilemesi (meşiet) ile meydana gelir. Olup bitenler hakkında ancak Allah’ın
meşieti geçerlidir. Allah’ın dilediğinden başka kulların hiç bir iradesi yoktur.
Allah’ın insanlar için dilediği olur, dilemediği ise
olmaz.
Allah kendisinden bir
fazilet olarak, dilediğini doğruya iletir, korur ve afiyet bahşeder; ve yine
adaletinin gereği olarak dilediğini yardımından mahrum eder, imtihana tabi tutar
ve saptırır.
Bunların tümü, fazileti
ve adaleti arasında Allah’ın maişeti dairesinde dönüp
dolanır.
Allah, kendisine zıt ve
benzer olabilecek şeylerden çok çok yüce ve beridir.
Allah’ın kazasını
reddedecek olan hükmünü tehir edecek olan ve emrine üstünlük sağlayacak olan hiç
bir kimse yoktur.
Biz bunların tümüne iman
ettik ve hepsinin Allah tarafından olduğuna kesinlikle kanaat
getirdik
Tevhid konusunda olduğu
gibi deriz ki: Muhammed (sallallahu
aleyhi ve sellem) Allah’ın seçkin kulu, üstün nebisi ve kendisinden razı
olduğu Rasulüdür.
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem),
peygamberlerin sonuncusu, müttekılerin imamı, peygamberlerin önderi ve alemlerin
Rabbi olan Allah’ın
O’nun peygamberliğinden
sonra ortaya atılacak olan her çeşit peygamberlik davası sapıklık ve nefsin
arzusuna uymaktan ibarettir.
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), cinlerin
ve insanların tümüne gönderilmiş olup hak ve hüda, nur ve ziya ile gelen iki
cihan peygamberidir.
Kur’an, Allah Taala’nın
kelamıdır ve O’ndan nasıl olduğu bilinmeksizin söz olarak çıkmış, Allah bunu
peygamberine vahiy olarak indirmiş ve müminler de bu minval üzere tasdik
etmişler ve Kur’an’ın, Allah’ın hakiki kelamı olup mecaz olmadığına kesinlikle
iman edip kanaat getirmişlerdir.
Kim Kur’an dinler ve
dinlediği Kur’an’ın insan sözü olduğunu iddia ederse küfre girmiş olur. Allah bu
tür iddia sahibini “Onu cehenneme
atacağım” diyerek kınamış, ayıplamış ve onu cehennemle tehdit etmiştir.
Allah, Kur’an için “Bu, beşer sözünden
başka bir şey değil” (Müddesir, 74/25) diyeni cehennem ile tehdit edip o
kişinin cehennemlik olduğunu bildirince biz anlamış oluyoruz ki, Kur’an, beşerin
yaratıcısının sözüdür ve insan sözü Kur’an’a asla benzemez. Kim Alah’ı insanda
bulunan sıfat ve anlamda vasfederse mutlaka küfre girmiş olur. Bu gerçeği gören
biri ibret alır da artık kafirlerin ileri sürdüğü bu tür sözlerden kaçınır ve
neticede anlar ki, Allah Talanın sıfatları var diye insana benzeyecek
değildir.
Cennetlik Müminlerin
Allah’ı görmesi, Rabbimizin Kur’anda “O
gün Rablerine bakan pırıl pırıl yüzler vardır” (Kıyamet, 75/23) buyurduğu gibi ihata ve keyfiyet söz
konusu olmaksızın haktır. Bu ayetin tefsiri, Allah Teaala’nın murad ettiği ve
bildiği şeyden ibarettir. Peygamberden (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuda
varid olan sahih hadisler gibidir. Bunların manası Peygamber bu hadislerden ne
kasdetti ise ondan ibarettir. Bu konuya, görüşlerimizle tevil ederek ve
tahminlerimizle zanlarda bulunarak girmeyiz. Çünkü dini konuda selamete eren
kimse, Allah (c.c) ve Resulüne (sallallahu aleyhi ve sellem) teslim
olan ve kendisine karışık gelen hususu o konuyu iyi bilene havale eden
kimsedir.
İslamın varlığı ancak
teslimiyet ve itaat ile mümkün olur. Öyleyse her kim öğrenilmesi yasak edilen
şeyi öğrenmeye meyleder ve anlayışı teslimiyet ile kanaat getirmezse onun bu
arzusu kendisini Allah’ın birliğine olan katıksız Tevhid inancından saf bilgi ve
sahih imandan alıkoyar.
Bunun üzerine kişi,
küfür ile iman, tasdik ile tekzib, ikrar ile inkar arasında vesveseci, dağınık
şüpheci bir şekilde ne tasdik eden ne de inkar eden bir yalancı durumuna
gelmeden bocalar durur
Bir kimsenin
cennetliklerin Allah’ı görmesine dair imanı, ruyetin tahakkukunu vehmetmesi
yahut tevil etmesi suretiyle sahih olmaz. Çünki ruyetin ve Allah’a ait mananın
tevili, ancak ve ancak tevili terkedip teslimiyete sarılmak suretiyle olur.
Peygamberlerin getirdiği dinler de bundan ibarettir. Allah’ın sıfatlarını inkar
etmekten ve Allah’ı mahlukatına benzetmekten sakınmayan kimse sapıtır ve tenzih
akidesine varamaz. Zira Yüce Rabbimiz Vahdaniyet ve Ferdaniyet sıfatları ile
mevsuftur. Mahlukattan Onun sahip olduğu sıfatlara sahip olan hiç bir kimse
yoktur.
Allah sınır ve
gayelerden[139], erkan, aza ve
edavattan beridir. Altı yön, mahlukatı kuşattığı gibi Allah’ı
kuşatamaz.
Miraç haktır. Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem) gece
yolculuğuna götürüldü ve uyanık halde şahsı ile semaya çıkartıldı. Daha sonra
Allah’ın dilediği yüce makamlara götürüldü. Allah kendisine dilediği şeyle
ikramlarda bulundu ve kuluna vahyetmiş olduğu şeyleri
vahyetti.
Allah Teala’nın, Hz
Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem) ümmetine bir rahmet olarak ikram etmiş olduğu Havuz
haktır.
Ümmet-i Muhammed için
hazırladığı şefaat de hadislerde anlatıldığı şekliyle
haktır.
Allah Teala’nın Adem (aleyhisselam)’dan ve zürriyetinden
almış olduğu misak haktır.
Allah Teala ezelde,
cennete gireceklerle cehenneme girecek olanların sayısını bilmiş ilmi ile ihata
etmiştir. Bu sayı ne artırılabilir ne de noksanlaştırılır.
Aynı şekilde insanların
yapacakları fiilleri de Allah ezelde toptan bilmektedir. Herkese kendi için
yaratılan işleri yapmaya imkan verilir. Ameller ise son işlenen amele göre
değerlendirilir. Said ve Şaki, Allah’ın hükmü ve takdiri ile cennetlik ve
cehennemlik olmuştur.
Kaderin esası, Allah
Teala’nın mahlukatı hakkındaki sırrından ibarettir. Bu sırra ne bir meleki
mukarreb ve ne de bir nebiyy-i mürsel muttali olmuş değildir. Bu konuda
derinleşmek ve düşünceye dalmak başarısızlığın sebebi, sapıklığa götüren
merdiven ve azgınlığa giden bir yoldur. Öyleyse bu hususta görüş, fikir ve
düşünce beyan etmekten kaçının. Çünkü Allah Teaala, kader ilmini insanlardan
gizlemiş ve kader hakkında bilgi edinme isteğinden de onları menetmiştir.
Nitekim Allah Teaala şerefli kitabında şöyle buyuruyor:
“Allah yaptığından sorumlu tutulmaz, insanlar
ise yaptıklarından dolayı sorguya çekileceklerdir.” (Enbiya, 21/23)
Öyleyse Allah bir şeyi
neden böyle yaptı diye soran kimse kitabın hükmünü reddetmiş olur. Kitabın
hükmünü reddeden ise artık kafirlerden sayılır.
İşte, Allah dostlarından
kalbi nurla dolmuş olan kimselerin ihtiyaç duyduğu şeylerin tümü bundan
ibarettir. Bu ilimde ihtisas sahibi kişilerin elde ettiği derecedir. Zira ilim
iki kısımdır.
Birisi, mahlukat
arasında mevcut olan ilim, diğeri de mahlukatta mevcut olmayan ilimdir. Mevcut
olan ilimin inkarı ve gayb ilminin de mevcudiyetinin iddia edilmesi küfürdür.
İman, ancak mevcut ilmin kabulü ve kader ilmi olan mefkud ilminin istenmesinin
de terkedilmesi ile olur.
Levh’e, Kalem’e ve
Levh’te yazılmış olanların tümüne iman ederiz. Mahlukatın hepsi bir araya gelse
Allah Teala’nın Levh’te varolacağını yazdığı şeyin yok olması için uğraşsa buna
güçleri yetmez. Yine Allah’ın olmasını yazmadığı bir şeyin olması için toplanıp
uğraşsalar buna muvaffak olamazlar. Kıyamete kadar olacak şeyleri kalem
yazmıştır. Kulun başına gelmeyen şey, demek ki ona isabet edecek
değildir.
Öyleyse kulun üzerine
düşen yaratıklarından var olacak her şey hakkında Allah’ın ilminin öne geçtiğini
bilmesidir. Kul bilmelidir ki, Allah bu ilmini dilemesi ile kesin ve kaçınılmaz
bir şekilde takdir etmiştir. O’nun bu ezeli ilmine dayalı takdirini
mahlukatından tehir edecek, giderecek, bozacak, noksanlaştıracak ve
fazlalaştıracak olan hiç bir kimse yoktur. İşte kulun bu tutumu iman akdinden
dinin temellerinin bilinmesinden, Allah Teaala’nın Bir’liğini ve Rububiyetinin
itiraf edilmesinden dolayıdır.
Nitekim Yüce Allah’a
kitabında “O her şeyi yaratıp belli
nizama koymuş geçmişini geleceğini taktir etmiştir “ (Furkan, 25/2) ve “Allah’ın emri takdir edilmiş bir kaderdir
” (Azhab, 33/38) buyurmuştur.
Kader konusunda Allah’a
hasım olana ve bu hususta görüşüne temel olarak hasta bir kalp hazırlayan
kimseye yazıklar olsun. Bu kimse kuruntusu ile gayp ilminin araştırılması
konusunda gizli olan sırra yönelmiş ve bu hususta söylediği fikirlerden dolayı
iftira eden bir yalancı durumuna düşmüştür.
Allah’ın Kur’an’da beyan
etmiş olduğu üzere, Arş ve kürsi haktır. Şanı yüce Allah’ın Arşa ve daha
aşağısındaki şeylere ihtiyacı yoktur. Allah her şeyi ve bunun üzerindeki Arşı
ihata etmiştir. Kendisini ihata etmekten ise mahlukatını aciz
bırakmıştır.
Allah Teala’nın, Hz.
İbrahim’i dost edindiğini ve Hz. Musa’yla da konuştuğunu bir iman, tasdik ve
teslimiyet olarak ifade ediyoruz.
Meleklere, peygamberlere
ve peygambere indirilen kitaplara iman eder peygamberlerin apaçık doğru üzere
olduklarına şahadet ederiz.
Kıblemize doğru namaz
kılanların Peygamber (sallallahu aleyhi
ve sellem) ‘in getirdiği ve kendisine ait olarak söylediği, haber verdiği
şeyleri itiraf ve tasdik ettikleri müddetçe müslüman olduklarını kabul
ederiz.
Yüce Allah hakkında
münakaşaya dalmayız. Allah’ın dini konusunda da birbirimizle
çekişmeyiz.
Kur’an hakkında mücadele
etmeyiz. Biliriz ki Kur’an Alemlerin Rabbinin kelamıdır. Onu, Ruhu’l-Emin olan
Cebrail indirmiş ve peygamberlerin efendisi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e
öğretmiştir. Yine bilmekteyiz ki, Allah’ın kelamına mahlukatın kelamından hiç
bir şey denk olamaz. Kur’an’ın yaratılmış olduğuna inanmayız ve bu hususta Ehli
Sünnet ve’l-cemaata muhalefet etmeyiz.
Ehli kıbleyi günahı
helal saymadığı müddetçe hiç bir çeşit günahtan dolayı tekfir etmeyiz, yani
kafir olduğunu söylemeyiz.
İman etmekle birlikte,
günah işleyene bu günahın zarar vermeyeceğine de
inanmayız.
Müminlerden güzel amel
işleyen kimseleri Allah’ın affetmesini ve onları rahmeti ile cennete sokmasını
umarız. Onlar hakkında emin olamayız ve cennete gireceklerine şehadet edemeyiz.
Kötülük yapmış olanların affedilmesini diler, endişe duyarız ama onlardan ümit
kesmeyiz.
Her halü karda
amellerinin kabul edilip cennete gireceğinden emin olmak ve Allah’ın rahmetinden
ümidini kesmek kişiyi dinden çıkarır. Buna karşılık ehli kıble için hak ümit ve
yeis arasındadır.
Kul ancak kendisini iman
dairesine sokan şeyleri inkar etmekle imandan çıkar.
Allah Teala’nın
Kur’an’ın şeriat ve din olarak indirdiği ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) 'in de bu
hususda sahih olarak beyan ettiği şeylerin tamamı haktır.
İman tektir iman eden
kimseler de imanın aslında eşittirler.[140] Gerçekte
müminlerin arasındaki üstünlük ise takva Allah’a karşı gelmekten korkmak, nefsi
arzulara uymamak ve daha layık olana sımsıkı bağlanmak suretiyle elde
edilir.
