31 Mayıs 2012 Perşembe
30 Mayıs 2012 Çarşamba
29 Mayıs 2012 Salı
28 Mayıs 2012 Pazartesi
27 Mayıs 2012 Pazar
26 Mayıs 2012 Cumartesi
25 Mayıs 2012 Cuma
34- Seyyid Fehîm-i Arvâsî
Seyyid Fehim-i Arvasi hazretleri, Doğu Anadolu'da yetişen büyük velîlerden. Silsile-i aliyye adı verilen büyük evliyânın otuz üçüncüsüdür. Osmanlı Devletinin son devirlerinde yaşamıştır. Seyyiddir. "Hazret-i Şeyh" ve "Allâme" lakapları vardır. "Arvâsî" denmekle meşhûr olmuştur. Babası, Seyyid Abdülhamîd Arvâsî'dir. Annesi aynı âilenin Doğubâyezid kolundan SeyyidHacı İbrâhim Efendinin kızı Seyyide Emine Hanımdır. 1825 (H.1241) senesinde Van'ın Bahçesaray (Müküs) ilçesine bağlı Arvas (Doğanyayla) köyünde doğdu. 1895 (H.1313) senesinde aynı köyde vefât etti. Kabri oradadır ve sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir.
Temiz ve asîl âilesi Anadolu'nun doğu vilâyetlerinin ilim, irfân ve güzel ahlâk vasıflarının timsâli (sembolü) idi. Zamanlarının âlimi, fazîlet örneği olan dedeleri Kâdirî ve Çeştî yollarına mensûb idiler. Babası, Arvas'ın tekke, zâviye ve medresesinin sevk ve idâresini yürütürdü. Seyyid Fehim, küçük yaşta babası Seyyid Abdülhamîd Efendiyi kaybetti. AnnesiSeyyide Emine Hanım, zâhide, takvâ ve verâ sâhibi sâlihâ bir hanım idi. Pekçok kadın hizmetçileri olduğu halde ilim talebesinin elbisesini kendisi eliyle yıkar ve yardım ederdi.
Küçük yaştan îtibâren ilim öğrenmeye başlayan Seyyid Fehîm, kısa zamanda Kur'ân-ı kerîmi hatm ve hıfzetti. Sonra dedelerinin kurduğu ve öteden beri ilim yayan büyük âlimler yetiştiren Arvas Medresesi ile Müküs'teki Mîr Hasan Velî Medresesinde temel dînî bilgileri ve Arabî âlet ilimlerini okudu. Kısa bir müddet ilim tahsîline ara verdi.
Sonra Cizre'ye gidip Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halîfelerinden Şeyh Hâlid-i Cezerî'nin ders halkasına dâhil oldu. Kısa zamanda emsallerini geçip ilimde ilerledi. Dînî ilimleri ve zamânın fen bilgilerini öğrendi.
Hergün okunacak duâlar nelerdir?
Soru: Sabah-akşam okunması gereken duâlar nelerdir?
Cevap: Okunacak duâlar çok ise de, birkaçını bildirelim! Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Duâ, mü'minin silâhı, dinin direğidir.) [İ.Ebiddünya]
(Sabah-akşam 7defa Allahümme ecirnî minennâr diyen cehennemden kurtulur.) (E.Dâvüd)
(Sabah-akşam, 3 defa, (Bismillahillezi lâ yedurru ma'asmihi şey'ün fil erdı velâ fissemâi ve hüvessemî'ul'alîm) okuyan, büyücü ve zâlimlerin şerrinden emîn olur) [İ.Mâce]
(Sabah 3 defa, "E'ûzü billâhis-semî'il alîm-i mineşşeytanirracim" diyerek Haşr sûresinin son üç âyetini okuyana, 70 bin melek, akşama kadar duâ eder. O gün ölürse şehîd olur. Akşam da okursa yine aynı şeylere kavuşur.) [Tirmizî]
(Şirkten korunmak için "Allahümme innî e'ûzübike min en-üşrike bike şey-en ve ene a'lemü ve estağfiruke li-ma lâ a'lemü inneke ente allâmülguyûb" okuyun.) [İ.Ahmed]
(Sabah-akşam 7 defa, "Hasbiyallahü lâ ilâhe illa hu, aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül-arşil-azîm" okuyanın dünya ve âhiret işine Allah kâfi gelir.) [Beyhekî]
Şükür Duâsı
(Allahümme mâ eshâba bî bin ni'metin ev bi ehâdin min halkıke, fe minke vahdeke lâ şerîke leke, felekel hamdü ve lekeşşükr duâsını, gündüz okuyan o günün, akşam okuyan o gecenin şükrünü ifâ etmiş olur.) [Akşam esbaha yerine emsâ denir.]
