Seyyid Sıbgatullah-i Hizani hazretleri, Osmanlı alim ve velilerinden. Büyük alim ve evliya Seyyid Taha-i Hakkari hazretlerinin talebelerindendir. İsmi Sıbgatullah olup "Gavsü'l-Azam", "Gavsu Hizani" veya "Gavs" lakablarıyla meşhur olmuştur. "Arvasi" nisbesiyle bilinir. Peygamber efendimizin neslinden olup seyyiddir. Babası, Seyyid Lütfullah Efendi, dedesi Seyyid Abdurrahman Kutub'dur. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1870 (H.1287) de vefat etti. Kabri, Hizan'ın Gayda köyündedir.
Seyyid Taha hazretlerinin "Abdurrahman Nigunam Abdurrahman iyi isimli, yüce şanlıdır", yahut "Kutb-ı Arvasi" buyurarak medhettiği Abdurrahman Kutub'un torunu olan Sıbgatullah Arvasi küçük yaştan itibaren ilim tahsiline başladı. Babası Seyyid Lütfullah Efendi onun yetişmesi için hususi gayret sarf etti. Çok zeki olan Seyyid Sıbgatullah Arvasi, kısa zamanda kelam, tefsir, hadis, fıkıh gibi zahiri ilimleri tahsil etti. Zamanının fen bilgilerinde de mütehassıs oldu. Bid'atten uzak olup, Peygamber efendimizin sünnetine uygun bir hayat yaşamaya çalıştı.Tasavvufa karşı büyük alaka duydu. Birçok alim ve veli zatın ilim meclislerinde ve sohbetinde bulundu. Van'a giderek Seyyid Muhyiddin Efendinin hizmetine girdi. Seyyid Sıbgatullah, hocasının verdiği vazifeleri yapmak için canla başla çalıştı. Ağır riyazetler ve mücahedeler çekti. Yani nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak nefsini terbiye etti. Uzun yıllar hocasının hizmet ve sohbetiyle şereflendi. Nihayet bir gün hocası ona; "Vefat etmiş velilerden istifade edecek, faydalanacak makama geldin." buyurdu. Seyyid Muhyiddin vefat edince, Şeyh Halid-i Cezri'ye gitti. Bu mübarek zatın vefatına kadar sohbetleriyle şereflendi. Sonra Seyyid Taha'nın, Molla Murad Hurusi'yle gönderdiği; "Kendi yuvana dön!" haberiyle, Taha-i Hakkari'nin şerefli hizmetine koşup, hakiki ve esas yuvaya kavuştu. Onun paha biçilmez sohbetlerini, çölde susuz kalmış kimseler gibi ruhuna hayat verici buldu. Seyyid Taha hazretleri,Resulullah efendimizden mürşidleri vasıtası ile gelen feyz ve bereketleri onun kalbine akıttı. Kalb gözü açılıp yüksek makamlara kavuştu. Öyle ki, Hızır aleyhisselam ile görüşür, sohbet ederdi. Mürşidi Seyyid Taha hazretleri vefat edince, onun yerine geçen Seyyid Salih hazretlerinin sohbetine devam etti. Seyyid Taha'nın huzurunda kemal ve ikmal mertebelerine ulaşan Seyyid Sıbgatullah, Hizan ve Gayda'da halkı irşad eyledi ve insanlara İslamiyetin emir ve yasaklarını anlattı. Sohbetinde bulunup bir teveccühüne mazhar olanın kalbinde, Allahü teâlânın muhabbeti yerleşirdi. Dinin emirlerine son derece uyar, yasaklarından sakınırdı.
Seyyid Sıbgatullah hazretleri, geceleri hep ibadetle geçirirdi. Uykusunu, öğleye yakın kısa bir müddet kaylule yaparak telafi ederdi. Hep kıbleye dönerek otururdu; buna son hastalığında dahi çok dikkat etti. Dostlarıyla sohbetinden sonra murakabe halinde olur, Allahü teâlânın mahlukatı hakkında tefekkür ederdi.