Müminlerin tümü Allah’ın
dostudur. Allah katında en değerlileri ise daha itaatkar olanları ve Kur’an’a en
çok uyanlarıdır.
İman konuları, Allah’a
meleklerine kitaplarına peygamberlerine ahiret gününe iman etmek öldükten sonra
dirilmeye, kader yani hayır ve şer acı ve tatlı her şeyin Allah’tan geldiğine
inanmaktan ibarettir.
Biz bunların tümüne iman
ederiz ve Allah’ın peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırd etmeyiz.
Hepsinin de Allah’tan getirdiği şeyleri tasdik ederiz.
Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in
ümmetinden olan büyük günah sahipleri tevbe etmemiş bile olsalar, iman edip
Allah’ı tanıdıktan sonra tevhid inancına sahip olarak öldüklerinde cehennemde
ebedi bırakılmazlar. Bunlar Allah’ın dilemesi ve hükmüne tabidirler. İsterse
onları kitabında:
“Şüphesiz ki Allah kendisine ortak
koşulmasını affetmez. Bunun dışında dilediği kimseyi affeder” (Nisa, 4/48)
şeklinde buyurduğu gibi fazileti ile affeder ve bağışlar; isterse onlara adaleti
ile cehennemde azap eder daha sonra da bunları cehennemden kendi rahmeti
itaatkar kimselerden olan şefaatçilerin de şefaati ile çıkartır ve cennetine
gönderir. İşte Allah’ın bu muamelesi kendini tanıyanların dostu olmasından ve bu
kullarını Allah’ın hidayetini yitiren O'nun dostluğuna erişemeyen inkarcı
kimseler gibi bir tutmamasından ileri gelir.
Ey İslam’ın ve
müslümanların sahibi olan Allah’ım bizi İslam’dan ayırma.
Ehli kıbleden olan her
iyi ve facir kişinin arkasında namaz kılmayı ve bunlardan ölenlerin cenaze
namazını da kılmayı da caiz görürüz.
Ehli kıbleden hiç birini
ne cennete sokar ne de cehenneme atarız. Onlardan şirk, küfür ve nifak gibi her
hangi bir şey belirmediği müddetçe kafir olduklarına, şirk koştuklarına ve
münafık olduklarına şehadet etmeyiz. Onların gizli kalan şeylerini Allah
Teala’ya bırakırız.
Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in
ümmetinden, katli vacip olanlar hariç hiç birine kılıç çekmeyi caiz
görmeyiz
Devlet idarecimiz olan
imamlarımıza ve işlerimizi üslenen yöneticilerimize zulmetseler bile karşı çıkıp
isyan etmeyiz. Aleyhlerinde bulunmayız ve onlara itaat etmekten geri durmayız.
Günah işlemeyi emretmedikleri müddetçe onlara itaat etmeyi yüce Allah’a itaat
etmek gibi farz biliriz. Onların islah olmaları ve düzelmeleri için dua
ederiz.
Sünnete ve ehli sünnet
cemaatine uyar, ayrılıktan, ihtilaftan ve parçalanmaktan
kaçınırız.
Adil davranan ve emanete
riayet edenleri sever, zulüm işleyen ve emanete hainlik edenlere kalben kin
besleriz.
Bilinmesi bize karışık
ve güç gelen şeyler hususunda Allah daha iyisini bilir der ve öylece
inanırız.
Hadisi şerifte
anlatıldığı gibi yolculukta ve mukım iken mestler üzerine meshetmeyi caiz
görürüz.
Hac ve cihad
müslümanların imamlarından ister iyi, ister facir olsun ulülemir ile birlikte
kıyamete kadar devamlı yapılacak olan iki farzdır. Bu iki farz ibadetini hiç bir
şey iptal edemez ve kaldıramaz.
Kiramen katibin
meleklerine ve Allah’ın onları üzerimize koruyucu ve yaptıklarımızı yazan
şerefli varlıklar olarak tayin ettiğine iman ederiz.
Bütün canlıların
ruhlarını almakla görevlendirilmiş olan ölüm meleğine iman
ederiz.
Hak edenlerin kabir
azabı ve nimetini göreceğine; Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in
hadisleri ile ashabından (radiyallahu
anh) gelen haberlere göre ölüye kabrinde Münker ve Nekir meleklerinin
kişinin Rabbinden, dininden ve peygamberinden süal soracağına da iman
ederiz.
Kabir ise ya cennet
bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir
çukurdur.
Öldükten sonra
dirilmeye, kıyamet günü amellerin karşılığının verileceğine, dünyada yapılan
amellerin sunulacağına, hesabın görüleceğine, amel defterinin okunacağına,
sevaba, azaba, Sırata ve Mizana iman ederiz.
Cennet ve cehennem
yaratılmış olup ebediyyen sona ermez. Allah cennet ve cehennemi mahlukattan önce
yaratmıştır. Bu ikisine girecek olanları da yaratmıştır. Öyleyse bu kimselerden
dilediğini fazileti ile cennete atar dilediğini de adaleti ile cehenneme atar.
Zaten insanlardan her biri kendileri için takdir edilmiş bulunan cennet yahut
cehennemi hak edecek olan işleri yaparlar.
Hayır ve şerde önceden
kullar hakkında takdir ve tayin olunmuştur.
Fiilin meydana gelmesi
için gerekli olan istitaat (yani kudret ve kuvvet) fiil ile beraber bulunur. Bu
istitaat fiiilin meydana gelmesi için kesin başarı açısından söz konusu olup
bununla mahlukatın vasfolunması caiz değildir. Fakat sıhhat, güç, fiile
elverişli durum ve azaların sağlam oluşu cihetinden söz konusu olan istitaat
fiilden önce bulunur. Kişiyi sorumlu tutan hitap ta bunlara bağlıdır. Nitekim
Yüce Allah:
“Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği ile
mesul tutar.” buyurmuştur. (Bakara: 2/286)
Kulların fiilleri
Allah’ın yarattığı şeyler olup kullar açısından da kendilerine mal ettikleri
işleridir.
Allah Teaala kulları
ancak güç yetirebilecek şeylerden sorumlu tutar. Onlar da Allah’ın kendilerini
muktedir kıldığı şeylere güç yetirebilirler. Bu da (la havle ve la kuvvete illa
billah) “Güç ve kuvvet ancak Allah’tan
dır” sözünün tefsiridir. Allah’a isyan etmekten korunmak için hiç bir
kimsenin Allah’ın yardımından başka ne bir kudreti ne bir hareketi ve ne de bir
çaresi mevcut değildir. Yine bir kimsenin Allah’a itaat etmesi ve itaatinde
devam etmesi için Allah’ın muvaffak kılmasından başka bir kudreti
yoktur.
Her şey Allah Teala’nın
dilemesiyle, ilmi kazası ve kaderi ile meydana gelir. Allah’ın dilemesi her
türlü dilek ve iradeye üstün çıkar. Yine onun kazası her çeşit hile ve çareye
galip gelir. Allah dilediği şeyi yapar ve ebediyyen de zalim değildir. O her
türlü kötülük ve zulümden uzaktır. Her çeşit ayıp ve kusurdan beridir. Allah
yaptıklarından sorumlu değildir; kullar ise yaptıklarından
sorulacaklardır.
Sağ olanların yaptıkları
dua ve verdikleri sadakalarında ölüler için fayda vardır.
Allah Teaala duaları
kabul eder ve ihtiyaçları giderir.
Allah her şeyi mülk
edinir. Buna karşılık hiç bir şey Onu mülk edinemez. Allah’a göz açıp yumacak
kadar bir zaman için bile ihtiyaç duymamak olacak şey değildir. Kim Allah’tan
bir an bile müstağni kalacak olursa küfre girer ve hüsrana uğrayanlardan
oluverir.
Allah Teala hem gazaba
gelir kızar ve hem de razılık gösterip hoşnut olur. Fakat Onun kızması ve razı
olması insanlardan hiç birininkine benzemez.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabını
sever onlardan hiç birinden uzaklaşmaz ve sevgisinde de aşırı gitmeyiz.
Onlara buğz edenlere ve
onları hayır dışında bir şeyle ananlara biz de buğzederiz. Biz Sahabeyi ancak
hayırla yadederiz. Onları sevmek din, iman ve dinde samimiyet; onlara buğzetmek
ise küfür, münafıklık ve azgınlıktır.
Allah Rasulünden sonra
hilafetin ümmet-i Muhammedin en faziletlisi ve en önde geleni olarak Ebu Bekir’e
(radiyallahu anh) ait olduğunu, ondan
sonra Ömer b. el-Hattab’a (radiyallahu
anh) ondan sonra Osman b. Affan’a (radiyallahu anh) sonra da Ali b. Ebi
Talib’e (radiyallahu anh) ait
olduğunu kabul ve beyan ederiz. Bunlar Hulefa-i Raşidin ve insanları doğruya ve
hidayete erdiren imamlardır. Allah hepsinden razı olsun.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in
cennetlik dediği ve cennete gireceklerini müjdelediği on kişinin Rasulullah’ın
şehadeti üzerine cennete gireceklerini müjdelediği on kişinin Rasulullah’ın
şehadeti üzerine cennete gireceklerine şahidlik ederiz. Bu konuda Peygamberin
sözü haktır. Bu on kişi de şunlardır: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha,
Zübeyr, Sa’d, Said, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. Cerrah’tır ki O bu
ümmetin eminidir. Allah hepsinden razı olsun.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabı
ezvac-ı tahiratı (temiz zevceleri) ve zürriyetleri hakkında güzel söz söyleyen
nifaktan uzak durmuş demektir.
Sahabe Tabiun ve
onlardan sonra gelen hayır ve eser sahibi fıkıh ve düşünce ehli olan selef
alimleri de ancak güzellikle yadedilirler. Kim onları kötülükle anarsa doğru
yoldan çıkmış demektir.
Evliyadan hiç birini
peygamberlerden (aleyhisselam) hiç
birine üstün tutmayız. Bize göre bir tek peygamber bütün velilerden daha
üstündür.
Evliyanın
kerametlerinden ve güvenilir ravilerden ulaşan rivayetlerine ait şeylere iman
ederiz.
Deccal’in çıkmasına, İsa
(aleyhisselam)’ın gökten inmesine
iman eder ve yine kıyamet alameti olarak güneşin batıdan doğacağına ve
Dabbetü’l-Arz’ın yerinden çıkacağına inanırız.
Kahin ve müneccim ile
kitap sünnet ve icmai ümmete muhalif herhangi bir şey iddia edenleri asla tasdik
etmeyiz.
Birliği ve beraberliği
hak görür parçalanmayı sapıklık ve azap olarak görürüz.
Gök ve yerde Allah’ın
dini tektir o da İslam dinidir. Nitekim Allah Teala: “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır”
(Al-i İmran, 3/19) ve yine “Din olarak
size İslam’ı seçtim.” (Maide,
5/3) buyurmuştur.
İslam Dini, ifrat ile
tefrit, Allah’ı mahlukata benzetme inancı ile Allah’ın sıfatlarını inkar
etmenin; Cebriyye ile Kaderiyye ve aldırmayacak kadar emin davranma ile
ümititsizlik arasında orta bir yoldur.
İşte gizli ve açık
olarak dinimiz ve itikadımız bundan ibarettir. Biz, buraya kadar söylediğimiz ve
açıkladığımız inanç esaslarına aykırı düşünenlerden
uzağız.
Allahu Teala’dan İslam
üzerine devamlı kalmamızı ve son nefesimizi İslam ile yaşamamızı diler, bizleri
çeşitli batıl arzulardan, yanlış fikirlerden, Müşebbihe, Mutezile, Cehmiyye,
Kaderiyye’ye sapıp Ehli Sünnet ve’l Cemaat’in dışına sapmaktan korumasını niyaz
ederiz. Biz onlardan uzağız. Onlar, bizce sapıktırlar. Ve kabule şayan
değillerdir.
Batıldan korunmak ve Hak
yolda muvaffak olmak Allah’tandır.[141]
İmam’ı Malik’in İtikadından Bazı Cümleler:
İmam (radiyallahu anh)’ın bu konudaki bazı
sözleri şöyledir:
“..Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu sözü
tevhiddir. ‘La ilahe illallah deyinceye
kadar insanlarla savaşmakla emrolundum’[142] Mal ve kanı
koruyan tevhid hakikatıdır.
“Allah göktedir ve ilmi
her yerdedir”[143]
“Kur’an Allah’ın
kelamıdır ve Allah’ın kelamı Ondandır ve mahluk değildir”[144]
“Kim Kur’an mahluktur
derse dövülür ve tevbe edinceye kadar hapse atılır.”[145]
“Dilersek itaat ve
dilersek de isyan ederiz diyenler Kaderiyye mazhebindendirler”[146]
“Onlar hakkındaki
görüşüm şudur: Tevbeye çağrılırlar, tevbe etmedikleri taktirde öldürülürler.”[147]
“Bidatine çağıran
Kaderî, Haricî ve Rafizilerin tanıklıkları caiz değildir”[148]
“İman söz ve ameldir,
artar ve eksilir.”[149]
“Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sonra
insanların en hayırlısı Ebu Bekr, sonra Ömer, sonra da zulmen öldürülen
Halife’dir...”[150]
“Kim Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
ashabına saygısızlık eder veya müslümanlara kin beslerse ona müslümanların
fey’inden hiçbir hak yoktur.
“Bunların arkasından
gelenler şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı
kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!
Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” ” (Haşr, 59/10).