24 Mayıs 2012 Perşembe
33- Seyyid Sıbgatullâh-i Hîzânî
Seyyid Sıbgatullah-i Hizani hazretleri, Osmanlı alim ve velilerinden. Büyük alim ve evliya Seyyid Taha-i Hakkari hazretlerinin talebelerindendir. İsmi Sıbgatullah olup "Gavsü'l-Azam", "Gavsu Hizani" veya "Gavs" lakablarıyla meşhur olmuştur. "Arvasi" nisbesiyle bilinir. Peygamber efendimizin neslinden olup seyyiddir. Babası, Seyyid Lütfullah Efendi, dedesi Seyyid Abdurrahman Kutub'dur. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1870 (H.1287) de vefat etti. Kabri, Hizan'ın Gayda köyündedir.
Seyyid Taha hazretlerinin "Abdurrahman Nigunam Abdurrahman iyi isimli, yüce şanlıdır", yahut "Kutb-ı Arvasi" buyurarak medhettiği Abdurrahman Kutub'un torunu olan Sıbgatullah Arvasi küçük yaştan itibaren ilim tahsiline başladı. Babası Seyyid Lütfullah Efendi onun yetişmesi için hususi gayret sarf etti. Çok zeki olan Seyyid Sıbgatullah Arvasi, kısa zamanda kelam, tefsir, hadis, fıkıh gibi zahiri ilimleri tahsil etti. Zamanının fen bilgilerinde de mütehassıs oldu. Bid'atten uzak olup, Peygamber efendimizin sünnetine uygun bir hayat yaşamaya çalıştı.Tasavvufa karşı büyük alaka duydu. Birçok alim ve veli zatın ilim meclislerinde ve sohbetinde bulundu. Van'a giderek Seyyid Muhyiddin Efendinin hizmetine girdi. Seyyid Sıbgatullah, hocasının verdiği vazifeleri yapmak için canla başla çalıştı. Ağır riyazetler ve mücahedeler çekti. Yani nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak nefsini terbiye etti. Uzun yıllar hocasının hizmet ve sohbetiyle şereflendi. Nihayet bir gün hocası ona; "Vefat etmiş velilerden istifade edecek, faydalanacak makama geldin." buyurdu. Seyyid Muhyiddin vefat edince, Şeyh Halid-i Cezri'ye gitti. Bu mübarek zatın vefatına kadar sohbetleriyle şereflendi. Sonra Seyyid Taha'nın, Molla Murad Hurusi'yle gönderdiği; "Kendi yuvana dön!" haberiyle, Taha-i Hakkari'nin şerefli hizmetine koşup, hakiki ve esas yuvaya kavuştu. Onun paha biçilmez sohbetlerini, çölde susuz kalmış kimseler gibi ruhuna hayat verici buldu. Seyyid Taha hazretleri,Resulullah efendimizden mürşidleri vasıtası ile gelen feyz ve bereketleri onun kalbine akıttı. Kalb gözü açılıp yüksek makamlara kavuştu. Öyle ki, Hızır aleyhisselam ile görüşür, sohbet ederdi. Mürşidi Seyyid Taha hazretleri vefat edince, onun yerine geçen Seyyid Salih hazretlerinin sohbetine devam etti. Seyyid Taha'nın huzurunda kemal ve ikmal mertebelerine ulaşan Seyyid Sıbgatullah, Hizan ve Gayda'da halkı irşad eyledi ve insanlara İslamiyetin emir ve yasaklarını anlattı. Sohbetinde bulunup bir teveccühüne mazhar olanın kalbinde, Allahü teâlânın muhabbeti yerleşirdi. Dinin emirlerine son derece uyar, yasaklarından sakınırdı.
Sıkıntıdan kurtulmak için okunacak duâlar nelerdir?
Soru: (Bir sinir hastamız var. Hep sıkıntılı ve huzursuzdur. Asabiyeciye gittik. Ona "Açık yerlerde gez! Teselli edici kimselerle konuş! Ruhî tedâvi için nasihat çok faydalıdır. Tıpta telkinle tedâvi vardır. Böyle psikolojik hastalıklar için ilâçların yanı sıra duâ okumak faydalıdır." dedi. İlaçlardan başka ne yapmalıyız?
Cevap: Mütehassıs doktorların tavsiyelerine uymak lâzımdır. Psikolojik hastalıklar için telkin iyi gelmektedir. Telkinle sağlam insana sıkıntı vermek mümkün olduğu gibi, sıkıntılı insanı da tedâvi etmek mümkündür. Psikolojik hastalara, bir şeyler söyleyip, (Artık bir şeyin kalmaz, biraz gez.) dendiğinde hastanın daha huzurlu olduğu görülmüştür.