Yakın talebelerinden biri anlattı: "Abdürrahman Tahi (Tagi), henüz hocamıza bağlanıp talebesi olmak şerefine kavuşmamıştı. Hocamızın, zamanın gavsı olup olmadığı hakkında tereddüdü vardı. Bir gün gavslık alametlerini kitaptan okuyarak huzuruna gitmeyi, bu alametlerin üzerinde olup olmadığını görmeyi arzu etti. Kitapta; "Gavs olanın üzerine yağmur yağmaz." ibaresi vardı. O, kitaplarla meşgul iken evine bir talebe geldi ve; "Hocam Sıbgatullah hazretlerinin selamı var; "Misafirlerimin kalabalık olması sebebiyle ziyaretine gelemiyorum. Lütfen kendisi buraya kadar zahmet etsin." buyurdu." dedi. Abdürrahman Tahi de; "Ben de onu ziyaret etmeyi düşünüyordum. Bugün bizde misafir ol da yarın beraber gideriz." dedi. Sabahleyin yola çıktılar. Seyyid Sıbgatullah, onların gelmekte olduklarını haber alınca, talebeleriyle kasabanın dışına çıkıp, bir tepenin başında beklemeye başladılar. Mevsim ilkbahardı, gökyüzünde hiç bulut yoktu. Nihayet beklenen misafirler geldiler. Tepenin başında güzel bir sohbet başladı. Bu sırada masmavi olan gökyüzünde bulutlar birikmeye, şimşekler çakıp gök gürlemeğe başladı. Derken sağnak halinde şiddetli bir yağmur başladı. Abdürrahman Tahi, kitaptan okuduğu gavs olanın alametlerini hatırladı ve dikkatle Sıbgatullah hazretlerini takib etmeye başladı. Semadan inen yağmur taneleri mübarek Seyyid'in üzerine inmeden etrafına meylederek yere düşüyor, hiç üzerine yağmıyordu. Herkes sırılsıklam ıslandığı halde onun üzeri kupkuru idi. Abdürrahman Tahi, bu hali görünce bir anda kendini kaybederek bayıldı. Oradakiler telaşa kapıldılar ve; "Herhalde öldü." diyorlardı. Seyyid Sıbgatullah ise; "Korkmayın, telaşa kapılmayın, Allahü teâlânın sevdiği veli kullarının himmeti bereketli, yardımı kuvvetlidir." buyurdu. Biraz sonraAbdürrahman Tahi kendine geldi ve hocamın büyüklüğünü kabul ederek, en önde gelen talebelerinden oldu.
Seyyid Sıbgatullah'ın talebelerine teveccühü, sohbetinden daha ziyade ve faydalı idi. Onun için sohbet süresi çok az olurdu. Talebeleriyle sessiz otururken talebelerinden pek çoğu cezbeye kapılır, kendinden geçerdi. Bir defasında oğlu Behaeddin, babasından izin alarak vaza başladı. İki saat kadar kalpleri aydınlatan güzel sözler söyledi. Fakat hiç kimsede muhabbet ve cezbe eseri yoktu. Sohbet bittikten sonra, Seyyid Sıbgatullah; "Haydi kalkınız, ikamet getiriniz de namazımızı kılalım." der demez, cemaat cereyana kapılmış gibi cezbeye tutuldu.
Sevdiği talebelerinden biri anlattı: "Hocamız bir gün murakabe halinde otururken tebessüm ettiler. Bu hali daha önce hiç görmediğimiz için merak ettik ve; "Tebessüm etmenizin hikmeti ne idi efendim?" diye sual ettik. Buyurdular ki: "Bir talebemiz Botan Çayı'nda başını yıkamış, saçını tararken, tarak saçına takıldı. Canı acıyınca bizden yardım istedi. Onun için tebessüm ettim."