Sahabeye düşmanlık ve
kin besleyenlerin fey’den hiçbir hakları yoktur.[151]
“Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
ashabına kin güdenler şu ayeti kerime ile muhatap olurlar:
“Muhammed Allah’ın
elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında
merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan
lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların
Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp
çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş
bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları
çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi
işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Feth, 48/29)[152]
“Din hakkında kelam ve
söz mekruhtur. Memleketimiz alimleri tıpkı Cehmiyye ve Kaderiyye ve bunlara
benzer diğer fırkalar gibi kelam etmeyi hoş görmezler. Allah ve din hakkında
amele iletmeyen kelam konuşmaktansa susmayı tercih ederim.”[153]
“Bidatten ve bidat
ehlinden şiddetle kaçınınız ki onlar Allah’ın sıfatları, kelamı, ilmi ve kudreti
hakkında konuşurlar da sahabe ve tabiinin sükut ettiği bu konularda sükut
etmezler.[154]
İmamı Şafii’nin İtikadı:
İmam Şafii (radiyallahu anh) şöyle dedi: “Allah’a
hamd olsun ...Ki o kendisini tanımladığı gibidir ve halkın tanımlamalarının
üzerindedir.”[155]
Benim de benimsediğim,
Süfyan ve Malik gibi gördüğüm ve ilim aldığım ehli hadisin, sünnet konusundaki
görüşleri şudur: Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmek ve Cenabı Hakk’ın gökte arşında olduğuna
ve kullarına dilediği gibi yaklaştığına ve yine dilediği gibi dünya semasına
indiğine inanırız.”[156]
“Kur’an’ın ve sünnet’in
isbat ettiği bu sıfatları biz de ispat ediyor ve Allah kendi zatından uzak
tuttuğu gibi, biz de teşbihi ondan uzak tutuyoruz. Allah’ın bir benzeri
yoktur.”[157]
“Allah’ın kitap ve
sünnet’te bildirilen isim ve sıfatları vardır. Bu isim ve sıfatlar kendisine,
kitab ve sünnet hüccetleriyle sabit olduğu halde kim bunlardan birisini inkar
ederse kafir olur. Ancak haber cihetiyle hüccet sabit olmamış ise, bu durumda
cehaleti nedeniyle mazurdur. Çünkü bu gibi şeylerin akıl, fikir yürütmekle
bilinmesi mümkün değildir. Cenabı Hakkın işitici olduğu, veya iki eli olduğu
haberleri de böyledir. Hakk Teala şöyle buyurdu:
“ Bilâkis, Allah’ın
elleri açıktır, dilediği gibi verir.” (Maide,
5/64).
Ve şu kavli ile Allah’ın
sağı vardır:
“Gökler O’nun sağ eliyle
dürülmüş olacaktır.” (Zümer,
39/67).
Ve vechi vardır:
“O’nun vechinden başka
her şey yok olacaktır.” (Kasas,
28/88).
“Ancak azamet ve ikram
sahibi Rabbinin vechi bâki kalacak”. (Rahman, 55/27)....”[158]
“Ve kulların dilemeleri
Allah’ın dilemesiyledir. Kullar ancak Alemlerin Rabbinin dilediklerini
dileyebilirler ve kendi amellerini yaratamazlar. Her şey gibi kulların fiileri
de Allah tarafından yaratılmıştır. Hayrı ve şerri ile kader Allah’tandır. Kabir
azabı, kabirdekilerin sorguya çekilmeleri, diriliş, hesap, cennet, cehennem ve
hakkında sünnetlerin bulunduğu bu gibi şeylerin tamamı haktır.”[159]
“İman söz, amel ve kalp
ile itikattır. Cenabı Hakkın şu sözünü görmüyor musunuz?! “Allah sizin imanınızı asla zayi edecek
değildir.” Bu ayeti kerimede Beytu’l Makdise yönelinerek kılınan namazlar
iman olarak ifade edilmiştir. Namaza imam denilmiştir ki o da, söz, amel ve
inançtır.[160]
“İman söz ve ameldir.
Artar ve eksilir.”
“...Kendisinden başka
ilah olmayan Allah’a iman, amel derecelerinin en yükseğidir ve en şereflisidir.
İmanın çeşitli halleri, dereceleri ve tabakaları vardır ki bunlardan bazıları
şudur: Tamamı tam olan, eksiği açık olan ve tercih edilip tercihi fazla
olandır....Allah’ın kulları için kıldığı farzların en büyüğü imandır. Allah
imanı insanın değişik organlarına muhtelif işlevler görecek tarzda farz
kılmıştır.
Bu organlardan bir
tanesi kalptir ki insan onunla akıl ve idrak edip, onunla anlar. Kalp beden
ülkesinin emirlerine itaat edilen padişahıdır.
Diğer organlarından
bazıları ise kendisiyle gördüğü iki gözü, işittiği kulakları, tuttuğu elleri,
kalp ve dilin isteklerini yerine getiren ferci ve yüzünün olduğu
başı.
Tüm bu organların
farzları ayrı ayrıdır.
Allah’ın kalbe yüklediği
iman farzına gelince: Allah’tan başka ilah olmadığına, şerikinin bulunmadığına,
eş ve çocuk edinmediğine, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in onun
kulu ve elçisi olduğuna ikrar getirmek, buna inanmak, rıza ve teslimiyet
göstermektir. Ve de Allah tarafından gönderilen tüm peygamberler ve kitapları ve
bunların getirdiklerini kabul etmektir. İşte Allah’ın kalbe farz kıldığı iman ve
kalbin ameli budur:
“Kim iman ettikten sonra
Allah’ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka-
fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah’ın gazabı bunlaradır; onlar için
büyük bir azap vardır.” (Nahl,
16/106)
“Bilesiniz ki, kalpler
ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 13/28)
“İçinizdekileri açığa
vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba
çekecektir.” (Bakara, 2/284).
İşte kalbin imanı ve
ameli budur.
Allah’ın dile yüklediği
farz: Kalbin inancını söz ve ifadeye dökmektir. Hakk Teala şöyle buyurdu:
“... inandık ve biz
sadece Allah’a teslim olduk” deyin.”(Bakara, 2/136).
“İnsanlara güzel söz
söyleyin” (Bakara, 2/83).
Allah’ın dile yüklediği iman farzı budur.
İşitme organlarının
farzı: Allah’ın haram kıldığı şeyleri
dinlemekten kaçınmasıdır. Hakk Teala şöyle buyurdu:
“O (Allah), Kitap’ta
size şöyle indirmiştir ki: Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla
alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya
geçinceye) kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi
olursunuz.” (Nisa, 4/140)
Fakat unutularak
yapılanlar mazur görülmüştür.
“Ayetlerimiz hakkında
ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar
onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o
zalimler topluluğu ile oturma.” (Enam,
6/68)
“Tâğut’a kulluk etmekten
kaçınıp, Allah’a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele:
kullarımı ki, onlar sözü
dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın doğru yola
ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.” (Zümer,
39/17-18)
“Gerçekten müminler
kurtuluşa ermiştir;
Onlar ki, namazlarında
huşû içindedirler;
Onlar ki, boş ve
yararsız şeylerden yüz çevirirler;
Onlar ki, zekâtı
verirler” (Müminun, 23/1-4)
“Onlar, boş söz
işittikleri zaman ondan yüz çevirirler” (Kasas,
28/55)
İşte işitme organının
görevleri de şunlardır.
Gözlerin farzları:
Onlarla Allah’ın haram kıldığı şeylere bakmaktan sakınmaktır. Hakk Teala şöyle
buyurdu:
“(Resûlüm!) Mümin
erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle.
Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların
yapmakta olduklarından haberdardır.
Mümin kadınlara da
söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini
esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir
etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları,
babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek
kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi
kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri),
erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut
henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan
başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın
diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda
yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa
eresiniz.” (Nur, 24/30-31)
İmam yine şöyle dedi: “Gözleri haramdan sakındırmak da imanın
bir gereğidir.”
Şu ayeti kerime kalp,
işitme ve görme duygularına birden hitap etmektedir.
“Hakkında bilgin
bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan
sorumludur.” (İsra, 17/36)
Fercin farzı, onu
Allah’ın haram kıldıklarından temastan korumaktır.
“Ve onlar ki,
iffetlerini korurlar” (Müminun,
23/5).
“Siz ne kulaklarınızın,
ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden
sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.”
(Fussilet, 41/22).
Burada derilerden
maksat, insanların ferçleri, yani iffet yerleridir.
Ellerin farzları:
Allah’ın haram kıldıklarına dokunmamak ve onlarla Allah’ın emrettiği sadaka,
sılayı rahim ve cihad görevlerini ifa etmektir. Bu hususta Cenabı Hakk şöyle
buyurdu:
“Ey iman edenler! Namaz
kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi,
başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp oldunuz
ise, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz
tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme
yapmışsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de
yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi
bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği)
nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz.” (Maide 5/,6).
“(Savaşta) inkâr
edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup
sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya
karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin.” (Muhammed, 47/4)
Çünkü ellerin ilacı
vurmak, harb, sadaka ve sılayı rahimdir.
Ayakların farzları:
Allah (cc)’ın haram kıldığı şeylere
yürümemektir:
“Yeryüzünde böbürlenerek
dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla
ululuk yarışına girebilirsin.” (İsra, 17/37)
Yüzün farzı: Gece,
gündüz ve namaz vakitlerinde Allah’a secde etmektir.
“Yeryüzünde böbürlenerek
dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla
ululuk yarışına girebilirsin.” (Hacc,
22/77)
“Mescidler şüphesiz
Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın (ve kulluk
etmeyin)” (Cinn, 72/18).
Mescid, Ademoğullarının
namazlarında secde ettikleri yerlere denilir.
İşte Allah’ın bu
organlara kıldığı farzlar bunlardır.”
Allah (cc) kitabında temizlik ve namazları
iman olarak isimlendirdi. Kıblenin yönü Mescidi Haram’a çevrilmeden önce
müslümanlar 16 ay boyunca Mescidi Aksa’ya yönelerek namaz kılmışlardı. Kıblenin
değişmesinden sonra müslümanlar Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gelerek
“Ya Resulallah! Daha
önceki namazlarımızın durumu ne olacak?” diye sordular. Bunun üzerine Hakk Teala
şu ayeti kerimeyi indirdi:
“Allah sizin imanınızı
asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve
merhametlidir.” (Bakara, 2/143).
Böylece namaz iman
olarak isimlendirildi. Kim namazlarını ve organlarına yüklenen farzları muhafaza
ederek Allah’a kavuşursa imanını kemale erdirmiş olarak kavuşmuş ve cennete
girmiş olur. Bunlardan bazılarını kasten terkederek Allah’a öylece kavuşmuş
olanlar ise, Allah’a nakıs bir imanla gitmiş olurlar. İmam şöyle dedi: “İman’ın
eksik ve tamamı böyle ise, ziyadeliği nasıldır?”
İmam’ı Şafii şöyle dedi:
Cenabı Hakk yüce kitabında şöyle buyurdu:
“Herhangi bir sûre
indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: “Bu sizin hanginizin imanını
artırdı?” İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanlarını artırır ve onlar
sevinirler.
Kalplerinde hastalık
(kâfirlik ve münafıklık) olanlara gelince, onların da inkârlarını büsbütün
artırır ve onlar artık kâfir olarak ölürler.” (Tevbe,
9/124-125).
“Hakikaten onlar,
Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini
arttırdık.” (Kehf,
18/13).
Şafii şöyle dedi: İmanda
eksiklik ve ziyadelik olmasaydı insanlar bu konuda eşit olurlardı ve üstünlük
olmazdı. Fakat imanın tamamı ile müminler cennete girer ve imanlarındaki
üstünlüğe göre cennette derece kazanırlar. İmanları noksan olanlar ise
cehennemle cezalandırılırlar.
Şafii şöyle dedi: Tıpkı
atların yarışmaları gibi kullarda iman ve amelde yarışırlar ve yarışmadaki
başarılarına göre derece ve mükafat alırlar. Ümmetin tüm fertleri bu şekilde bir
müsabaka ve buradaki başarılarına göre derece sahibidirler. Herkes kendi
derecesine göre üstünlük kazanır.”[161]
“Allah (cc) Kur’an, İncil ve Tevrat’ta
Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in ashabını övdü. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’de onların
fazilet ve üstünlüklerini beyan etti ki onlardan sonra hiç kimsenin onların
derecelerine ulaşması mümkün değildir. Sıddıklar, şehidler ve salihlerin en
üstün mertebesinde onlar bulunmaktadırlar. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
sünnetlerini onlar bize ulaştırdılar. Vahyi bizzat yaşayıp anlamlarını direkt
Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve
sellem)’den öğrendiler. Bizim bildiklerimiz ve bilmediklerimizin tamamını
onlar bildiler. İlim ve ictihad, vera ve akıl, istidrak ve istinbat bakımından
onlar bizden üstündürler. Onların görüşleri bize bizim kendi görüşlerimizden
daha evladır.”[162]
“Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sonra
insanların en üstünü Ebu Bekr, sonra Ömer sonra Osman ve sonra Ali’dir.