Vücudumuz, bize emânettir. Dinimiz onu iyi korumamızı emrediyor. Hastayı tedavi ettirmek lâzımdır. Tedâvinin, hastalığın durumuna göre, ilâç ile sadaka vermek ile ve duâ ile yapılacağı bildirilmiştir. Tecrübe ile te'sirleri kat'i olan, aşı, serum ve mikrop öldürücü ilâçları kullanmak farzdır. Yâni Allahü teâlâ'nın emridir. Te'siri kat'i olan ilâçlar, gıda gibi olup, ilâç almayıp ölmek günâhtır. Peygamber aleyhisselâm üç türlü ilâç kullanmıştır. Kur'ân-ı kerîm veya duâ okurdu. Fen ile bulunan ilâçları kullanırdı. Her ikisini karışık da kullanırdı. (Mevâhib)
Duânın te'sîr etmesi
Duânın te'sîr etmesi
Kur'ân-ı kerîmin ve duânın te'sir etmesi için ba'zı şartların gözetilmesi lâzımdır. Okuyanın veya yazanın ve hastanın buna inanması, hastanın zararlı olan gıdalardan, şüpheli ilâçlardan perhiz etmesi, sıcaktan ve soğuktan sakınması lâzımdır. Okuyanın, itikadının bozuk olmaması, harâm işlemekten, kul hakkından sakınması, harâm ve habîs şey yiyip içmemesi ve karşılık olarak ücret almaması şarttır.
Duâ ilâç gibidir. Allahü teâlâ dilerse te'sir eder. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
Regâib gecesinde gâfil olma!
Bir defasında, Peygamber efendimiz, Receb ayında tutulacak oruçların fazîletini anlatıyordu. Orada bulunanlardan, yaşı ve pîr-i fânî bir zât ayağa kalkıp:
- Yâ Resûlallah, ben Receb ayının hepsini oruç tutamam, dediğinde; Peygamber efendimiz:
- Sen Receb ayının birinci, onbeşinci, sonuncu günleri oruç tut, hepsini tutmuş sevâbına kavuşursun. Çünkü sevaplar on misli yazılır. Fakat sen Receb-i şerîfin ilk cuma gecesinden gafil olma ki, melekler o geceye Regâib gecesi demişlerdir. Zîra o gece, gecenin üçte biri geçtikten sonra göklerde ve yerde bir melek kalmaz, hepsi Kâ'be-i muazzama etrafında toplanırlar. Allahü teâlâ onlara hitâben:
"Ey meleklerim dilediğinizi benden isteyiniz." buyurur. Onlar:
"Yâ Rabbî, istediğimiz, Receb ayında oruç tutanları mağfiret etmendir." deyip, isteklerini arzederler. Allahü teâlâ:
"Ben, Receb ayında oruç tutanları mağfiret ettim buyurur."
- Yâ Resûlallah, ben Receb ayının hepsini oruç tutamam, dediğinde; Peygamber efendimiz:
- Sen Receb ayının birinci, onbeşinci, sonuncu günleri oruç tut, hepsini tutmuş sevâbına kavuşursun. Çünkü sevaplar on misli yazılır. Fakat sen Receb-i şerîfin ilk cuma gecesinden gafil olma ki, melekler o geceye Regâib gecesi demişlerdir. Zîra o gece, gecenin üçte biri geçtikten sonra göklerde ve yerde bir melek kalmaz, hepsi Kâ'be-i muazzama etrafında toplanırlar. Allahü teâlâ onlara hitâben:
"Ey meleklerim dilediğinizi benden isteyiniz." buyurur. Onlar:
"Yâ Rabbî, istediğimiz, Receb ayında oruç tutanları mağfiret etmendir." deyip, isteklerini arzederler. Allahü teâlâ:
"Ben, Receb ayında oruç tutanları mağfiret ettim buyurur."
23 Mayıs 2012 Çarşamba
Çocuklar İçin Sureler Ezberleme Programı
Çocuklar için sureler ezberleme programı okul öncesi ile ilköğretim çağına gelen çocuklar için hazırlanmış ücretsiz ve kullanışlı bir programdır. Dinimizin emrettiği üzere belli bir yaşa gelen çocuklarımıza dinimizin gereklerinin öğretilmesi gerektiğinden ücretsiz olan bu programın hemen her bilgisayarda kurulu olması gerekmektedir.
Surelerin ezberlenmesi sonrası ebeveynler olarak bizlerin çocuklarımıza namaz nasıl kılınır, dinimizin gerekleri nelerdir? tam ve eksiksiz olarak öğretilmesi gerekmektedir. İşte bu nedenle namazın gerekleri olan surelerin ezberlenmesi için kalıplar halinde hazırlanmış olan ve geçişlerinin kullanıcı tarafından kontrol edilebildiği program sayesinde kolayca gerçekleşmektedir. Okul öncesi çocukların anlayabilmelerini sağlamak amacıyla butonları seslendirilen program sayesinde namaz kılmak için bilinmesi gereken sureleri çocuklarımız kolayca öğrenebilecekler.