Talebelerinden biri anlattı: "Molla Abdülgafur isminde, hocamızın büyüklüğüne inanmayan biri vardı ki, değil kendisiyle, bizimle bile namaz kılmaya tahammül edemezdi. Cuma günleri namazını kılar kılmaz camiden hemen çıkıp giderdi. Bir gün caminin kapısında Seyyid Sıbgatullah ile karşılaştı. Seyyid Sıbgatullah ona; "Molla Abdülgafur! Sen bizden ne kötülük gördün ki, arkamızdan konuşup gıybetimizi yaparsın?" buyurdu. O da Seyyid Sıbgatullah'ın kolundan tutarak itti ve; "Bunca insanı aldatıp peşinde koşturduğun yetmez mi ki, beni de onların arasına katmak istersin." diyerek itmeye devam etti. Kolunu onun elinden kurtaran Seyyid Sıbgatullah, ona öyle bir celal ile baktı ki, Abdülgafur, yıldırım isabet etmiş çınar ağacı gibi yere yıkıldı. Sonra da kalkıp hocamın elini öpmeye başladı. Bir taraftan da; "Ne olur efendim beni affediniz. Kötü ve yalancı benim. Yaptıklarıma pişman oldum. Sizin büyüklüğünüzü anlayamadım, beni affediniz." diyordu. Sonra Abdülgafur'a; "Ne gördün ki, böyle birdenbire değiştin?" diye sordular. O da; "Gavs bana öyle celalli bakınca, yemin ederim ki, başım ta Arşa kadar yükseldi, sonra tekrar yere düştüm. Gavs'ın büyük kerametini gördükten sonra, nasıl pişman olmam?" dedi.
Seyyid Sıbgatullah hazretleri bir gün talebelerine; "Filan tepeye çıkalım, orada sohbet edelim." buyurdular. O gün talebeleriyle yola çıktılar. Tepenin eteklerine gelince, talebelerden bazıları önden yürüyüp, oturulacak yerleri, hocaları tepeye çıkıncaya kadar düzeltmek istediler. Seyyid Sıbgatullah, oğlu ve yakın talebesi Abdürrahman Tahi, en arkada ve aşağıda idi. Önden giden talebelerin birinin ayağının altından koca bir taş yuvarlandı. Gittikçe hızlanıyor, hocaları Seyyid hazretlerinin üzerine doğru geliyordu. Bütün talebeler korkuya kapıldılar. Abdürrahman Tahi ise birden hocasının önüne geçerek, taşın Seyyid hazretlerine değmesine engel olmak istedi. Taş, hikmet-i ilahi tam önlerindeki bir kayaya çarparak arkasında kaldı. Hadiseyi seyretmekte olan Seyyid Sıbgatullah, Abdurrahman Tahi'nin, canı pahasına yaptığı bu hareketten son derece memnun oldu.
Seyyid Sıbgatullah hazretleri, Allahü teâlânın bütün mahlukatı üzerine çok merhametliydi. Sıla-i rahm yapardı. Dostları vefat ettiğinde onların çocuklarını arar, gözetir ve taziyede bulunurdu. Sohbetlerinde kendisine karşı çıkanlara çok şefkatli ve nazik davranırdı. Kendisine kötülük yapanlara iyilik yapardı. Yemekte kendisinden evvel kimsenin sofradan kalkmamasını emrederdi. Kalkan olursa onu men ederdi. Allahü teâlânın emirlerine ve sevgili Peygamberimizin sünnetine tam olarak uyardı. Hatta bir gün çoraplarını giyerken unutarak önce sol ayağından başlayan bir talebesini şiddetle azarlamıştı. İslamiyetin emirlerini okumadın veya duymadın mı da böyle yaparsın. Bir şey giyerken önce sağ taraftan başlanılacağını ve çıkarırken de sol taraftan başlanılacağını bilmez misin? buyurdu. Teheccüd ve Evvabin namazlarına devam ederdi.
Gavs hazretleri talebeleriyle olan sohbeti sırasında; "Bizim yolumuzun esası sohbet ve muhabbettir. Sohbet muhakkak lazımdır." buyurdu.
"Sohbet, dünya bağlılıklarını keser ve hakiki imanı kazandırır. Eshab-ı kiramdan bazılarının; "Gelin bir saat iman edelim." sözlerindeki imandan maksat, sohbettir. (Yani bir saat sohbet edelim de imanımız yenilensin, kuvvetlensin.)"
"Talebe, tavus gibi olmalıdır. Güzel kanatlarına, renk renk tüylerine değil, siyah bacaklarına bakmalıdır. Nefsini son derece kusurlu görmedikçe istikamet ele geçmez. Bu şekilde görmemek büyük günahtır. Muhabbet, ihlaslı amel ve gayret talebeliğin şartıdır. Bunlardan birinin eksik olması manevi felaket alametidir."
"Nefsin katli ve ölümü, müslüman olmasından ve kötü sıfatlarının değişmesinden ibarettir."