(radiyallahu anhüm)[163]
“Ebu Bekr’in hilafeti
haktır. Allah gökte böyle hükmetmiş ve yerde insanların kalplerini bu hükmü
üzerine toplamıştır.”[164]
“...Kim iman sözdür
derse o Mürceî, kim Ebu Bekr ve Ömer imam değildir derse o Rafizî, ve kim de
meşieti kendisinde gösterirse o da Kaderî’dir.”[165]
“Şirk hariç hiçbir günah
kelamdan daha büyük değildir.”[166]
“Şirk hariç, kulun
Allah’a tüm günahlarla kavuşması hevasından bir şeyle kavuşmasından daha
hayırlıdır.”[167]
“Bir ucundan kelama
bulaşıp da sonra felah bulan hiç kimse görmedim”[168]
İmam Ahmed’in İtikadı:
İmam Ahmed’in itikat
konusundaki sözlerini ihtiva eden en önemli eser İmam Hallal’ın “es-Sünnet”
isimli kitabıdır. Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye şöyle dedi: “Ahmed’in usulu’d din
konusundaki sözlerini Ebu Bekr Ahmed b. Muhammed b. Harun el- Hallal
toplamıştır.[169] Burada İmam
Ahmed’in itikadı ile ilgili olarak iki metin nakletmekle yetineceğiz .Bunlardan
biri Abdus b. Malik’in İmam Ahmed hakındaki risalesidir ki bunu Tabakat’l
Hanabile (1/241) de İmam İbn Ebi Yala, Şerhu İtikad (1/156) da İmam Lalkaî ve
Menakibu İmam Ahmed (sh.216) ‘de İbn Cevzî ve başkaları rivayet ettiler.[170]
Bu konuda ayrıntılı
bilgi için “el-Mesailu ve’r Resailu’l Merviyye an İmam Ahmed fi’l Akide” isimli
esere müracaat edilebilir.[171]
İmam Lalkaî senedi ile
Abdus b. Malik’den şöyle rivayet etti. Abdus şöyle dedi: İmam Ahmed b. Hambel’in
şöyle dediğini işittim: “Bizde usulu’s sünnet şudur: Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
ashabının görüşlerine sarılmak, onların yolundan gitmek ve bidatleri
terketmektir. Çünkü her bidat bir dalalettir... Aynı zamanda husumeti, heva ehli
ile beraber olmayı, cidali ve din hususunda husumeti terk etmektir. Sünnet,
Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in sözleri, Kur’an’ın tefsiri ve delilleridir. Sünnette kıyas olmaz,
misal verilemez. Sünnet akıl ve heva ile idrak edilemez. Bilakis o ittiba ve
hevayı terkten ibarettir.
Sünneti lazime'den bir
de hayrı ve şerri ile kadere iman ve bu konuda varid olan hadisleri tasdiktir.
Kişi inandığı halde bundan bir haslet terk ederse bunun ehlinden değildir. Bu
konuda niçin ve nasıl soruları sorulmamalı, sadece iman ve tasdik edilmelidir.
Bu konuda varid olan hadisin tefsiri bilinmese dahi akla uyuyor ise ona iman ve
teslimiyet gösterilmelidir. Kader ve ruyet konusundaki bazı hadisler bu
kabildendir. Sikattan geldiği halde akla aykırı gözüken hadislere de yine iman
etmek ve bu konuda tartışma ve cedele girmemek gerekir. Kader, Ruyet ve Kur’an
ve diğer sünnet meselelerinde kelam yapmak mekruh ve yasaktır. Kelamcı bazı
sözlerinde isabet etse de, kelam ve cidalı terk edip, hadislere uymadıkça ehli
sünnet değildir. Kur’an Allah’ın kelamıdır ve mahluk değildir. Bu konuda bidate
sapanlarla kesinlikle tartışmaya girme. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den gelen
sahih hadislerde geldiği gibi kıyamet günü Allah’ın görüleceğine (ruyet) ve
Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in Rabbini gördüğüne inanmak gerekir. Bu konudaki hadisler sahihtir.
Katade İkrime’den O da İbn Abbas’dan rivayet etti. Ve Hakem b. Üban İkrime’den O
da İbn Abbas’dan rivayet etti. Ve yine Ali b. Zeyd Yusuf b. Mihran Oda İbn
Abbas’dan rivayet etti. Bizice hadis Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den
geldiği gibi zahiri üzerinedir ve bu konuda kelam etmek bidattir. Geldiği gibi
zahirine inanırız ve bu konuda kimseyle tartışmayız.
Kıyamet günü mizanına
yani insanların amellerinin tartılacağına inanırız. Biz eserde de[172] varid olan bu
hususa inanır ve bunu tasdik ederiz, inkar edenlerden yüz çevirir ve onlarla bu
konuda bir tartışmaya girmeyiz. Ve yine Allah’ın kıyamet günü, O ve kulları
arasında hiçbir tercüman bulunmaksızın, kullarıyla konuştuğuna inanır ve bunu
tasdik ederiz.
Ve yine Havz’a ve
hadislerde geldiği gibi Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
ümmetini etrafında topladığı, genişlik ve uzunluğu aynı olan büyük bir havuzu
olduğuna inanırız.
Kabir azabına ve ümmetin
kabirde fitneye maruz kalacağına, Allah’ın dilediği ve irade ettiği şekilde
Münker ve Nekir melekleri tarafından iman, İslam, Rabbinin ve peygamberinin kim
olduğu konularında sorgulanacağına iman ve tasdik ederiz.
Ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
şefaatine iman ederiz.
Bir topluluğun eserde de
geldiği gibi, Allah’in dilediği şekilde cehennemde yanıp kömürleştikten sonra,
cennete gireceklerine iman ederiz.
Deccal’in iki gözü
arasında “kafir” olarak yazılmış olduğu halde geleceğine ve bu konuda varid olan
hadislere İsa (as)’ın inip onu öldüreceğine iman ederiz.
İman söz ve ameldir,
artar ve eksilir. Hadislerde şöyle varid olmuştur:
“Müminlerin ahlak
bakımından en kamili, ahlak bakımından en güzel olanlarıdır.”[173]
“Kim namazı terk edere
muhakkak ki küfretmiş olur”.
Namaz dışında terki
küfür olan başka hiçbir amel yoktur. Kim namazı terkederse o kafirdir ve
öldürülmesi helaldir.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sonra
bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekr es-Sıddik, sonra Ömer b. Hattab sonra da Osman
b. Affan’dır. Peygamber (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in ashabı gibi, biz de o üçünü takdim ederiz.
Bu üçünden sonra
üstünlük beş kişilik şura heyetindedir ki onlar da şunlardır: Ali b. Ebi Talib,
Zübeyr, Talha, Abdurrahman b. Avf, Sad b. Ebi Vakkas. Bunların tamamı Hialafete
ehil ve imam zatlardır. Bu konuda İbn Ömer’in hadisi delildir:
“Resulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) hayatta iken dahi ümmetin efdali olarak Ebu Bekr sonra Ömer
sonra Osman’ı görürdük ve sonraki konusunda sukut ederdik.”[174]
Şura ashabından sonra
fazilet sırasında, Bedir ehli Muhacirler ve sonra da Bedir ehli Ensar gelir.
Onlardan sonra da Müslüman olma ve hicret etme önceliğine göre Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in diğer
ashabı gelir. Velev ki bir saat dahi Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
sohbetinde bulunan veya gören kimse Onun sahabesi sayılır. Bunlar arasındaki
fazilet müslüman olma önceliği ve daha fazla sohbetinde bulunma önceliğine
göredir. İman ettiği halde gözleriyle bir saat dahi Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i görme
şerefi kazanmış an alt derecedeki bir sahabi dahi, tabiinin en üst derecesinde
bulunan bir müslümandan daha faziletlidir.
İmamları dinleyip itaat
etmek gerekir. Emiru’l Müminin: Müttaki veya facir, hilafet makamına oturan ve
insanlar tarafından kabul edilip, rıza gösterilen kimsedir. Kılıç zoruyla bu
makama geçen kişi de Emiru’l Müminin olarak isimlendirilir. Takvalı veya
günahkar olsun, Emiru’l Mümininle beraber cihad etmek kıyamete kadar bakidir ve
yürürlüktedir; terkedilemez.
Fey’in dağıtımı ve
hadlerin ikamesi İmam’ın yetkisindedir. Bu konuda kimsenin onlara karşı çıkma
hakkı yoktur. Zekatların da onlara verilmesi caiz ve uygundur. Müttaki veya asi
olsun, zekatlarını onlara veren sorumluluğunu yerine getirmiş olur. Cuma
namazını iki rekat olarak onların veya görevlendirdikleri şahsın arkasında
kılmak caizdir. Kim Cumayı onların arkasında kıldıktan sonra tekrar iade ederse
bidat işlemiş ve sünnete muhalefet etmiştir. Cuma namazının faziletinden yoksun
kalmıştır. Sünnet, cumayı Müttaki veya facir imamın arkasında iki rekat olarak
kılmak ve bunun tam olduğuna inanmaktır. Bu konuda şüpheye kesinlikle yer
yoktur. Herhangi bir şekilde hilafeti elinde bulunduran ve insanların da
kendisini halife olarak benimsedikleri müslümanların imamına isyan bayrağı
kaldırmak caiz değildir ve sünnete aykırıdır. Asi bu hal üzere ölürse cahiliyye
üzere ölmüş gibidir. Sultana karşı çıkmak ve onunla savaşmak hiç kimseye helal
değildir. Bunu yapan kimse sünnete muhalif bir bidatçidir. Malı ve canına karşı
saldırıya uğrayan kişinin kendini savunması ve bu yolda savaşması caiz ve
haktır. Fakat kaçan saldırganları takip etme ve yakalama işi, müslümanların
İmamı ve diğer yöneticilerine aittir. Canını ve malını savunurken öldürülen
kişinin, hadislerde de geçtiği gibi şehid olarak gitmiş olduğu umulur. Bu
konudaki naslardan şu hükümler anlaşılmaktadır: Saldırıya uğrayanların saldırgan
bağilerle savaşmaları caizdir. Fakat kaçtıkları zaman onları takip etmek veya
yenildikleri zaman öldürmek veya had uygulamak şahısların hakkı değildir. Esir
alınan bağiler, muhakeme edilmek üzere yöneticilere teslim
edilir.
Kıble ehlinden muayyen
kimsenin kesin olarak cennete veya cehenneme gireceğine şehadet etmeyiz.
Fakat salih amel
sahibinin cennete gireceğini ümid eder ve cehenneme girme ihtimalinden de
korkarız. Günahkarların da cehenneme girmesinden korkar fakat aynı zamanda onlar
için rahmet ümid ederiz. Günah işleyen cezasını görür, tevbe eden affolunur.
Allah kullarının tavbelerini kabul eder ve günahlarını bağışlar. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in haber
verdiği gibi, işlediği suçtan dolayı dünyada kendisine had uygulanan kimseye bu
had günahından kefaret olur. Günahlara dalıp, tevbe etmeden ölen kimsenin işi
Allah’a kalmıştır; dilerse ona azab eder ve dilerse de affeder. İtiraf ettiği
veya delillerle tesbit edildiği zaman zina eden evli kimselerin recmedilmeleri
haktır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem) ve Raşid Halifeler recm cezasını tatbik etmişlerdir. Herhangi bir
sebepten dolayı Resulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in ashabına saygısızlık eden veya onlara kin besleyen
kimse bu tavrından vazgeçmedikçe bidat ehlindendir. Nifak (münafıklık),
Allah’tan başkasına taptığı ve inanmadığı halde inanıyormuş gibi görünmektir ki
bu da kesin küfürdür. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
dönemindeki münafıklar da böyle yapıyorlardı. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle
buyurmuştur:
“Şu üç haslet kimde
bulunursa o münafıktır...”[175]
Bu ve aşağıdaki şu sahih
hadislerin tefsirlerini bilmesek de bunlara iman ederiz.
Bu nevi hadislerden
bazıları şöyledir:
“Benden sonra birbirinizin boynunu vurarak
küfre dönmeyin.”[176]
“İki müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya
gelirlerse katil de maktul da cehennemdedir.”[177]
“Müslümana sövmek fısk ve onu öldürmek
küfürdür.”[178]
“Kim kardeşine ‘Ey kafir’ derse ikisinden
biri kafirdir.”[179]
“Nesebden teberrü eden küfretmiştir, incelse
de.”[180]
Bu ve benzer diğer sahih
hadislere bir açıklama getiremesek de iman ederiz; fakat bu konuda kimseyle
tartışma ve cedele girmeyiz.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in de
hadislerinde buyurduğu gibi, cennet ve cehennem mahlukturlar ve halen yaratılmış
olarak mevcutturlar:
“Cennete girdim ve bir
saray gördüm”, “Ve kevseri gördüm”, “Cehenneme baktım ve içindekilerin çoğunun
kadınlardan olduklarını gördüm”.
Kim cennet ve cehennemin
yaratılmadığını iddia ederse Kur’an’ı ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in
hadislerini yalanlamış olur. Bu kişinin cennet ve cehenneme inandığını
sanmıyorum. Kıble ehlinden ölen kimsenin cenaze namazı kılınır ve onun için
mağfiret dilenir. Büyük veya küçük günahlarından dolayı hiçbir kıble ehlinin
cenaze namazı terk edilmez. Hesabı ise Allah’a kalmıştır.
İki: İmamı Ahmed’in
İtikadı ile ilgili olarak aktaracağımız ikinci metin, İmam Ahmed’in Müsedded b.
Müserhed’e göndermiş olduğu risaledir ki İbn Teymiyye bu risale hakkında şöyle
dedi: “Bu risale hadis ve sünnet ehli arasında oldukça meşhurdur. Alimler bu
risaleyi hüsnü kabulle değerlendirmişlerdir. Abdullah b. Batta İbane isimli
kitabında zikretti ve Kadı Ebu Yala gibi birçok alim buna itimad ettiler.[181]
Risale şöyle başlıyor:
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlarım.
