Seyyid Abdullah Dehlevî hazretleri, Hindistan’da yetişen, silsile-i aliyye denilen alim ve velilerdendir. 1745 de Hindistan'ın Pencab şehrinde doğdu. 1824 te Delhi'de vefât etti. Kabri Şâhcihân câmii yakınındaki dergâhındadır.
Babası, Abdullatif efendi âlim, sâlih ve zâhid bir zat idi. Bir gün rüyâsında Hz. Ali ona:"Allahü teâlâ sana bir oğul ihsân edecek, o büyük bir zât olacak. Ona bizim ismimizi koyarsın." dedi
Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri de annesine rüyâsında; "Yakında dünyâya bir oğlun gelecek. Ona bizim ismimizi koyarsın." buyurdu. Resûlullah efendimiz de evliyâdan bir zât olan amcasına rüyâsında, doğacak çocuğa Abdullah isminin verilmesini emretti. Çocuk doğduğunda, ismini babası, Ali, annesi Abdülkâdir, amcası Abdullah koydu. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, altı yaşına gelince, Hz. Ali'ye karşı sevgi ve edebinden kendisine Ali denmesini istemeyip Ali'nin hizmetçisi mânâsına gelen Gulam Ali dedi ve bu isimle tanındı.
Allah vergisi çok üstün bir zekâya sâhipti. Kur'an-ı kerimi kısa zamanda ezberledi. Dînî ilimleri ve zamanının fen ilimlerini öğrendi.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin huzuruna varıp, kendisini talebeliğe kabûl buyurmasını istedi. O da: "Sen hoşlandığın bir yere git. Bizim yolumuz, tuzsuz taşı yalamak gibidir." buyurdu. "Ben herşeye razıyım efendim." dedi. "Mübârek olsun." buyurup talebeliğe kabûl edildi. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, 15 yıl sohbetiyle şereflendi. Evliyâlıkta yüksek derecelere kavuşunca, mutlak icâzet alıp, halifesi oldu.
Talebelerinden Meyân Ahmed Yâr anlatır: Bir gün hocamla, kızı vefât etmiş olan yaşlı bir teyzenin evine tâziyeye gittik. Hocam ona, "Allahü teâlâ, inşallah sana daha iyi bir evlat verir." dedi. Kadın; "Ben ihtiyârım, bizim çocuğumuz olmaz." dedi. Hocam; "Allah her şeye kâdirdir." buyurdu. Sonra evden çıkıp mescide geldik. Hocam abdest alıp iki rekat namaz kıldı. O kadına çocuk vermesi için duâ etti. "Allahü teâlâya, o kadına bir çocuk vermesi için arz-ı hâcette bulundum. Duâmın kabûl olduğuna dâir alâmetleri gördüm. İnşaallah çocuğu olacaktır." buyurdu. Daha sonra, o kadının bir çocuğu oldu.
Abdullah-ı Dehlevî hazretleri buyurdu ki: Talebe, sâdık olan tâlip demektir. Allahü teâlânın sevgisi ile ve O'nun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanmaktadır. Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın hâldedir. Uykusu kaçar, göz yaşları dinmez. İşlediği günahlarından utanarak başını kaldıramaz. Her işinde Allah'tan korkar, titrer, Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Her işinde sabreder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusuru kendisinde görür. Her nefeste Allah'ını düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Kimseyle münakaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir. Eshâb-ı kirâm hakkında hayır konuşur ve isimleri anıldığında "radıyallahü.anhüm" der. Hepsinin iyi olduğunu söyler. Peygamber efendimiz Eshâb-ı kirâm arasında olan şeyleri konuşmamayı emir buyurdu. Sâlih müslüman, bunları konuşmaz, yazmaz ve okumaz. Böylece, o büyüklere karşı bir edepsizlikte bulunmaktan kendini korur. O büyükleri sevmek, Allah'ın Resûlünü sevmenin alâmetidir. Kendi bilgisi, kendi görüşü ile evliyâ-yı kirâmı, birbirinden aşağı ve yukarı diye ayırmaz. Birinin, daha yüksek, daha üstün olduğu ancak âyet-i kerime, hadis-i şerif ve Sahabe-i kiramın sözbirliği ile anlaşılır. Muhabbet sarhoşluğu ile başka türlü söyleyenler mâzûrdur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız bizim için önemlidir.