Komşu kasabadaki talebelerinden biri hastalanmıştı. Ölüm döşeğinde iken; "Himmetinizi istirham ediyorum, ya mübarek hocam!" diyerek yardım istedi. Seyyid Sıbgatullah, o anda talebeleriyle sohbet ediyorlardı. Bir ara sohbeti yarıda keserek, Abdurrahman Tahi'yi o talebesine gönderdi. Hemen yola çıkan Abdurrahman, kısa bir zaman sonra hasta talebenin evine vardı, onu iyileşmiş oturuyor gördü.
Bazı sohbetlerinde uzun zaman konuşmazdı. Bu yüksek zümrenin hallerini bilmeyen bazı zahir alimleri, acaba Şeyh niçin bize bir şeyler anlatmıyor dediklerinde; "Sükutumuzdan istifade edemeyen, konuşmamızdan da edemez." buyururdu.
"Bu zamanda diğer yollardan istifade edilememesi, kamil velilerin kalmamasından mı, yoksa bid'atler sebebiyle midir?" sualine, şu cevabı verdiler:"Bid'atler karışması sebebiyledir. Zira bu zamanda bid'atler çoğaldı. Bu bid'atlere karşı koyabilecek bir yol, ancak fayda verir."
Kabir azabıyla ilgili olarak buyurdu ki:
Kabir azabı, dünya sevgisini ahiret sevgisine tercih edenlere olur. İkisinin sevgisi müsavi, yahut ahireti dünyadan çok sevene kabir azabı yoktur."
Bid'atlerden ve kötülüklerden sakınmak hususunda buyurdu ki:
"Bid'atlerin hepsi karanlıktır. Onlarda güzellik yoktur. Bizim yolumuzun üstünlüğü, bid'at karışmamış olmasıdır. Ortadan kalkan her yol, bid'at yüzünden kalkmıştır. Farzlarla yetinip, bid'atlerden kaçınan kimse, bir bid'at işleyip, birçok taatler yapıp hal ve mevacide kavuşandan üstündür."
"Bu son zamanlarda sünnet, bid'atler arasında, gece karanlığında ışık saçan inci gibidir. Zaman, dinin garib olduğu zamandır. Bunun için bu zamanda talebeye az bir gayretle, orta zamanlardaki çetin mücahedelerle elde edilenden daha çok sevab verilir."
"Bir şey için olan hırs ve gayret, ona olan sevginin neticesidir."
"Müminin kabrinde yüzünün kıbleden çevrilmiş görünmesi, dünya sevgisi üzerine ölmesindendir."
"Hasedden zararlı kalb hastalığı yoktur. Alimlerin afeti de ondandır."
Evliyanın hallerini anlatmak ve dinlemek hususunda buyurdu ki:
"Evliyanın menkıbelerini dinlemek, muhabbeti artırır, Eshab-ı kiramın menkıbeleri imanı kuvvetlendirir, günahları mahveder."
Seyyid Sıbgatullah'ın hocası Taha-i Hakkari hazretleri kendisine; "Ne kendin sesli zikret, ne de başkasına ettir." buyurdu. O da ona uydu. Öyle ki, insanlar sesle olan bütün zikirleri mezmum (kötülenmiş) sandılar. Seyyid Sıbgatullah hazretleri gönüllerinden geçeni anlayıp şöyle buyurdu: "Bütün zikirler mezmum değildir. Teşrik tekbirleri, ölüye telkin, aksırıp "elhamdülillah" diyene, "yerhamükellah" demek derin vadiye inerken, yükseğe çıkarken okunacak tesbihler ve benzerlerini sesli söylemek sevab olup, eserde gelmemiş ve sabit olmamış olanlar mezmumdur."
Seyyid Taha hazretleri kendisine yazdığı mektubda; "Talebenin hocasına ihlas ve muhabbeti tam, tabiliği dürüst olup, hal sahibi olmasa zararı yoktur. Bu üçünden birinde noksanlık olup, hal var ise Allah korusun istidractır. Şekavet alametidir." diye yazdı. Bu mektubdaki mana o kadar büyüktür ki, bir sene sohbete bu sözlerle başlamıştır.