Her zaman diliminde,
sapıtanları hidayete çağıran, kötülükleri nehyeden, Allah’ın kitabı ile ölüleri,
Peygamberinin sünneti ile de cahalet ve riddet ehlini dirilten alimler var eden
Allah’a hamd olsun. İblis’in katlettiği nice insanları onlar ditilttiler.
Sapıtmışları yola getirdiler. Aşırıların ve bidatçilern dine yönelik
tahriflerini onlar düzelttiler. Fitneyi onlar giderdiler. Fitne ehli Kitab’da
ihtilaf ettiler ve Allah hakkında ileri geri konuştular ki Allah (cc) zalimlerin
dediklerinden münezzeh ve yücedir. Her saptırıcı fitneden Allah’a sığınırız.
Salat ve selam Peygamberiz Muhammed’in ve âlinin üzerine olsun! Bundan
sonra:
Allah bizi ve sizi razı
olduğu şeyler üzerine sabit kılsın ve gazab ettiği her şeyden sakındırsın. Ve
yine bizi ve sizleri, Onu bilenlerin ve Ondan korkanların amelleri gibi amel
işlemeye muvaffak kılsın! Size ve kendi nefsime yüce Allah’ın takvasını, sünnet
ve cemaate sarılmayı tavsiye ederim. Buna muhalefet edenlerin başlarına neler
geldiğini biliyorsunuz. Bize Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle
dediği ulaştı: “Allah kulunu sarıldığı
bir sünnet sebebiyle cennete girdirir.” Size hiçbir şeyi Allah’ın kelamı
olan Kur’an’ın önüne geçirmemeyi emrediyorum. Allah’ın kelam buyurduğu şey
mahluk değildir. Geçmiş zamanlarla ilgili verilen haberler mahluk değildir.
Levhi mahfuzda bulunan şeyler mahluk değildir. Mahluktur diyen Allah’a
küfretmiştir. Bunlara tekfir etmeyenler kafirdir. Kur’an’dan sonra Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünneti
ve ashabının ve onlardan sonra da tabiinin O’ndan rivayet ettikleri hadisler
gelir. Peygamberlerin getirdiklerini tasdik etmekle sorumluyuz. Sünnete tabi
olmak kurtuluştur. Sünnet tabaka tabaka ilim ehli tarafından bize
nakledilmiştir. Cehm’in görüşlerinden sakınınız. O rey ve husumet
sahibidir...
İman söz ve ameldir,
artar ve eksilir. İyilik işlediğiniz zaman artar, kötülük ettiğiniz zaman da
azalır. Kişi imandan islama çıkar ve tevbe ettiği zaman tekrar imana döner.
Fakat İslam’dan yüce Allah’a şirke veya farzlarından birini inkara çıkmaz. Fakat
ihmal ve tembellik yüzünden farzları terk edenlerin işleri Allah’a kalmıştır.
Dilerse af, ve dilerse azab eder....
Hayrı ve şerri ile
beraber kaza ve kadere iman ederiz. Tatlısı ve acısı Allah’tandır. Allah cenneti
diğer halkı yaratmadan önce yarattı ve cennet ehlini yarattı. Cannetin nimetleri
daimidir. Cennetin daimi olmadığını söyleyen kafirdir. Allah cehennemi ve
cehennem ehlini yarattı. Cehennemin
azabı da daimidir. Allah (cc) bir
topluluğu Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in şefaati ile cehennemden çıkaracaktır. Cennet halkı Rablerini
gözleri ile göreceklerdir. Allah Musa ile konuştu. İbrahim’i kendisine halil
(dost) edindi. Mizan haktır. Sırat haktır. Peygamberler haktır. Meryem’in oğlu
İsa Allah’ın kulu ve elçisidir. Havz ve şefaate iman ederiz. Arş ve kürsiye iman
ederiz. Ölüm meleğine ve onun önce insanların ruhlarını kabz ettiklerine sonra
da iman, tevhid ve elçilerden sorgulanmak üzere ruhları cesetlere geri iade
ettiklerine iman ederiz. Sura üfleneceğine iman ederiz. Sur, İsrail’in üflediği
boynuza denilir. Medine’de bulunan ve yanında Ebu Bekr ile Ömer’in bulunduğu
bilinen kabir Resulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in kabridir. Kulların kalpleri Allah'ın parmaklarından iki
parmağı arasındadır. Deccal bu ümmetin döneminde çıkacaktır. İsa b Meryem inerek
onu Babu’l Lüdd’de[182]
öldürecektir.
Ehli sünnet alimlerinin
redettikleri şeyler, kötüdür. Tüm bidatlerden kaçının. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sonra
gözler Ebu Bekr’den daha hayırlısını görmedi. Gözler O’ndan sonra, Ömer ve
O’ndan sonra da Osman’dan daha hayırlısını görmedi.
(Ahmed şöyle dedi: İbn
Ömer’in tafdil hadisinden dolayı Ebu Bekr, Ömer ve Osman der, sonra suküt
ederdik.) Ahmed şöyle dedi: Vallahi bunlar raşid ve mehdi
halifelerdir.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
cennetle müjdelediği on kişi şunlardır: Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha,
Zübeyr, Sad, Said, Abdurrahman b. Avf, Ebu Ubeyde b. Cerrah. Namazda elleri
kaldırmak ve imamın ‘veladdalin’
demesinden sonra cehri olarak ‘amin’
demek iyilik ve güzel davranıştandır. Müslümanların imamının salahı için dua
edilir ve ona karşı silahlı eyleme geçilmez. Fitne döneminde savaşa iştirak
edilmez. Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem)in cennetle müjdelediği on kişi dışında müslümanlardan hiç kimse için
fülan cennettedir, fülan cehennemdedir denilemez.
Allah kendini nasıl
vasfediyorsa siz de O’nu öylece vasfedin. Allah’ın kendinden nefyettiğini siz de
O’ndan nefyedin. Heva ehli ile cidale girmekten ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabı
hakkında sui zandan kaçının. Onların aralarında geçen kötü olayları değil,
faziletlerini konuşun. Din konularda bidat ehline danışmayın ve onlarla
yolculuğa çıkmayın.
Velisinin iznini almadan
ve iki adil şahit olmadan nikah yapmayın. Muta nikahı kıyamete kadar haramdır.
Müttaki ve facir imamın arkasında vakit, cuma ve bayram namazlarını kılınız.
Ehli kıbleden vefat eden herkesin namazını kılınız. Onların hesapları ise
Allah’a kalmıştır. Cihad veya hacca çıkan İmamla bereber çıkınız. Cenaze tekbiri
dörttür. Eğer İmam Ali b. Ebi Talib gibi beşinci kez tekbir getirirse siz de
onunla beraber tekbir getirin. Abdullah b. Mesud şöyle dedi: İmam tekbir
getirdikçe siz de tekbir getirin. İmam Ahmed şöyle dedi: Şafii bu konuda bana
muhalefet ederek şöyle dedi: İmam dörtten fazla tekbir getirirse namaz iade
edilir. Şafii bu konuda Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in cenaze
namazında dört tekbir getirdiği hadisini delil getirdi. Misafir için mesh üç gün
ve gecedir. Mukim için ise bir gün ve gecedir. Gece ve gündüz namazları ikişer
ikişer kılınır. Bayram namazından önce nafile namaz kılınmaz. Mescide girdiğiniz
zaman iki rekat tahiyyetu’l mescid namazı kılmadan oturmayın. Vitir tek rekat ve
ikamet teklidir.
Ehli sünneti sev. Allah
bizi ve sizi İslam ve sünnet üzerine öldürsün. Bizi ve sizi ilim ile
rızıklandırsın, sevdiği ve razı olduğu ameller işlemeye muvaffak kılsın.[183]
Son Söz:
İşte bunlar ‘Dört
İmam’ın itikatlarından bazı cümlelerdir. Daha öncede belirttiğimiz gibi imamlar
ve ümmetin selefinin itikad usulü aynıdır. Bu nedenle İmam Buharî onların
mezheblerin anlatırken şöyle dedi:
Hicaz, Mekke, Medine,
Küfe, Basra, Vasıt, Bağdad, Şam ve Mısır diyarlarında değişik zamanlarda ve
birçok kere binden fazla alimle görüştüm. Kırk altı yıl boyunca onları idrak
ettim. Şam, Mısır ve Cezire alimleriyle iki kere, Basra alimleriyle iki senede
dört kere, Hicaz’da altı yıl boyunca, Küfe ve Bağdad’a ise aralarında şu Horasan
muhaddislerinin de bulunduğu şahıslarla beraber sayısız kereler gittim ve
buranın alimleriyle görüştüm. Bunlar: Mekkî b. İbrahim, Yahya b. Yahya, Ali b.
Hasen b. Şakik, Kuteybe b. Said ve Şihab b. Muammer.
Şam’da görüştüklerim:
Muhammed b. Yusuf el-Feryabî, Ebu Müsehher Abdu’l E’la b. Müsehher, Ebu Muğire
Abdilkuddüs b. Haccac, Ebu’l Yeman Hakem b. Nafi ve daha
birçokları...
Mısır: Yahya b. Kesir,
Ebu Salih-Leys b. Sad’ın katibi-, Said b. Ebi Meryem, Asbağ b. Ferc ve Naim b.
Hammad.
Mekke: Abdullah b. Yezid
el-Mukrî, Mekke Kadısı Süleyman b. Harb, Ahmed b. Muhammed
el-Ezrakî.
Medine: İsmail b. Ebi
Üveys, Mutrif b. Abdillah, Abdullah b. Nafi ez- Zübeyrî, Ahmed b. Ebi Bekr eba
Musab ez-Züheri, İbrahim b. Hamza ez-Zübeyrî ve İbrahim b. el- Münzir el-
Huzzamî.
Basra: Ebu Asım
ed-Dahhak b. Muhallid eş-Şeybanî, Ebu’l Velid Hişam b. Abdilmelik, Haccac b.
Minhal ve Ali b. Abdillah b. Cafer el-Medinî.
Küfe: Ebu Naim Fadl b.
Dekin, Ubeydullah b. Musa, Ahmed b. Yunus, Kubeysa b. Ukbe, İbn Numeyr, İbn Ebi
Şeybe’nin iki oğlu Abdullah ve Osman.
Bağdad: Ahmed b. Hanbel,
Yahya b. Muin, Ebu Muammer, Ebu Haysüme, Ebu Ubeyd el-Kasım b.
Selam.
Cezire’den: Amr b. Halid
el-Harranî.
Vasıt’dan: Amr b. Avn,
Asım b. Ali b. Asım.
Moro[184]’dan: Sadka b.
Fadl, İshak b. İbrahim el-Hanzelî.
İhtisar amacıyla sadece
bu isimlerle iktifa ediyorum. Tüm bu alimlerin şu hususlarda birleştiklerini
gördüm:
*Din, söz ve ameldir.
Cenabı Hakk şöyle buyurdu:
“Halbuki onlara ancak,
dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz
kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.” (Beyyine,
98/5)
*Kur’an Allah’ın
kelamıdır ve mahluk değildir. Hakk Teala şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki Rabbiniz,
gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden, geceyi, durmadan
kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine
boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır!” (Araf,
7/54)
Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail şöyle dedi:
İbn Uyeyne şöyle dedi: Allah (cc) şu
buyruğuyla ‘halk’ ve ‘emr’i birbirinden ayırdı:
“Bilesiniz ki,yaratmak
da emretmek de O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir”
(Araf,
7/54)
*Hayır ve şer kader iledir. Hakk Teala şöyle
buyurdu:
“De ki:”Ben ağaran
sabahın Rabbine sığınırım,
Yarattığı şeylerin
şerrinden” (Felak:
113/1-2)
“Oysa ki sizi ve
yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, dedi.” (Saffat, 37/96)
“Biz, her şeyi bir
ölçüye göre yarattık.” (Kamer,
54/49)
*Günahtan dolayı hiçbir
kıble ehlini tekfir etmeazler. Çünkü Cenabı Hakk şöyle buyurdu:
“Allah, kendisine ortak
koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için
bağışlar” (Nisa, 4/48)
*Onlardan hiç kimsenin
Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in ashabını yerdiğini görmedim. Aişe şöyle dedi:
“Onlar için istiğfar etmek emrolundu.”
Hakk Teala şöyle
emretti:
“Bunların arkasından
gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı
kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!
Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr,
59/10)
*Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
sünnetine aykırı bidatlerle mücadele halinde idiler. Hakk Teala şöyle buyurdu:
“Hep birlikte Allah’ın
ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.” (Âl-i İmran, 3/103)
“Eğer ona itaat
ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz.” (Nur,
24/54)
*Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
sünnetine uymaya teşvik ederlerdi. Şöyle buyurdu:
“Şüphesiz bu, benim
dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi
Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları
emretti.” (Enam,
6/153)
*Ehli olanlarla emr
konusunda mücadeleye girilmez. Hakk Teala şöyle buyurdu:
“Ey iman edenler!
Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ulülemre (idarecilere) de itaat
edin.”
(Nisa, 4/59)
Bir hadisi şerifte de
Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem):
“Allah için ihlasla amel
işlemek, Müslüman idarecilere itaat etmek ve cemmate yapışmak emredilmiştir.”[185]
*Ümmeti Muahmmed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e kılıç
çekilmez.
Fudeyl şöyle dedi: “Eğer
kabul edilecek duam olsaydı bunu İmam için yapardım. Çünkü İmam salah bulursa
ülke ve halk emniyet içinde olur.”
İbn Mübarek şöyle dedi:
Ey hayır muallimi senden başka buna kim cesaret edebilir.
