Sayfalar

20 Mart 2012 Salı

La ilahe illallah deyiniz!


La ilahe illallah deyiniz!
Sevgili Peygamberimiz, her türlü sıkıntıya rağmen insanları ebedi saadete çağırıyor... Onları, Allahü teâlânın varlığına, birliğine davet ediyor...Onların Cehennemde yanmamaları için çırpınıyor...
Fakat, müşrikler, “Biz babalarımızın dininden vazgeçmeyiz!” diyerek putperestlikte ısrar ediyorlar...
Peygamber efendimiz, onları insanca yaşamaya, haysiyetli ve şerefli olmaya, kıymetsizlikten kurtulup, yüksek, yüce makamlara çıkarmaya davet ediyor. Onlar ise inadlarında diretiyorlar ve eziyette bulunuyorlardı.
Hakaret ve eziyet edenlerin başında da amca Ebu Leheb... Bu nasipsiz, Resulullah’ı devamlı takib ediyor, insanları, O’nu dinlemekten vazgeçirmeye,
zihinlerinde şüphe meydana getirmeye uğraşıyordu. Toplantı yerlerinde, panayırlarda, Resulullah efendimiz;



- Ey insanlar! La ilahe illallah deyiniz ki kurtulasınız! buyurdukça, o hemen arkasından yetişip;
- Ey insanlar! Bu konuşan benim yeğenimdir. Sakın O’nun sözüne inanmayın, O’ndan uzak durun! diyordu.
Muhammed aleyhisselam bir gün Kabe-i şerifte namaz kılıyordu. Kureyş’in ileri gelenlerinden Ebu Cehil, Şeybe bin Rebia, Utbe bin Rebia, Ukbe bin Ebi Mu’ayt’ın bulunduğu yedi kişilik bir müşrik grubu gelip, Resulullaha yakın bir yere oturdular.
O civarda bir gün önce kesilmiş bir devenin işkembesi ve artıkları vardı. Alçak Ebu Cehil, yanındakilere döndü ve; “İçinizden kim, şu deve işkembesini alıp, Muhammed secdeye varınca iki omuzu arasına kor” diye, çirkin bir teklifte bulundu.
Oradakilerin en zalimi, en gaddarı, en merhametsizi, en bedbahtı olan Ukbe bin Ebi Mu’ayt; “Ben yaparım” diyerek hemen kalktı. İşkembeyi içindekilerle birlikte, secdede iken Peygamberimizin mübarek omuzlarına koydu.
Bunu seyreden müşrikler, katıla katıla gülmeye başladılar. Peygamber efendimiz, secdesini uzatıyor, mübarek başını kaldırmıyordu. O sırada Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Mes’ud vaziyeti gördü.
O, bu hadiseyi şöyle anlatıyor:
“Resulullahı o halde görünce kan beynime sıçradı. Fakat, beni müşriklerin elinden koruyacak bir kavmim, kabilem yoktu. Kimsesizdim, zayıftım. O anda konuşmaya bile gücüm yetmiyordu. Ayakta bekleyip duruyor, Resulullahı büyük bir üzüntü içinde seyrediyordum.
Ne olurdu, o zaman kendimi müşriklerden koruyabilecek bir gücüm veya koruyucum olsaydı da, Resul aleyhisselamın mübarek omuzuna koyduklarını kaldırıp atsaydım.
Ben böyle beklerken, Resulullah’ın kızı hazret-i Fatıma’ya haber verdiler.
O zaman Hz. Fatıma küçüktü. Koşarak geldi, babasının üzerindekileri attı. Bunu yapanlara beddua etti, ağır sözler söyledi. Resulullah efendimiz, hiçbir şey olmamış gibi namazını tamamladıktan sonra üç defa; isim isim sayıp hepsini Allah’a havale etti.
Resulullah efendimiz, Ebu Cehil’e; “Vallahi sen, ya bundan vazgeçersin veya Allahü teâlâ başına bir felaket indirecektir” buyurdu.
Allah’a yemin ederim ki, Resulullah’ın isimlerini söylediği bu kimselerin herbirinin, Bedir muharebesinde öldürülüp yerlere serildiklerini, sıcaktan kokmuş bir leş halinde Bedir çukuruna doldurulduklarını gördüm.”

Yazan:Hüseyin Hilmi Işık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için önemlidir.