Gavs hazretleri, ömrü boyunca İslamiyeti öğrendi, öğretti. İnsanlara anlatarak onların iki cihan saadetine kavuşmaları için çalıştı. Bir gün talebelerine şöyle anlattı: "Sırri-yi Sekati buyurdu ki: "Korku, küfürden başka kalb hastalıklarını giderir. Muhabbet bunu da siler." Bunun için biz yolumuzda muhabbeti esas aldık. Talebelerinden Abdurrahman Tahi; "Muhabbet ve ihlastan hangisi üstündür?" diye sorunca; "Bu ikisi yemek ve su gibidir. Yani bu ikisi olmadan tasavvuf yolculuğu olmaz." buyurdu.Abdurrahman Tahi; "Hangisi asıldır?" dedi. Ona cevaben; "İhlas" buyurdu.
Tasavvuf yolcusunun durumuyla ilgili olarak buyurdu ki: "Fıkıhta bir mezhebe uyup amel edenin ictihad derecesine varmadıkça, imamından ayrılıp nasslara uyması doğru olmadığı gibi, tasavvuf yoluna intisab eden bir kimsenin de, hocasının ve hocasının halifelerinin koyduğu usul ve edeplerden dışarı çıkması uygun değildir. Bununla meclisinde bulunan ve ayağını öpmek isteyen bir talebesine mani olmak istedi. Abdurrahman Tahi; "Bu hususta hadis-i şerif vardır. Birisi Resulullah'tan elini öpmek için izin istedi, müsade buyurdu. Ayağını öpmek istedi, müsade buyurdu.Secde için izin istedi, müsade etmedi." dedi. Bunun üzerine Gavs buyurdu ki: "Bu yolun geçmiş büyüklerinin birinden ve kendi hocası Seyyid Taha-i Hakkari hazretlerinden bahs edip; "Bu işe mani olurlardı. Şöyle ki, Muhammed Parisa hazretleri vefat edince, oğlu babasının ayağını öpmek için eğildiğinde, öptürmemek için ayağını çekmiştir." buyurdu.
Vefat etmeden önce; "Amel ediniz?" buyurdu. "Amel nedir?" diye sordular. "Amelden maksad rabıtadır, yani mürşidini düşünüp ona bağlanmaktır." buyurdu. Devam ederek; "Maksad, İslamiyet'in bildirdiği yönde istikamet üzere olmaktır. Bid'atten ve İslamiyet'e aykırı olarak yapılan amellerden feyz alınmaz. Tasavvuf, İslamiyete uymak demektir. Molla Yusuf Ali; "Evliyalık, İslamiyetin emirlerini yapmakla kazanılır." buyurdu. Fakat kalb hastalıklarının izalesi için hocasıyla sohbet de şarttır. İslamiyete uymadan vilayete, yani veliliğe kavuşulur diyen sapıktır, zındıktır. Namazlardan hemen sonra istigfar ediniz. İslamiyetin bildirdiği hususlara uymayan ve sünneti terk eden mürşid, yol gösterici olamaz." buyurdu.
HalifelerindenAbdurrahman Tahi'ye vasiyet ederken; "Büyüklerin yolunu değiştirme. Ben hocamın bana emrettiği gibi değiştirmedim. O da hocasından aldığı gibi hiç değiştirmedi. Rüyada hocam Seyyid Taha hazretlerini gördüm, buyurdu ki: "Talebenin hocasına saygılı olmasının faydası, onun büyüklüğünün ortaya çıkması ve olabilecek edepsizliklerden kurtulmasıdır."
Seyyid Sıbgatullah hazretleri Bitlis'de bulunduğu sırada bir gün sabah namazından sonra; "Ölümüm sonbaharın sonuna doğru olacak." Başka bir zaman Abdurrahman Tahi'nin de bulunduğu bir sırada oturduğu odanın boşaltılmasını emir buyurdu ve vasiyetini yazdıracağını bildirdi. Abdurrahman Tahi; "Efendim bu vasiyet de ne oluyor?" dedi. "Bana ilham yoluyla yaşamayı veya ölmeyi tercih etmem istendi. Ruhum ahireti diledi." buyurdu. Abdurrahman Tahi hazretleri; "Efendimiz sizin hayatta olmanız insanların hayrını çoğaltır. Sadaka veriniz, zira sadaka kaderin hükmünü önler. Kaderin hükmünün kesin olmayıp, sadaka verip vermemeye bağlı olması muhtemeldir." dedi. Bunun üzerine Sıbgatullah Arvasi hazretleri emir verip çokça sadaka dağıttırdı. Fakat ertesi gün saliha bir kadın gelip; "Eyvah! Eyvah! Gavs-ı Azam şu alçak dünyadan ayrılıp, Hakk'a kavuşma yolculuğunun eşiğindedir." dedi. "Bunu nereden biliyorsun?" diye sordular. Kadın; "Gavs bana dedi ki: Daha önce hastalanınca sadaka veriliyor ve ecel tehir ediliyordu. Halbuki bu sefer ecelim kesindir. Zira Kaza-i mübremdir. Ona hiçbir şey engel olamaz, buyurdu." dedi.
