Sayfalar

1 Nisan 2012 Pazar

İnsanın Yanlışlar İçinde Kayboluşu

İnsanın Yanlışlar İçinde Kayboluşu
Biraz önce bahsedilen özelliklere sahip ilahı, yeryüzünde arayan insanlar, dağlara, nehirlere, ağaçlara ve faydalı-faydasız şeylere gönül verip bağlandılar. Tenasül uzuvlarına dahi tapanlara rastlandı. Ateşe taptılar, havayı yücelttiler. Kısacası gözleri yalnızca etraflarındaki manzaranın birer parçasına takılıp kaldı. Biraz daha doğru düşünebilenler, yerlerdeki bu ilahlardan hoşlanmadılar. Hatta bu ilahların başka şeylere kulluk ettiğini de sezmekte gecikmediler. Hayat ve varlıklarını devam ettirebilmek için başka üstün bir güce muhtaç olduklarını gördükleri için “Bu ilahların ne gibi bir özellikleri vardır? Bize ne oluyor ki, onlara boyun eğip, ibadet edelim?” diye düşündüler ve gözlerini gökyüzüne çevirdiler. Aradıkları ilahı gökyüzünde bulmaya çalıştılar, fakat yeni bir yanlışa düşmekte de gecikmediler. Alevlenen güneşi, parlayan ayı, yıldızları görüp “işte ibadete layık olan ilahlar bunlardır” diyerek onlara ibadet etmeye başladılar.
Diğer bir kısım insanlar da gökyüzünü, yeryüzünden pek farklı bulmadılar. Güneş, ay ve yıldızların, yücelik, büyüklük itibarıyla yeryüzündeki diğer varlıklardan üstün görünüyor olmalarına rağmen, kendi hür iradeleriyle herhangi bir iş yapma gücüne sahip olmadıklarını gördüler. Bunlar ancak sağlam bir nizam ve belirli bir kanun altında kendilerine çizilen rotada bulunmaktan başka bir şey yapamayan varlıklar idi. Örneğin güneş, üstün azamet ve büyüklüğüne rağmen, bugüne kadar doğu yerine batıdan doğmamıştır. Yörüngesini birazcık olsun değiştiremez. Aya gelince o da bu güne kadar hilal iken kendi isteğiyle aniden dolunay olma gücünü gösterememiştir. Nitekim diğer gezegenlerden herhangi birisi de kendisine takdir edilen yörüngeyi terkedememiştir. Bu insanlardan bir kısmı daha sonra gök cisimlerinin bütün büyüklüklerine rağmen bir yere kulluk bağıyla bağlı olduklarını görerek gökyüzünden de yüz çevirdiler. Şöyle dediler: 

“Maddi varlıklardan hiç birisi ibadete layık değildir.” Ve arayışlarını başarıyla sonuçlandırarak asıl ibadete layık varlığı buldular. Burada arayışları son buldu. Çabalarında başarıya ulaştıkları için mutlu oldular.
Araştırma hissi, hayretler içinde ızdırap çeken insanı, yakıp tutuşturmaya devam etmiş ve tek olan ilaha kavuşturmadığı müddetçe kendilerinde bir kararlılık hali oluşmamış, arayış devam etmiştir. Ancak araştırmalarında başarılı olup gayelerine, yani noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah (c.c.) inancına ulaşınca kalpler huzur buldu. İçinde bulunan hayret, sıkıntı, ızdırap ve korkuların hepsi yok oldu. Artık başka bir ilah aramak için hiçbir sebep kalmadı.*
(*) Bazı “dinler tarihi” yazarları evrim teorisi ile tarihi de bu anlayış içinde yorumlamakta ve din tarihini şirkle, birçok putlarla başlatmaktalar. Onlara göre insan, düşünce seviyesini yükselttiği oranda dinde evrim olmuş ve putların sayısını azaltarak nihayet bu gelişimi tevhid ile noktalamıştır. Ancak gerçek tarih bu teoriyi doğrulamamaktadır. Çünkü İbrahim (a.s.), İsa’dan (a.s.) 2500 yıl önce yaşamış olmasına rağmen (bunlar tarihin verileri ile sabit) tevhid inancı üzerinde olup, onun en büyük davetçisiydi. Halbuki bu gün İsa’dan (a.s.) bugüne 2000 yıl geçmesine rağmen milyonlarca insan şirk üzere bulunmaktadır. Bu durum Tarihinin Tekamülüne delil midir? Gerçekten bugün olduğu gibi, insanlık tarihinin her döneminde şirkin en düşük noktasından, tevhidin en yüksek noktasına kadar çeşitli inanç ve ibadet şekilleri varolagelmiştir. O halde farklılık, Tarihi Tekamül’de değil ancak akıl, düşünce itibariyle farklı boyutlarda olan insanlardadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için önemlidir.