İmam Buhari’nin Ehli
Sünnet’in genelinin itikadını beyan etmesi gibi, Lalikaî’nin senedi ile Ebu
Muhammed Abdirrahman b. Ebi Hatim’den rivayet ettiği gibi Ebu Züra ve Ebu
Hatim’de ilim ve sünnet ehlinin itikatlarını beyan
etmişlerdir:
“Babama ve Ebu Züra Ehli
Sünnetin Usulu’d Din hususundaki mezheblerini, imamların ve kendilerinin bu
konudaki görüşlerini sordum. Bana şöyle cevap verdiler: Hicaz, Irak, Şam ve
Yemen gibi Tüm İslam diyarlarının alimlerini idrak ettik. Onların mezhebleri
şöyledir:
*İman söz ve ameldir.
Artar ve eksilir.
*Allah’ın kelamı olan
Kur’an hiçbir yönüyle mahluk değildir.
*Kader hayrı ve şerri
ile Allah’tandır.
*Peygamber (sav)’den
sonra ümmetin en hayırlısı Ebu Bekr es-Sıddık, sonra Ömer b. Hattab, sonra Osman
b. Affan ve sonra Ali b. Ebi Talib’dir. (Hepsine selam
olsun!)
Bu dördü Raşid ve Mehdî
halifelerdir.
Peyganber (sallallahu aleyhi ve sellem) bilinen on
sahabeyi cennetle müjdelemiştir. Bu haktır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in tüm
ashabına sevgi ve saygı göstermek, aralarında geçenler için onları kınamaktan
sükut etmekle sorumluyuz.
*Allah (cc) kendisini kitabında ve Elçisinin
diliyle tanıttığı gibi Arşının üzerindedir. Fakat nasil diye sorulamaz. O her
şeyi ilmi ile ihata etmiştir. “O’nun
benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şura,
42/11)
*Allah Tebareke ve Teala
ahirette görülecektir: Allah’ın dilediği şekilde Cennet ehli O’nu görecek ve
kelamını işiteceklerdir. Cennet ve cehennem haktır. Her ikisi de mahlukturlar ve
ebedi olarak yok olmayacaklardır. Allah’ın bağışladıkları hariç, cennet
dostlarının sevap yeri, cehennem de günaha dalanların azab yeridir.
*Sırat
haktır.
*Mizan haktır. İki
kefesi olan bu mizanda (terazide) kulların amelleri
tartılır.
*Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in havuzu
haktır.
*Şefaat
haktır.
*Öldükten sonra dirilmek
haktır.
*Büyük günah
sahiplerinin işi Allah’ın dilemesine almıştır.
*Kıble ehlini günahları
nedeniyle tekfir etmeyiz. Gizliliklerini ise Allah’a havale
ederiz.
*Her zaman ve dönemde
cihad ve hac farzlarını İmam ile beraber eda ederiz.
*İmamlara karşı silahlı
başkaldırıyı ve fitne döneminde savaşmayı caiz görmeyiz. Allah’ın başımıza
geçirdiği yöneticiye itaat ederiz. Sünnet ve cemaate uyar; ihtilaf ve
ayrılıklardan sakınırız.
*Cihad, Allah’ın
Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem)’i gönderdiği günden kıyamet gününe kadar
geçerlidir.
Başımızda bulunan İmamla
beraber cihad ederiz. Hiçbir şey cihadı iptal edemez.
*Hacc da böyledir. Zekat
müslümanların İmamına veririz.
*Ahkam ve miras
hukukunda insanların zahiri dikkate alınır ve mümin muamelesine tabi tutulurlar.
Allah katındaki durumlarını ise yine Allah’a havale
ederiz.
*Kim kendisine hakiki
mümin derse o bidatçidir. Kim de
kendisinin Allah katında mümin olduğunu söylerse o yalancıdır. Fakat kim Allah’a
hakikaten inandığını söylerse o isabet etmiştir.
*Mürcie, bidatçi ve sapık
bir fırkadır.
*Kaderiye, bidatçi ve
sapık bir fırkadır.
Bunlardan kim Allah’ın
bir şeyi olmadan önce bilmeyeceğini söylerse o kafirdir.
Cehmiyye
kafirdir.
*Rafiziler İslam’ı
reddettiler.
*Hariciler dinden
çıkmışlardır.
*Kim Kuran’ın mahluk
olduğunu söylerse o dinden çıkıp kafir olmuştur. Anladığı halde onların
küfründen şüphe eden de kafirdir.
*Kim Allah’ın kelamından
şüphe eder ve ‘mahluk olup olmadığını bilmiyorum’ derse o kimse Cehmî’dir. Bu
konuda bilgisiz olanlar ise tekfir edilmez, öğretilirler.
*Kim Kur’an lafzı ile
mahluktur derse o da Cehmîdir.
Ebu Muhammed şöyle dedi:
Babamın şöyle dediğini işittim:
“Bidatçilerin alametleri
şöyledir: Zındıkların alameti, ehli sünneti Haşaviye olarak isimlendirmesidir.
Bununla sünnet ve eserleri iptal etmeyi amaçlıyorlar.
Cehmiyye’nin alameti:
Ehli sünneti Müşebbihe olarak isimlendirmesidir.[186]
Kaderiye’nin alameti:
Ehli eseri Mücebbire olarak isimlendirmesidir.[187]
Mürcie’nin alameti: Ehli
sünneti Muhalife ve Noksaniye olarak isimlendirmesidir.[188]
Rafize’nin alameti: Ehli
Sünneti Nasibe olarak isimlendirmesidir.[189]
Oysa Ehli Sünnet tüm bu
isimlerden uzaktır ve tek bir isim üzere toplanmışlardır.
Ebu Muhammed şöyle
dedi:
Babam ve Ebu Züra’nın,
bidat ve dalalet ehlini terk etmeyi emrettiklerini, bu konuda şiddetli
davrandıklarını ve sahabe sözlerine başvurmadan, sadece reye dayanarak kitap
yazılmasını yasakladıklarını gördüm.
Ayrıca kelam ehli ile
oturmaktan ve kelamcıların kitaplarını okumaktan men ederlerdi. Her ikisi de
‘Kelam sahibi kesinlikle kurtulamaz’ derlerdi.
Ebu Muhammed şöyle dedi:
Ben de bu sözlere aynen iştirak ediyorum.
Ebu Ali b. Hubeyş
el-Mukrî şöyle dedi: Ben de bu sözlere aynen iştirak
ediyorum.
Şeyhimiz (İbn Muzaffer)
şöyle dedi: Ben de aynen iştirak ediyorum.
Tarisiti şöyle dedi: Ben
de aynen iştirak ediyorum.
Şeyhimiz es-Selefi şöyle
dedi: Ben de aynen iştirak ediyorum.
Ebu Hatim Muhammed b.
İdris b. Münzir el-Hanzalî er-Razi’nin bazı kitaplarında şöyle yazdığını gördüm:
Mezhebimiz ve ihtiyarımız Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘e,
Sahabesine, tabiine ve onlardan sonra ihsan üzere onlara tabi olan alimlere
uymak ve bidatlerden kaçınmaktır. Ebu Abdillah Ahmed b. Hanbel, İshak b.
İbrahim, Ebu Ubeyd el-Kasım b. Selam ve Şafii gibi eser alimlerinin mezheblerine
uyarız. Kitab ve Sünnete sarılır ve değişik ülkelerdeki şu imamlara tabi oluruz:
Medine’de Makik b. Enes, Şam’da Evzaî, Mısır’da Leys b. Sad, Irak’da Süfyan
es-Sevrî ve Hammad b. Ziyad. Hadis olmayan konularda Sahabe ve Tabiinin
görüşlerine başvururuz.
Bidatçilerin,
tezvircilerin ve yalancıların görüşlerine itibar etmeyiz.
Kerabis’in[190] kitaplarını
okumaktan ve onun arkadaşlarıyla tartışmaktan sakınırız.
Kur’an Allah’ın
kelamıdır. Allah’ın ilmi, isimleri, sıfatları, emir ve yasakları hiçbir bakımdan
mahluk değildir.
Kim böyle olduğunu iddia
ederse, o kimse dinden çıkmış ve kafir olmuştur. Bilip anladığı halde onun
küfründen şüphe duyan da kafirdir.
Vakfiyye ve Lafziyye
firkaları Cehmiyyedendir. Ebu Abdillah Ahmed b. Hanbel böyle dedi.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den ve
ondan sonra Sahabe ve ihsan üzere onlara tabi olanTabiinden gelen eserlere
(sözlere) tabi oluruz.
Kelamcıları ve
meclislerini, eserlere itibar etmeyip kendi görüşleriyle kitap yazanları
terkederiz.
Tercihimiz şudur: İman,
söz ve ameldir. Dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve organlar ile ameldir. Namaz,
malı olanlara zekat, güç yetirenlere hac, ramazan orucu ve Allah’ın kullarına
yüklediği diğer tüm farzlar buna dahildir. Bunları yerine getirmek
imandandır.
İman artar ve
eksilir.
Kabir azabına iman
ederiz.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ikram
edilecek havuz haktır.
Kabir sorgusuna iman
ederiz.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e mahsus
şefaate iman ederiz.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in tüm
sahabelerine saygı duyarız ve şu İlahi buyruktan dolayı onların hiçbirine
sövmeyiz:
“Bunların arkasından
gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı
kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!
Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr, 59/10)
Allah’ın arşında
kullarının fefkınde olduğuna inanırız.
”O’nun benzeri hiçbir
şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şura,
42/11)
İmamlara karşı silahlı
başkaldırıyı tasvip etmeyiz. Fitne döneminde savaşmayız, Başımızda bulunan
yöneticiye itaat ederiz.
Namaz, hacc, cihad’ı
imamla beraber eda ederiz ve hayvanların zekatlarını İmam’a
veririz
Hadislerde de geçtiği
gibi muvahhid bir topluluğun şefaat ile cehennemden çıkıp cennete gireceklerine
inanırız.
Biz Allah’a inanıyoruz
deriz. Süfyan es-Sevrî ve Evzaî kişinin ‘ben hakiki müminin ve imanımı
tamamlamışım’ demesini hoş görmediler.
Bidat ehlini alameti:
Ehli esere sataşmasıdır.
Cehmiyye’nin alameti:
Ehli sünneti Müşebbihe ve Nabite olarak isimlendirmesidir.
Kaderiye’nin alameti:
Ehli sünneti Mücebbire olarak isimlendirmesidir.
Zındıkların alameti:
Ehli sünneti Haşeviye olarak isimlendirmesidir. Böylece Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den gelen
eserleri iptal etmek istiyorlar.
Allah bizi ve tüm
müminleri razı olduğu söz ve amelleri işlemeye muvaffak kılsın. Salat ve selam
Peygamberimizin üzerine olsun.[191]
Bundan sonra: İmamlar ve
ümmetin selefinin aynı itikat üzerinde toplanmış olmaları şaşılacak bir şey
değildir. Çünkü onlar ilimlerini, hiç değişmemiş olan, kendisine batılın asla
yaklaşamadığı aynı kaynaktan ve hevadan değil, kendisine gelen vahiyden konuşan
aynı vahiy sahibinden almışlardır.
Allah katında olan şeyde
ne ihtilaf ne de değiştirme söz konusu değildir.
”Hâla Kur’an üzerinde
gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş
olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.” (Nisa, 4/82)
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in itikad
konusunda getirdikleri, kendisinden önce gelen diğer peygamber kardeşlerinin
getirdiklerinin bir devamıdır.
“ “Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa
düşmeyin” diye Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya
ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı.” (Şura, 42/13)
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in de
buyurduğu gibi Peygamberler kardeştirler:
“Peygamberler
kardeştirler...”[192]
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
buyurduğu gibi dinleri aynıdır.
“Biz Peygamberler
topluluğu olarak dinimiz birdir”[193]
Bir önceki Peygamber bir
sonrakini müjdeler, sonraki de öncekini destekler. İslam ümmeti tek bir
ümmettir.
“Hakikaten bu (bütün
peygamberler ve onlara iman edenler) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir.
Ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise bana kulluk edin.” (Enbiya,
21/92)
Salat ve selam kıyamet
gününe kadar Peygamberimiz Muhammed’e, aileine ve ashabına
olsun...
[1] Hutbe-i Hace ismiyle
meşhur olan bu duayı, cuma hutbelerinde vesair konuşmalarında okuyan Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem bizzat sahabelerine de öğretmiştir. Hadisi, Tirmizi,
Ebu Davud, Nesai, Ebu Yala, Beyhaki, İmam Ahmed sahih bir senedle rivayet etmiş
ve bir kısmı da Sahih-i Müslim’de yer almıştır.
[2] Eddürerü’s-Seniyye 2/206
[3] Heli’l Müslim.....sh.9
[4] El-Fetava 30/384
[5] Usul: Aslın çoğuludur.
Asıl ise üzerine bina kılınan temel demektir. Şube , kol, dal, budak
anlamlarında da kullanılır. Dinde amellerin kabul ve sıhhatinin üzerine bina
edildiği temel, asıl itikattır. Bu kelime fıkıh ilminde çeşitli anlamlarda
kullanılır.
a- Delil anlamında: “Bu
meselenin aslı kitap ve sünnettir” cümlesinde olduğu gibi.
b- Tercihe şayan anlamında:
“Kelimede asıl olan mecaz değil, hakikattır” cümlesinde olduğu gibi.
c- İstimrar eden kaide
anlamında: “Aslın hilafına ölü eti yenilmesi” cümlesinde olduğu
gibi.
d- Kendisiyle
kıyas yapılan şey için kullanılır: Bu nedenle kıyas “fer’i asla ilhak etmek”
olarak tarif edilmiştir. (Bkz. Şerhu’l Kevkebi’l Münir)
[6] Buhari ve Müslim Ebu Hureyre’den rivayet
etmişlerdir.