32- Seyyid Muhammed Sâlih
Seyyid Muhammed Sâlih hazretleri, Osmanlılar zamanında Anadolu'da yetişen evliyânın en büyüklerinden. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyada ve âhirette saadete, mutluluğa kavuşmalarına vesile olan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" adı verilen büyük âlim ve evliyâların 32.sidir. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin 11. torunu ve Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin kardeşidir. 1865te Nehrî'de vefât etti.
Seyyid Sâlih, küçük yaşta Kur'an-ı kerim okumayı öğrendi. Kısa zamanda Kur'an-ı kerimi ezberledi. Medreseye giderek tefsir, hadis, fıkıh gibi zâhirî ilimlerle, zamanın fen ve edebiyat bilgilerini öğrenerek büyük bir âlim oldu. Tasavvufta da yetişerek, kalb ilimlerinde marifet sahibi olmak için, ağabeyi Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'nin sohbetiyle şereflendi. Senelerce ona hizmet etti. Mübarek teveccühlerine kavuştu. Evliyalıkta çok yükseldi. Hocasından icazet alınca, talebe yetiştirmeye başladı.
Haramlardan şiddetle kaçar, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasını terk ederdi. Ekseri günleri oruçlu geçerdi. Gecelerini ibâdetle ihya eder, uykusunu öğleye yakın kaylule yaparak alır, hem de sünnet-i şerife uyardı. Çok merhametli olup, hiç kimseyi incitmezdi. İnsanların cehenneme gitmemeleri için elinden gelen gayreti gösterir, Allahü teâlânın emirlerini bildirir, yasaklarından kaçınmalarını sağlardı. Gayr-i müslimlere de iyilik yapardı. Herkes tarafından sevilirdi.
Mübarek alınlarında nur parlardı. Onu gören, Allahü teâlânın sevgili bir kulu olduğunu hemen anlar, hürmette kusur etmemeye çalışırdı. Bir gece, hırsızın biri onun evini soymaya karar verdi. O gece ay çıkmamıştı, zifiri karanlıktı. Hırsız, bahçe duvarından içeri atladı. Fakat o anda bahçenin birdenbire gündüz gibi aydınlandığını gördü. Hayret etti. Görürler korkusuyla hemen dışarı çıktı. Ortalık yine karanlık oldu. "Bu defa aydınlık olmaz." düşüncesiyle tekrar bahçeye girdi. Ortalık bir anda yine aydınlandı. Yine çıktı, tekrar girdi. Nihayet evin penceresine baktığında, Seyyid Sâlih hazretlerini gördü. Hırsıza; "Buyurun, ne isterseniz vereyim." buyurdu. Hırsız onun güneş gibi parlayan mübarek yüzünü görüp, tatlı sözünü işitince hayran kaldı. Bahçeye girince meydana gelen aydınlığın onun nûru olduğunu anlayıp, yaptığına pişman oldu. Huzuruna varıp tövbe etti. Talebelerinden oldu.
Büyü nasıl çözülür?
Büyüden kurtulmak için, diğer hastalıklarda olduğu gibi sebeblere yapışmak lâzımdır. Bunlardan ba'zıları şunlardır:
1- Bir miktar suya Âyet-el kürsî, ihlâs ve Mu'avezeteyn [Nas ve Felâk] sûrelerini okumalıdır. Büyü yapılan kimse bundan üç yudum içmeli, kalan su ile gusledilmelidir.
2- Sedir ağacının yeşil yaprağından yedi adedi iki taş arasında ezilip su ile karıştırılır. Üzerine Âyet-el kürsî, İhlâs ve Kul-e'ûzüler okunur. Üç yudum içip geri kalanla gusledilir.
3- Üç kerre Salevât-ı şerîfe okumalı, sonra yedi Fâtiha, yedi Âyet-el kürsî, yedi Kâfirûn sûresi, yedi İhlâs-ı şerîf, yedi Felâk ve yedi Nâs sûrelerini okuyup kendi üzerine veya hastanın üzerine üflemelidir. Bunları tekrar okuyup hastanın odasına, yatağına, evin her yerine, bahçesine üflemelidir. İnşâallahü teâlâ büyüden kurtulur.
4- Fâtiha, Âyet-el kürsî ve dört kul, [yâni Kâfirûn, İhlâs, Felâk ve Nâs sûreleri] yedişer kerre okunup hastaya üflenirse, bütün âfetler, dertler için ve sihir, nazar için iyi gelir. Tuz üzerine okunup, suda eritilerek içmek şeklinde de olur.
5- Bir kimse sabah akşam, Bakara sûresinin başından dört âyet ve Âyet-el kürsî ile, Âyet-el kürsîden sonraki iki âyeti ve Bakara sûresinin sonundaki üç âyeti okursa, evine şeytan girmez. Mecnûnun [Delinin] hastanın üzerine okunursa, iyi olur.