Hazret-i Gavs'a halifesi Abdurrahman Tagi, Teşrin-i saninin (Kasım ayının) dokuzunda; "Daha önce belirttiğiniz ecelinizin vakti geçti." dedi. "Hayır geçmedi. Çünkü Kanun-ı evvelin (Aralık ayının) ilk on günü de sonbahardan sayılır." buyurdu. Bir gün; "Cuma günü, ölüm için güzel bir gündür. Fakat Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Pazartesi günü vefat etmiştir. Şeyhim Seyyid Taha iseCumartesi günü vefat etti." buyurdu. "Cumartesi günü" sözünü bir kaç kere tekrar etti. Kendisinin bu günde vefat edeceğini tahmin etti.
Ölüm öncesi hastalığı sırasında kendisini ziyarete gelen kimselere hastalığının şiddetinden bahsetmediği gibi, aksine iyi olduğundan bahsederdi. Hatta vefat ettiği gün, akrabaları izin isteyip köylerine gittiler. Çünkü sıhhatinin yerinde olduğunu gördüler. O günlerde çorba suyundan başka bir şey yemiyordu. Hastalığı sırasında hiç uyumuyor, sadece kıbleye karşı oturuyor, bazan sağına, bazan sol tarafına yaslanarak murakabede bulunuyordu. Ölüm hastalığı sırasında hiç inlemedi. Sekerat-ı mevtinden önce yerine halife bıraktığı oğlu SeyyidBehaeddin'i yanına çağırdı. "Evladım! Talebelerim sana emanet. Onları büyük bir itina ile yetiştir. Gözün gibi koru. Sohbet ve teveccühlerini üzerlerinden esirgeme. Sakın şöhret isteme. Allahü teâlânın emirlerini yap, yasaklarından kaçın. Dine muhalif iş yapma. Seni yetiştiren hocanı ve Allahü teâlânın dostlarını incitme, onların her zaman gönüllerini almayı ihmal etme." buyurdu. Dostlarıyla vedalaştıktan sonra da; "Ben ölünce arkamdan ağlamayınız." buyurdu. Sonra bir müddet murakabe halinde kaldı.
İki küçük oğlunu Seyyid Nur Muhammed ve Seyyid Burhan'ı zahiri ve manevi terbiyeleri için Molla Abdurrahman-ı Meczub'a teslim etti. Seyyid Taha hazretlerinden naklederek; "Kılıç kınından çıkmadıkça, bir şey kesemez." buyurdu. Vefat ettiği Cumartesi günü öğleden sonra Sekerat-ı mevt haline girdi. Bu halinde yanına giren Abdurrahman Tagi ve MollaAbdurrahman Meczub, sessizce "Yasin" suresini okudular. "Beni doğrultun." buyurdu. Doğrulttular. Tekrar; "Beni yatağıma uzatın." buyurdu. Birkaç defa doğrulttular ve tekrar yatağa uzattılar. Ölüm hastalığının ızdırabı fazlalaşınca, Abdurrahman Tagi'ye bakarak; "Böyle olsun bakalım." dedi ve ölümü tercih ettiğini belirtti. Sarığını çıkardı. Göğsüne buz koydular. Yasin-i şerif suresini yüksek sesle okumalarını tavsiye buyurdu. Rabbine bir an evvel kavuşması ve ecelinin çabuk son bulması için dua edilmesini ve bunun için, oğluna sadaka vermesini emretti. Bu sırada yanına girenlere oturmalarını söyledi. Ağır sekerata girip ruhunu teslim edeceği zaman, sekeratın şiddet ve ağır hallerinden hiç şikayetçi olmadı. Kendisini yatağına koymalarını isteyince, kollarından tuttular. Lakin yatağa kadar yürüyerek gitti. Yüksekliği bir dirsek boyu olan sedirine kendisi çıktı. Sağ yanına yaslandıktan sonra tebessüm eder bir vaziyette Kelime-i şehadet getirerek ruhunu teslim etti. O anda odanın içine bir güzel koku yayıldı. Bu kokuyu odanın dışında duran diğer talebeleri de duydular. Bu koku defin esnasına kadar devam etti.