[7] Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye, Fetava 6/56-57
[8] Derü’t Tearudi’l Akl ve’n Nakl 2/308
[9] Mecmuu Fetava Şeyhu’l İslam 13/157
[10] Keşfu’l Kurbe sh.12
[11] Bazı araştırmacilar “Fıkhu’l Ekber” adıyla bilinen ve
Ebu Hanife’ye nisbet edilen kitabın gerçekten Ona ait olup olmadığı hususundan şüphe etmektedirler.
Bu konuda İmam Şafii’ye nisbet edilen kitap ise kesinlikle ona ait değildir.
Kelamcılara ve yöntemlerine şiddetle karşı çıkan İmam’ın onların gitikleri
yoldan gitmesi mümkün değildir.
[12] Bkz. Mebahi’s fi’l İtikad (Dr. Nasr el-Akl)
[13] Bkz. Mebahi’s fi’l İtikad (Dr. Nasr el-Akl)
[14] Hayat tercümesi ileride gelecek.
[15] Abdurrahman b. Amr b.
Muhammed Ebu Ömer el- Evzai. İslam imamlarının büyüklerinde biridir. İmamlar
ondan övgü ile bahsetmişlerdir. Malik onun insanların kendisine uyduğu büyük bir
imam olduğunu söylemiştir. Müslümanlar onun adalet ve imameti konusunda
müttefiktirler. 157 yılında Beyrutta sınır beklerken
ölmüştür.
Bkz: el-Bidaye
ven-Nihaye: 10/115. İbn Nedim el- Fihrist: 1/227. Tehzibu’l-Esma ve’l-Lugat:
1/298. Enes Mansur: İmam el-
Evzai.
[16] Zehebi şöyle dedi: “Leys
b. Sa’d, Mısır diyarının şeyhi imam ve hafız. Mısır valisi O'nun sözlerini
dinlerdi 175 yılında vefat etti”.
Bkz. Tezkiretu’l Huffaz:
1/227. Vefiyatu’l-Ayan: 1/348. Tehzibu’t-Tehzib: 8/459. Tarihu’l-Bağdat: 13/3.
Hılyetu’l-Evliya: 7/318.
[17] Süfyan b. Said b. Mesruk
es-Sevri (Ebu Abdullah) Kendisine uyulan İslam imamlarından birisidir. Bazı
imamlar onun için: O
hadis ilminde müminlerin
emiridir dediler. İmam Ahmed İmam Süyan es-Sevri’dir, dedi. İbn Mubarek de:
kendilerinden hadis yazdığım 1100 şeyhin en efdali odur, dedi. H.161 yılında
Basrada vefat etti.
Bkz:
el- Bidaye ve’n-Nihaye: 10/134. el- Hılye: 6/1. Tehzibu’t Tehzib:
111.
[18] Tercüme-i hayatları
ileride gelecek.
[19] Tercüme-i hayatları
ileride gelecek.
[20] İmam ve büyük hafız.
Meşrık ehlinin şeyhi. İbn Rahaveyh olarak tanılır. (İshak b. İbrahim b. Muhalled
b. İbrahim el- Merzevi Ebu Yakub) Ahmed şöyle dedi : Irak’da İshak’a denk bir
alim bilmiyorum. Buhari de şöyle dedi. 77 yaşında Şaban ayının ortasında 238
yılında vefat etti.
Bkz.
Tezkiretu’l-Huffaz: 2/433. el-Kamil (İbn Esir) 7/23. Tehzibu’t-Tehzib: 1/216.
El-Hılye: 9/234.
[21] İmam Müctehid Kasım b.
Selam el- Bağdadi çeşitli eserlerin yazarı. Zehebi şöyle dedi: “Ebu Udeyd’in kitaplarını okuyanlar onun
hıfız ve ilimdeki yerini anlamış olurlar. O, hadis hafızı, fıkıh alimi, dil ve
kraat imamı idi. H. 224 yılında Mekke’de vefat etti.
Bkz.
Tezkiretu’l Huffaz: 2/417. Tehzibu’t Tehzib 7/315. Vefiyatu’l Ayan
1/417.
[22] Dört İmam teriminin çeşitli dönelerde muhtelif imamlar
için kullanıldığına dair bilgi için İbn Teymiyye’nin Fetava’sına (5/39) ve
Siyretu’l E’lamu’n Nübela’ya (8/76) bakabilirsiniz.
[23] Şu kaynaklara
bakılabilir: Tabakatu’l Halife: 167. Tarihi Bağdat: 13/323. Elkamil fi’t Tarih:
5/585. Vefiyatu’l Ayan: 5/415. Tezkiretu’l Huffaz: 1/168. Tabakatu’l Fukaha: 67.
Elbidaye ve’n Nihaye: 1/107. Şuzuratu’z
Zeheb: 1/228.
[24] Tezkiretu’l Huffaz: 1/212
[25] Bu konuda başvurulabilecek kaynaklardan bazıları:
Cimau’l İlm (Şafii) 242. Tarihu'l Hülefe: 1/432. Tehzibu’l Esma ve’s Sıfat:
2/75-79. Tertibu’l Medarik: 1/1102. el-Hılye: 6/316. Tabakatu’l Fukaha sh. 42.
el-E’lam: 2/128...
[26] Zehebi: Siyeru E’lamu’n Nübela: 10/5-6
[27] Zehebî: Tezkiretu’l Huffaz: 1/361
[28] Bkz. Siyeru E’lamu’n Nübela: 10/46.
[29] Tabakatu’ş Şafiyye: 1/185
[30] Bkz. Tarihu’l-Bağdad: 2/56-73, el-Fihrist: 1/209-210,
Vefiyatu’l-Ayan: 1/565-568, Tehzibu’l-Esma ve’l-Luğat: 1/44-67, Mucenu’l Edibb:
17/281-327, el-İntika: 65-121, el-Hılye: 9/63-161, en-Nucumu’z Zahire:
2/176-177, el-Lübab: 2/5, Tehzibu’t Tehzib: 9/25-35, el-Kamil fi’t Tarih: 6/122,
el-Bidaye: 10/251-254, Tezkiret’l Huffaz: 1/329-330
[31] -Şu kaynaklara
bakılabilr:
Tarihu’l Bağdad: 4/412,
Vefiyatu’l Ayan: 1/63, Tabakatu’l Hanabile: 3/11, el-Hılye: 9/161, Tezkiratu’l
Huffaz: 2/17, Tehzibu’l Esma ve’l Lüğat: 1/110, Tehzibu’t-Tehzib: 1/72.
El-Bidaye: 10/320, Şuzurat’z-Zeheb: 2/96, Miratu’l-Cenan:
2/132.
[32] Muhammed en-Nevevî “Mecelletü’l Ezher sayı: 25”
Ahmed Emin
“es-Sakafe sayı 639” Abdulhamid Ubade “Lüğatu’l Arab sayı7” vs.
[33] Arapça okunuşuyla “Voltır Batun” (Ahmed b. Hanbel ve
Mihnet). Bu kitabı arapçaya Abdulaziz Abdulhak tercüme etmiştir.
[34] İslam Dininde Allah ve
Rasulü’nün sözünden sonra bir başkasının sözüne yer
yoktur:
“Peygamber size ne
verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondanda sakının”
“Ey iman edenler, Allah
ve Resul’ünün huzurunda öne geçmeyin”
Yahudiler ve Hristiyanlar
ise, Allah’ın helallarını haram, haramlarını da helal kılan din adamlarının bu
tutuımlarını kabullenerek onları Allah’tan başka Rabler
edindiler:
“Allah’ı
bırakıp hahamlarını ve rahiplerini rabler edindiler.”
Bkz. Şerhu’t Tahaviye
336, Hılyetu’l Evliya: 9/106, Menakibu’l Beyhakî: 1/474 vs.
[35] İ’lamu’l Muvakkîn : 2/282, el-İkaz/83, Fethu’l Mecid:
555, er-Risale: 539, 541, 598.
[36] Muidu’n Niam:22-23.
[37] Miftahu’s Saadet: 22-23.
[38] İ’lamu’l Muvakkin: 1/49
[39] İlerideki sahifelerde bu konuyu ayrıntılarıyla ele
alacağız.
[40] el-Fetava: 5/256
[41] Refu’l Melam: 10.
[42] Mana Kavlu’l İmam: 105.
[43] İ’lamu’l Muvakkin: 2/282.
[44] Bkz. Şerhu’t Tahaviye: 1/228-229.
[45] Ayrıntılı bilgi için Bkz: Refu’l Melam sh. 10 ve
sonrası.
[46] el-Fetava: 13/28.
[47] Bkz. Levamiu’l Envar 1/65-57
[48] el-İbane/15.
[49] el-Fetava 3/169
[50] Kercî’nin bu kitabını bize Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye
nakletmiştir. (Bkz. el-Fetava 4/175-180). Kitab’ın aslı ise Şeyh Hammad
el-Ensarî’nin dediğine göre kaybolmuştur.
[51] Bkz. Buhari 4/203, Müslim: 2365, Ahmed: 2/
406.
[52] Şerhu Sahihi Müslim: 15/120.
[53] Fethu’l Barî: 6/489.
[54] Özellikle Nuh, İbrahim, Musa ve İsa peygamberlerin
zikredilmesinin nedeni bunların şeriat sahibi ulu’l azm peygamberler olması
nedeniyledir. Bkz. Ruhu’l Meanî: 25/19.
[55] Fetava: 15/159-160.
[56] Bkz. Taberî Tefsiri: 6/570
[57] Müttefekun aleyh hadis.
[58] İbn Teymiyye/Mukaddimetü’t-Tefsir (Fetava,
13/363).
[59] Yani akıl tek başına itikadî konuları bilmenin kaynağı
değildir. İslam’da vahiy akla hitab eder. Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye şöyle dedi:
“Sarih, yani şüphe ve şehvetlerden salim akıl, hiçbir şekilde sahih nakille
çelişmez.”
[60] İbn Mace (1/16), Ahmed,
(4/126), Hakim, (1/96).
[61] İbn Ebi Asım, Kitabu’s sünne (1/26)’ da rivayet
etti.
[62] er-Risale, sh. 20.
[63] el-Muhalla, 1/26.
[64] Bkz. Mearicu’l Vusul sh.
2 ve Muvafakatu Sahihu’l Mankul li Sarihi’l Makul:
1/13.
[65] el-Fark Beyne’l Fırak: 2/361.
[66] er-Red alel Cehmiyye: sh. 52.
[67] Sahihu’l Buharî, (Feth ile): 13/293.
[68] Ebu Davud: 11/385-386.
[69] Fetava, 3/170.
[70] Risaletu’l İslam: 14/151. Bu dergi Takrib Cemiyeti’nin
görüşleri doğrultusunda yayın yapmaktaydı.
[71] Mecelletü’l Menar: 9/433.
[72] Ayrıntı için Bkz. Mecmuu’l Fetava 6/58. Şerhu’t
Tahaviye, 610.
[73] Fetava, 3/197.
[74] Bu kitabın yazarı meşhur arab edebiyat hocası Mustafa
Şeka’dır. Mezheblerden arındırılmış bir İslam fikrini benimsedi ve ihtisası
dışına çıkarak söz konusu kitabı yazdı. Kitabında amacının İslam birliğini
sağlamak olarak ifade etti. Fakat İslam ile hiçbir ilgisi olmayan İsmailiye,
Kadıyaniye, Nusayriyye gibi ulamanın küfürlerinde ittifak ettikleri sapık
akımları da İslam mezheblerinden kabul etmek gibi büyük bir hata işledi. Fakat
daha sonra kitabının beşinci baskısında, Dürzülerin gerçek inançlarına vakıf
olduktan sonra bu baskıda onlara yer vermedi. Öyle inanıyoruz ve temenni
ediyoruz ki gerçek yüzlerini öğrendikten sonra diğer sapık akımları da
kitabından çıkaracaktır.
[75] Bu fetvanın sahibi meşhur alim Şeyh Şeltut’dir. Şiiler
bugün dahi bu fetvayı milyonlarca adet bastırarak her yere dağıtıyorlar. Fakat
ben ‘takrib Meselesi’ isimli kitabımda da açıkladığım gibi Şeyh Şeltut diğer
kitaplarında bu fetvaya aykırı görüşler beyan etmiştir. Şeyh Abdurrazzak
el-Afifi’nin dediğine göre Şeyh Şeltut kolay aldanan bir şahısmış. Her halde
Şiilerin takiye ve tatlı dillerine aldanmıştır.
[76] Minhacu’s Sünne: 2/179.
[77] Tuhfe: sh. 45.
[78] Müslim, Kitabu’l İmara.
[79] eş-Şia fi’t Tarih: sh.118
[80] es-Sıla beyne’t Tasavvuf ve’t-Teşeyyu, sh.
110.
[81] Minhacu’s Sünne, 4/206.
[82] Ebu Zehra’nın İbn Hanbel isimli eseri, sh.
326.
[83] İsmail b. Abdirrahman es-Süddî, Hicazî, tabiinden.
Küfe’de oturdu. Müslim ve Sünen Ashabı ondan hadis rivayet etmişlerdir. H. 127
yılında vefat etti. Bkz. eı-Hulasa, sh. 35.
[84] Muhammed b. Mervan b. Abdillah b.İ smail el-Küfî. Hadis
uydurmakla meşhurdur. Bkz. el-Cerh ve’t Tadil: 8/86. El- Hulasa:
358.