Silsile-i Aliyye
6- Yirmi beş kerre Estagfirullah denir. Sonuncusunda ve etûbü ileyh'e kadar okunur. Sonra on bir ihlâs ve yedi kerre Fâtiha-i şerîfe ve otuz üç kerre, Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ ali seyyidinâ muhammed okuyup, sevâbı Peygamber efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın ve Evliyânın rûhlarına ve sonra Silsile-i aliyye denilen büyük âlimlerin isimlerini söyleyip; bu büyüklerin rûhlarına hediyye edilir. Bunların hürmetine şifâ vermesi için Allahü teâlâya duâ edilir. Hergün sabah-akşam böyle duâ edilir.
Hoparlör ve aksi seda yani yankı ile namaz kılmak caiz midir?
Sual: Hoparlör ve aksi seda yani yankı ile namaz kılmak caiz değildir. Ancak büyük camiler, aksi sedayı kuvvetlendirilecek şekilde yapıldığına göre, burada yankı nasıl caiz oluyor?
CEVAP
Ses teknolojisi ile uğraşan bilim dalına (akustik) denir. Önce sesin meydana gelişini inceleyelim:
Boğazdaki ses iplikçikleri [etten iki tel], konuşurken, gerilerek sertleşiyor. Ciğerden gelen hava, bunları titreştirerek ses hasıl oluyor. Titreşen tellerin hava moleküllerine çarpması, bu molekülleri titreştiriyor. Bu titreşimler de, yanlarındaki hava moleküllerini titreştirerek kulağımıza kadar ulaşıyor. Böylece sesi duyuyoruz. Ses hava içinde, muntazam küreler halinde dalgalarla yayılıyor. Havanın kendisi gitmiyor. Sesi iletmiş oluyor. Kuru hava, sesi, saniyede 340 metre hızla iletmektedir. Su molekülleri de, sesi iletir. Sesin, sudaki hızı, saniyede 1500 metre kadardır. Katı cisimler, sesi daha çabuk iletiyor. Sesin çelik ve camdaki hızı, saniyede beş bin metredir.
Havada, suda yayılmakta olan ses dalgaları, duvar, kayalık gibi sert düz yüzeylere çarpınca, doğrultularını değiştirerek, tekrar geriye döner. Geri dönen dalgalar, eşit özellikte, ikinci bir ses meydana getirirler. Bu ikinci sese aksi seda yani yankı denir.
Bir sesin işitilmesi ile bu sesin bir veya daha fazla yansımasından doğan yankının duyulması arasında geçen zaman farkına “yankı zamanı” denir. Akustik yardımı ile sesin yansıma özelliklerinden faydalanılarak deniz derinliklerini ölçmek mümkün olmuştur.
CEVAP
Ses teknolojisi ile uğraşan bilim dalına (akustik) denir. Önce sesin meydana gelişini inceleyelim:
Boğazdaki ses iplikçikleri [etten iki tel], konuşurken, gerilerek sertleşiyor. Ciğerden gelen hava, bunları titreştirerek ses hasıl oluyor. Titreşen tellerin hava moleküllerine çarpması, bu molekülleri titreştiriyor. Bu titreşimler de, yanlarındaki hava moleküllerini titreştirerek kulağımıza kadar ulaşıyor. Böylece sesi duyuyoruz. Ses hava içinde, muntazam küreler halinde dalgalarla yayılıyor. Havanın kendisi gitmiyor. Sesi iletmiş oluyor. Kuru hava, sesi, saniyede 340 metre hızla iletmektedir. Su molekülleri de, sesi iletir. Sesin, sudaki hızı, saniyede 1500 metre kadardır. Katı cisimler, sesi daha çabuk iletiyor. Sesin çelik ve camdaki hızı, saniyede beş bin metredir.
Havada, suda yayılmakta olan ses dalgaları, duvar, kayalık gibi sert düz yüzeylere çarpınca, doğrultularını değiştirerek, tekrar geriye döner. Geri dönen dalgalar, eşit özellikte, ikinci bir ses meydana getirirler. Bu ikinci sese aksi seda yani yankı denir.
Bir sesin işitilmesi ile bu sesin bir veya daha fazla yansımasından doğan yankının duyulması arasında geçen zaman farkına “yankı zamanı” denir. Akustik yardımı ile sesin yansıma özelliklerinden faydalanılarak deniz derinliklerini ölçmek mümkün olmuştur.
22 Mayıs 2012 Salı
31- Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî
Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretleri, Anadolu'da yaşayan büyük velilerden. Silsile-i aliyye adı verilen, insanlara İslamiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyada ve ahirette seadete, mutluluğa kavuşmalarına vesile olan büyük alim ve velilerin otuz birincisidir. Peygamber efendimizin neslinden olup Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin on birinci torunudur. Babası Seyyid Molla Ahmed bin Salih Geylani'dir. Şihabüddin, İmadüddin, Kutbü'l-İrşad vel-medar lakaplarıyla ve Hakkari nisbesiyle meşhurdur. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin halifelerindendir. 1853 (H.1269) senesinde Şemdinli yakınındaki Nehri'de vefat etti. Kabri orada olup ziyaret edilmekte, feyz ve bereketlerinden istifade olunmaktadır.