Oğlu Celaleddin Efendi, cenazesini yıkadı. Yıkama esnasında yakın hizmetçisi Ali Efendi ve Abdurrahman Tagi ona yardım ettiler. Techiz ve kefenlenmesi yapıldıktan sonra talebeleri ve sevenleri tarafından cenaze namazı kılındı ve Gayda'da defnedildi.Mübarek kabri sevenleri tarafından ziyaret edilmekte feyz ve bereketlerinden istifade edilmektedir.
Seyyid Sıbgatullah Arvasi hazretlerinin yolu, başta halifesi ve oğlu Seyyid Behaeddin hazretleri, diğer halifeleri Abdurrahman Tagi, Şeyh Halid-i Şirvani, Şeyh Abdurrahman Behtani, Sofi Mustafa Kulati, Ali Can Külpiki gibi zatlar tarafından devam ettirildi.
Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin on kardeşi vardı. Bunlardan birisi; zahid yani dünyaya ehemmiyet vermeyen, cömert ve veli bir zat olan Seyyid Molla Resul Zeki idi. Diğerleri; Seyyid Cemaleddin, Seyyid Nureddin, Seyyid Abdülmelik, Seyyid Abdülkahhar, Seyyid Abdülgaffar, Seyyid Muhammed, Seyyid Abid, Seyyid Abdülgani, Seyyid Mevlana'dır. Bunların hepsi alim ve zahid olup, zamanlarını medreselerde geçirirlerdi.
Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin, Seyyid Celaleddin, Seyyid Behaeddin, Seyyid Hamza, Seyyid Nur Muhammed ve Seyyid Hasan adlı oğulları vardı. Ayrıca Seyyid Bahri, Sultan Veled ve Burhaneddin adlı üç oğlu ise küçük yaşta vefat etmişlerdir.
GERÇEK İLİM
Şeyh Halid isminde büyük bir alim vardı. Şark vilayetinin adliye müfettişliğini yapardı. Tefsir, hadis ve fıkıh gibi zahiri ilimlerde, İbn-i Hacer ve Seyyid Şerif Cürcani hazretleri kadar alim olduğunu iddia ederdi. "Bütün din kitapları ortadan kalksa, bu ilimleri yeniden ihya ederim." derdi. İşte bu Şeyh Halid, Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin ismini ve namını işitmiş, gidip görmeyi niyet etmişti. Giderken de bazı zor sorular hazırlayıp sormayı ve onu müşkil durumda bırakmayı düşündü. Şeyh Halid geldiğinde, Seyyid Sıbgatullah onu yolda karşıladı, güzelce misafir edip ağırladı. Sohbet esnasında da Seyyid Sıbgatullah; "Bir kimse bir talebemize şöyle bir sual sorsa, talebemiz o sorana şu şekilde cevap verir diyerek, Şeyh Halid'in gelirken hazırladığı bütün soruları teker teker, pek güzel cevaplandırdı. Son soruyu cevaplandırdığında, Halid; "Üstadım! Beni affediniz, tövbe ettim." diyerek ellerine sarılıp öptü. Birkaç gün sonra müfettişlik gibi dünya makamlarını terkederek, Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin huzurunda diz çöktü. Pek çetin riyazet ve mücahedeler çekerek nefsini terbiye etmeye başladı. Nefsinin kötülüklerinden kurtulmak için nefsin istediklerini hiç yapmaz, istemedikleri yapardı. Seyyid Sıbgatullah ata binerken, sırtıma basarak binsin diyerek koşar, önünde eğilirdi. Sıbgatullah hazretleri ise, onu bundan meneder, bir daha böyle yapmamasını tenbih ederdi. Şeyh Halid bu ihlaslı hareketleri ile pekçok teveccühlere kavuşarak, evliyalıkta yüksek makamlar sahibi oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız bizim için önemlidir.