[85] Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe. H. 276
yılında Bağdad’da vefat etti. Birçok eserlerinden bazıları şunlardır: Tevilu
Muhtelifi’l Hadis, El-Maarif, Müşkilu’l Kur’an...
[86] Bkz: Muhtasaru’t Tuhfe
sh. 32.
[87] el-Bidaye ve’n Nihaye: 11/146.
[88] el-Bidaye ve’n Nihaye: 11/146.
[89] el-Bidaye ve’n Nihaye: 11/147.
[90] Bkz. el-Fihrist (İbn Nedim) sh. 3335.
[91] el-Bidaye ve’n Nihaye, 11/147.
[92] Bkz: Tenfihu’l Makal:2/91, Mukaddimet’l Bihar:
1/177.
[93] İsim benzerliğinden dolayı Medine gazetesi 4621.
Sayısında ona ait bir makale yayınlamıştır.
[94] Bişaret’l Mustafa, sh. 51.
[95] Prof. Fuad Sezgin, Kültür Tarihi isimli eserinde:
2/260.
[96] Abdullah Useylan, el-İmame ve’s Siyase: sh.
20
[97] Abdullah Useylan, el-İmame ve’s Siyase: sh.
20
[98] Dr. Abdulaziz b. Abdillatif’in Davetu’l Münaviin...
isimli eserine bkz.
[99] Muhtasaru’t-Tuhfe, sh. 33.
[100] Abdurrahman Bedevî, ‘Müellifatu’l Gazalî’
sh.225.
[101] Abdurrahman Bedevî, ‘Müellifatu’l Gazalî’ sh
271.
[102] Abdurrahman Bedevî, ‘Müellifatu’l Gazalî’ sh
271.
[103] ‘Nakdu Akaidu’ş Şia.
Sh.25.
[104] Muhtasaru’s Savakıi: sh.51
[105] Bakınız: Minhacu’l Kerame, Rafizi İbn Mutahher el-Hıllî,
sh. 133.
[106] Bkz. Minhac’s Sünne: 3/907, 3/16, 4/94.
[107] Minhacu’l Kerame, sh.119.
[108] Minhacu’l Kerame, sh. 149, 158, 161,
162.
[109] Minhacu’l Kerame, sh. 150, 155,
160-165.
[110] Örneğin, “Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz,
(yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber’e karşı
birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail
ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır.”
(Tahrim: 66/4) ayeti kerimesindeki ‘Müminlerin iyileri’ ifadesinden muradın Ali
olduğunu söyledi ve şöyle dedi: “Müfessirler müminlerin iyisinin Ali olduğu
konusunda icma ettiler.” Sonra bazı açıklamalar yaparak bunu Ebu Nuaym’e isnad
etti. Minhacu’s Sünne’sinde (4/79) İbn Teymiyye bu konuda icmaa bulunduğu
yalanını reddederek bu rivayetin mevzuu olduğunu bildirdi.
Buna şu örnekleri
verebiliriz: İbn Teymiyye Salebî hakkında şöyle dedi: “Cumhur ulema Salebî ve
benzerlerinin rivayetlerinin hüccet teşkil etmediği hususunda ittifak ettiler...
Ancak hadisin sübutunun başka yolla bilinmesi hariç...” (Minhacu’s Sünne:
4/25)
“Ebu Nuaym’in Hilye veya
Fadailu’l Hülafa’da rivayet ettiklerinin çoğunun batıl ve mevzu rivayetler
olduğu hadis ilminden nasibi olan herkesin bildiği bir husustur. (Minhacu’s
Sünne: 4/10)
İbn Teymiyye Minhac’ının
birçok yerinde Havarizm, Firdevs ve Mağazili’nin durumlarına da değinerek
onların yalan ve hadis uydurma ehlinden olduklarını beyan etti. (Minhacu’s
Sünne: 4/4-5, 38)
“Nesai’nin Ali’nin faziletleri konusundaki bazı hadisleri
mevzuudur. Tirmizi’nin de Ali’nin faziletleri konusundaki bazı hadisleri
zayıftır. İbn İshak ve benzeri siyer alimlerinin faziletlerle ilgili rivayet
ettikleri hadislerin çoğu zayıftır. (Minhacu’s Sünne: 4/48).
[111] el-Hucce fi beyani’l Mahacce, 2/224-225.
[112] Akidetu’s Selef, sh.111.
[113] Bkz. Şerh Usul İtikad Ehli’s Sünne, 1/151.
[114] Şerhu’t Tahaviye, 1/13.
[115] Der’u Tearudi’l Akl ve’n Nakl: 2/308.
[116] Bkz. Akidetu Ehli’s Sünne: sh.19-20.
[117] Tezkiretu’l Huffaz: 1/202.
[118] Hayat tercimesi için bkz. Tehzibu’t Tehzib:
6/279.
[119] Bkz.Tezkiretu’l Huffaz: 2/354, Tehzibu’t Tehzib:
5/294-296.
[120] Tabakatu’ş Şafiiyye: 2/302, Miratu’l Cinan:
2/193.
[121] Tezkiretu’l Huffaz: 2/570-571, Tarihu Bağdad:
5/110-112.
[122] Tabakatu’l Hanabile:
1/180, Tehzibu’t-Tehzib: 5/141-143.
[123] Tezkiretu’l-Huffaz: 3/786, el-Bidaye ve’n Nihaye:
11/148.
[124] Vefiyatu’l Ayan: 2/407, Tezkiretu’l Huffaz:
3/912.
[125] Tabakatu’l Huffaz: 3/945, en-Nucumu’z Zahire: 4/136,
Tarihu’t Turas: 2/326.
[126] Tezkiretu’l Huffaz: 3/396, Tarihu Bağdad: 2/243,
Tarihu’t Turas: 1/314.
[127] Tarihu Bağdad: 12/34, Tezkiretu’l Huffaz: 3/991,
Tarihu’t Turas: 1/509.
[128] Tezkiretu’l Huffaz: 3/1031, Lisanu’l Mizan: 5/70-71,
Tarihu’t Turas: 1/353.
[129] Tarihu’l Bağdad: 14/70-71, Tezkiretu’l Huffaz: 3/1083,
Tarihu’t Turas: 2/194.
[130] Tabakatu’l Hanabile: 2/134-153, el-Minhecu’l Ahmed: sh.
69-73.
[131] Tezkiretu’l Huffaz: 3/1098, Şuzuratu’z Zeheb:
3/243-244.
[132] Bkz. Tezkiret’l Huffaz: 3/1092, Lisanu’l Mizan:
1/201.
[133] Bkz. Tezkiret’l Huffaz: 3/1103, Tarihu’t Turas:
1/388.
[134] Tezkiret’l Huffaz: 3/1132, Tabakatu’ş Şafiiyye:
4/8-16.
[135] İbn Teymiyye, Mecmuu’l Feteva: 3/161.
[136] Bkz. Levamiu’l Envar: 1/66.
[137] Usulu’d din noktasında
Ebu Hanife’nin itikadı diğer imamlardan, iman meselesi hariç, kesinlikle farklı
değildir.Tahavî Şarihine göre ise iman meselesindeki ihtilaf da lafzidir.
İmam’ın itikadını daha ayrıntısıyla incelemek için Dr. Muhammed el-Humeys’in
‘Akidetu İmam Ebu Hanife fi Usuli’d din’ isimli değerli eserine
bakılabilir.
[138] Musannif (Rahimullah) Kadim yerine Evvel deseydi daha
çok isabet etmiş olurdu. Çünkü Cenabı Hakk kendisini ‘Evvel ve Ahir’ olarak
tanıtmıştır.
[139] Bu söz hak ve batıl anlama gelebilir. Selefin yolu,
Allah ve Rasulü’nün isbat ettiğini isbat etmek, nefyettiğini nefyetmek ve suküt
ettiği konularda da suküt etmektir.
[140] Müellif bu konuda İmam
Ebu Hanife’nin görüşüne tabi olmuştur. Gerçekte ise insanlar imanda
birbirlerinden üstündürler.
[141] Burada asıl olarak Matbatu’ş Şarkıyye (Cidde)’nin
23/11/1344 H. Baskısını esas akdık.
[142] Buharî: 3/263. Müslim: 1/51.
[143] Haravî, Zemmu’l Kelam: sh. 63.
[144] Bkz. Mesailu İmam Ahmed
sh. 363. İmam Abdullah, es-Sünne: 1/107.
[145] Tertibu’l Medarik: 1/174.
[146] İmam Abdullah, es-Sünne: 1/107. El-İntika: sh.
35.
[147] Tertibu’l Medarik: 2/48. Şerhu İtikad Ehli’s sünne:
2/701.
[148] İbn Asım, es-Sünne: 1/87-88. El-Hılye:
6/326.
[149] Tertibu’l Medarik: 2/47.
[150] el-İntika: sh. 34. Tertibu’l Medarik:
10/173-174.
[151] Tertibu’l Medarik: 2/44-45.
[152] Hılyet’l Evliya: 6/327.
[153] Hılyetu’l Evliya: 6/327.
[154] İbn Abdilberr, Camiiu Beyanu’l İlm ve Fadlihi: sh.
415.
[155] es-Sabunî, Akidetu’s Selef: 54.
[156] er-Risale: sh.7-8.
[157] İctimau’l Cuyuşu’l İslamiye, sh: 165.
[158] Siyer E’lamu’n Nübela: 20/341.
[159] Beyhakî, Menakibu’ş Şafii: 1/412-413.
[160] Beyhakî, Menakibu’ş Şafii: 1/415.
[161] el-İntika: sh. 81.
[162] Menakibu’ş Şafii: 1/385,
Siyer E’lamu’n Nübela: 10/32, Tehzibu’l Esma ve’l lüğat:
1/66.
[163] Menakibu’ş Şafii: 1/387-393.
[164] Menakibu’ş Şafii: 1/442.
[165] Menakibu’ş Şafii: 1/433.
[166] Fetava: 5/53, İctimau’l
Cuyuşu’l İslamiyye: sh.165.
[167] Siyer E'lamu’n Nübela: 10/31
[168] İbn Ebi Hatim, Menakibu’ş Şafii: sh.186, Şerh Usul
İtikadi Ehli’s Sünne: 1/146.
[169] Fetava,12/325.
[170] Adabu’ş Şafii: sh. 187, Menakibu’ş Şafii (İbn Kesir):
sh.185, Tevalü’t Tesis: sh. 64.
[171] el-İbanetu’l Kübra: sh. 535-536.
[172] Bunu aynı şekilde Cilau’l Ayneyn (sh.227)’de Numam
el-Alusî ve el-Medhal ila Mezhebi İmam Ahmed (sh.19)’de İbn Bedran
zikretti.
[173] Derleyen ve tahkik eden Abdu’l İlah
el-Ahmedî’dir.
[174] Şerhu’t Tahaviye,sh: 483.
[175] Ebu Davud (rakam 4682), Tirmizi ve sahihledi. (2612),
Ahmed: (2/250).
[176] Buharî (Feth ile beraber. Rakam 33655), Ebu Davud
(4627), Tirmizî: (3707).
[177] Bkz. Babu’l Alametu’l Münafık, Sahihu’l Buharî:
1/14.
[178] Buharî (Feth ile, rakam 121), Müslim (605).
[179] Buharî (21), Müslim (2888).
[180] Buharî (48), Müslim (116).
[181] Buharî (6103), Müslim (111).
[182] Ahmed: 2/210, Darimî: 2864.
[183] İbn Cevzî, Menakibu’l İmam Ahmed: sh.216. Minhecu’l
Ahmed: sh 87. Cilau’l Ayneyn, 186. İbn Bedran, El-Medhal ila Mezhebi Ahmed, sh:
9.
[184] Moro, Horasan’da meşhur bir kenttir. (Bkz. Mucemu’l
Büldan, 5/12.)
[185] Bu hadis bir grup sahabeden rivayet edilmiştir. Sünenü’t
Tirmizî: 2658, el-Müsned: 4/80.
[186] Çünkü ehli sünnet Allah’ı Onun kendisini vasfettiği
şeylerle vasfederler.
[187] Ehli sünnet her şeyin Allah’ın kaderi ile olduğunu
inandıklarından, kaderiyye bunun kulları cebr anlamına geldiğini iddia etmiştir.
Oysa Ehli sünnet inkarcı Kaderiye ile aşırı Cebriyye arasında orta bir yol
üzeredir.
[188] Ehli Sünnet’in imanın artıp eksilebildiğini söylemesi
nedeniyle bu ismi yakıştırmışlardır. Mürcie ise imanın parçalanamayacağını iddia
etmiştir. Ehli sünnet bu konuda da Mürcie ile Harici ve Mutezili Vaidiler
arasında orta bir yol tutmuştur.
[189] Ebu Bekr ve Ömer’i öne geçirmeleri nedeniyle Şiiler Ehli
Sünnet’in Ali ve Ehli Beyt düşmanı olduklarını iddia etmişlerdir ki ehli sünnet
bundan beridir. Gerçekte ise Ehli sünnet sadece naslara uymaktadır ve Ehli Beyt
sevgisi Ehli Sünnet ve’l Cemaat itikadından bir cüzdür. Ehli Sünnet bu konuda da
Rafiziler ile Hariciler arasında orta bir yol üzeredirler.
[190] İmam Ahmed öğrencilerinin
bu adamla konuşmalarını yasaklamıştır. (Tarihu Bağdad:
8/64-67).
[191] Bu metin aynen İmam Lalkaî’nin Şerhu Usuli İtikadi
Ehli’s Sünne İsimli eserinden alınmıştır.
[192] Buharî: 4/142 ve başkakarı.
[193] Tahrici daha önce geçti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız bizim için önemlidir.