Asil ve temiz bir aileye mensub olan Seyyid Taha-i Hakkari'de çocukluğunda büyüklük ve olgunluk halleri görülür, zeka, istidat, vakar ve heybeti ile herkesin dikkatini çekerdi.
Onu her gören ilerde pek büyük bir zat olacağını söylerdi. Küçük yaşta Kur'an-ı kerimi hatmetti ve ezberledi. Sonra ilim tahsiline başladı. Süleymaniye, Kerkük, Irak, Erbil, Bağdat gibi ilim merkezlerine giderek şöhretli alimlerden, tefsir, hadis, fıkıh gibi zahiri ilimleri, zamanın fen ve edebiyat bilgilerini öğrendi.
Seyyid Taha, daha ilim talebesi iken, bir gün Bağdat'a yakın bir yerde, çok küçük bir akarsudan abdest alıyordu. Arkadaşları; "Bu su çok azdır, bununla abdest olmaz." deyince; "Bu, ma-i caridir, yani akar sudur. Dinimizde bununla abdeste izin vardır. Siz ilim talebesisiniz, bunları bilirsiniz. Sonra bu suda balık bile yaşar." buyurdu ve elini orada biriken su birikintisine sokup çıkardı. Arkadaşlarına uzatarak; "Bakın bu suda kocaman balıklar yaşamaktadır." deyip elindeki balığı gösterdi. Bu büyük kerameti gören arkadaşları; "Bundan sonra sen ne yaparsan yap, bir daha sana itiraz etmeyeceğiz." dediler.
Falcılığın ve büyücülüğün dinimizdeki yeri nedir?
Soru: Kâhinlik, falcılık, büyücülük nedir? Büyü çözmek için ne yapmak gerekir?
Cevap: Kâhinlik, cinden bir arkadaş edinip, olmuş ve olacak şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmektir. Cin ile tanışan falcılar, (Yıldıznâme)ye bakıp, sorulan herşeye cevap verenler böyledir. Bunlara ve büyücülere gidip, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, ba'zan doğru çıksa bile, Allah'tan başkasının herşeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup küfürdür. (Hadîka)
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Uğursuzluğa inanan, kâhinlik yapan, kâhine giden, büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir, Kur'ân-ı kerîme inanmamış olur.) [Bezzâr]
İbni Ebî Zeyd hazretleri diyor ki:
(Cinci tarikatçıya inanmak, insanı cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek câiz değildir. Büyü çözene de para vermek câiz değildir.)
Gaybı Cin de Bilmez
(Birgivî Vâsiyetnâmesi)nde (Bir kimse, ben çalınanları, kaybolanları bilirim dese, diyen de, buna inanan da kâfir olur. "Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum" derse yine kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allah bilir) buyuruluyor. Kâdızâde, burayı şöyle açıklıyor: (Gaybı Allahü teâlânın vahy ve ilhâm ettikleri de bilir. Cin bu iki yoldan öğrendiğini haber verirse, "Bana cin haber verdi" demekte zarar yoktur. Allahü teâlâ vahy yolu ile peygamberlere gaybı bildirdiği gibi, ilhâm yolu ile de evliyâya ve mü'minlere de bildirir.)
E-Müezzin 3.0 Sanal Müezzin’iniz
E-Müezzin 3.0 Sanal Müezzin’iniz
E-Müezzin 3.0 Müslümanlara Yani Bize Farz Olan 5 Vakit namaz vakitlerini Bulunduğumuz İllere göre otomatik olarak diyanet’in Sitesinden alıp güncelleyerek bize hatırlatan bir program. Bu programı bilgisayarımızda kolayca test edebilirsiniz Arkadaşlar. Tek link olarka şağıdan indirin kurun.
Üç ayların faziletleri
RECEB AYI: Dört kıymetli aydan biridir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri, ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram [hürmetli] olan aylardır.) [Tevbe 36]
Resulullah efendimiz, Receb ayına çok değer verir ve "Ya Rabbi, Receb ve Şabanı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir" diye dua ederdi.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haram aylar, Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir.) [İbni Cerir]
(Haram aylarda Perşembe, Cuma ve Cumartesi günleri oruç tutana iki yıllık ibadet sevabı yazılır.) [Taberani]
(Haram aylarda bir gün oruç tutup bir gün yemek çok faziletlidir.) [Ebu Davud]
(Receb ayında Allahü teâlâya çok istiğfar edin; çünkü Allahü teâlânın, Receb ayının her vaktinde Cehennemden azat ettiği kulları vardır. Ayrıca Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.) [Deylemi]
(Cennette öyle köşkler vardır ki, onlara ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ, Receb ayında oruç tutanları mağfiret eder.) [Gunye]
(Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana, Receb’in hepsinde tutmuş gibi sevab verilir.) [Miftah-ül-cennet] (Başında demek, ayın ilk günleri demektir. Ortası, ortadaki günlere yakın olan günler, sonu da, ayın son günleri demektir.)
(Ramazan ayı dışında Allah rızası için bir gün oruç tutan, iyi bir yarış atının bir asırda alacağı mesafe kadar Cehennemden uzaklaşır.) [Ebu Ya’la]
(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez: Regaib gecesi, Şabanın 15. gecesi, Cuma gecesi, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.) [İ. Asakir]
(Allahü teâlâ, Receb ayında hasenatı kat kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün tutana, Allahü teâlâ istediğini verir. 15 gün oruç tutana, bir münâdi, “Geçmiş günahların affoldu” der. Allahü teâlâ, Nuh aleyhisselamı Receb’de gemiye bindirdi. O da, Receb ayını oruçlu geçirip oradakilere oruç tutmalarını emretti.) [Taberani]
21 Mayıs 2012 Pazartesi
Windows 7 Namaz Vakitleri Masaüstü Eklentisi
Windows 7 Namaz Vakitleri Masaüstü Eklentisi
Windows 7 Kullanıcıları İçin Hazırlanmış Çok güzel bir Namaz Vakti Ekletisi. Kolayca kurulan bu program masaüstünüzde bir köşede durabilir. Ezan vakitlerini kolayca takip edebilirsiniz. Bulunduğunuz Şehri ve 10 adet farklı temadan birini seçin bırakın. Mutlaka Denemesi gereken bir program.
20 Mayıs 2012 Pazar
Zekat Hesaplama Programı Zekatmatik
Zekat Hesaplama Programı Zekatmatik
Bilgisayar ortamında Ne kadar Zekat Vermeniz Gerektiğini Kolayca hesaplayabilirsiniz Arkadaşlar. Bu Program Bizlere Kolayca ne kadar zekat vermemiz gerektiğini çıkartmaktadır. Ayrıca bu programın bilgisayarımızda çalışması için ofis yazılımlarından exel’in bilgisayrda kurulu olması gerekmektedir.
30- Seyyid Abdüllah Şemdinî
Seyyid Abdullah Şemdini hazretleri, Anadolu'da yetişen büyük velilerden. Kendilerine Silsile-i aliyye adı verilen büyük alim ve veliler silsilesinin otuzuncusudur. Bu diyarda Nakşibendi, Müceddidi, Halidi kolunun önde gelen temsilcisidir. İsmi Abdullah'tır. Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin onuncu torunu ve Seyyid Taha-i Hakkari'nin amcasıdır. Lakabı, Siracüddin ve Menba-ul-Hilm'dir.
Şemdinli'de dünyaya gelen asil, temiz ve şerefli bir aileye mensub olan Seyyid Abdullah Şemdini, küçük yaşta ilim tahsiline yöneldi. Zamanının usulüne göre ilk tahsilini gördükten sonra, Irak'ın Süleymaniye beldesine giderek oradaki medresede ilim öğrenmeye devam etti. Akli ve nakli ilimleri tahsil edip büyük alim oldu. Bu medresede ilim öğrenmekle meşgul iken medrese arkadaşı Mevlana Halid-i Bağdadi ile bir kardeş gibi yaşadılar. Yüksek yaratılışı olan bu iki gönül dostu zahiri ilimleri tahsil ettikleri sırada kalb ve gönül ilmi olan tasavvufa karşı alaka duymaya başladılar. Bu alaka, muhabbet ve aşk derecesine ulaşıp, kendilerini manevi olarak terbiye edip, batıni ilimleri öğreterek yetiştirecek bir rehber, yol gösterici aradılar.
Sonunda aradıkları rehberi hangisi daha evvel bulursa, o büyük zattan alacağı manevi feyz ve bereketin aralarında müşterek olmasını kararlaştırdılar. Bu hususta birbirlerine söz verdiler. Yani aradıkları o büyük veliyi hangisi daha evvel bulur ve tanırsa hemen diğerinin de o zatı tanımasına, ona bağlanıp feyz almasına vasıta olacaktı.
19 Mayıs 2012 Cumartesi
5 Vakit Namaz Eğitim Programı Türkçe
5 Vakit Namaz Eğitim Programı Türkçe Tek Link
Biz Müslümanlara 5 vakit Farz olan namazımızı nasıl kılınacağımızı resimli sesli ve yazılı bir şekilde anlatan küçük ama çok faydalı bir program. Çocuklarımıza namazı öğretecek zamanınız yoksa yada kendimiz dahi bazı noktalarda şüpheye düşüyorsak bu programla bildiklerimizi tazeleyebiliriz. Bu programı kesin bilgisayarınızda bir yerlede bulundurun arkadaşlar. Hatta paylaşın bir kişiye bile vesile olmak bizler için faydalı olacaktır.
islami Masaüstü Resimleri (60 Adet)
islami Masaüstü Resimleri (60 Adet) | İslamic Wallpaper Themes
Birbirindne güzel sizin için derlenmiş 60 Adet Hd Wallpaper paketi. İslam Dinini ön planda tutan bu arkaplan setine kesin sahip olmalısınız arkadaşlar. Link direk serverı’mızda bulunmaktadır tıklayarak kolayca bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
ZİKİR VE ÂDABI
Faziletli Olan Amelleri İşlemek
Bu ki, kendisine faziletli amellerden herhangi bir şey tebliğ edildiği zaman, o şeyin ehli olmak için, bir defa dahi olsa onunla insanın amel etmesi uygundur. Mutlak surette onu terk etmesi uygun değil; ondan mümkün olanı yapmak gereklidir. Çünkü sıhhatında ittifak olan Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şu hadîsi vardır.
"Size bir şey emrettiğim zaman, gücünüz yettiği kadar o şeyden yapın."[1]
Teşvik Ve Korkutma Ve Faziletler Hakkında Zayıf Hadislerle Amel Etmek
Hadîs âlimleri, fıkıh âlimleri ve diğer âlimler şöyle demişlerdir: Faziletlerle terğıb ve terhib (teşvik ve korkutma) konularında, hadîs uydurma olmadıkça zayıf hadîslerle amel etmek caizdir vemüstahabdır. Fakat haram, helâl, aîış-veriş, nikâh, talak ve bunlardan başka konularda zayıf hadislerle amel edilmez; ancak sahîh yahud hasen hadîslerle amel edilir. O kadar var ki, ihtiyatı gerektiren bir yerde zayıf hadîsle amel edilebilir. Nitekim bazı şeylerin satışına yahud nikâha dair keraheti ifade eden zayıf hadîsle ihtiyad bakımından amel edilir. Çünkü müstahab olan kerahetten korunmaktır: fakat bu vacib değildir.
Bu bülümü şu sebebden konu edindim: Çünkü bu kitabda hadîsler gelecektir. Onların sahîh, hasen yahud zayıf olduğuna işaret edeceğim yahud zühul veya başka bir sebebden sükût edeceğim. İstedim ki, bu kural, bu kitabın başlarında yerleşsin.
Zikir Halkasında Oturmak
Bil ki, zikir müstahab olduğu gibi, zikir ehlinin halkasında oturmak da müstahabdir. Bu husustaki deliller birbirini takviye etmektedir. Bu deliller, inşa-Allah yeri geldikçe gösterilecektir. Buna dair, İbni Ömer'in (Radı-yallahu Anhüma) naklettiği şu hadîs kâfi gelir:
2- Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
"Cennet bahçelerine uğradığınız zaman, otiaym (nasibinizi akn)" As-hab sordu: Yâ Resûlallah, cennet bahçeleri nedir? Hazreti Peygamber buyurdu:
"(Onlar) zikir halkalarıdır; çünkü Allah'ın gezip dolaşan melekleri vardır, onlar zikir halkalarını ararlar. Bu zikir halkalarına geldikleri zaman, onları kuşatırlar.’’
3- Muaviye'den (Radiyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, Resûlül-lah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabından halka (çember) bir cemaat karşısında durup şöyle dedi:
"Niçin oturuyorsunuz?" Ashab: Oturduk Allah'ı zikrediyoruz, bizi İslâm'a ilettiğinden ve İslâm'la bize ihsan buyurduğundan O'na hamd ediyoruz, dediler. Peygamber Salîallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurdu: "Ancak bu iş için oturduğunuza Allah'a yemin eder misiniz? Dikkat edin, ben sizi suçlamak için size yemin verdirmiyorum; fakat bana Cibrîl gelip haber verdi ki, Allah sizinle beraber meleklere karşı övünüyor,"[2]
Ebû Saîd El-Hudrî ve Ebû Hureyre (Radıyallahu Anhüma) rivayet edildiğine göre her ikisi Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğuna şahid olmuşlardır:
"Allah'ı zikretmek için oturan bir toplumu muhakkak ki, melekler çevreler ve rahmet onları kaplar; üzerlerine huzur iner ve Allah Teâlâ bunları, kendi katında olanlara (meleklere) anlatıp över."[3]
29- Mevlana Hâlid-i Bağdâdî
Mevlâna Halid-i Bağdadî hazretleri, Irak ve Şam'da yetişmiş büyük velîlerdendir. Silsile-i aliyye adı verilen âlimler ve velîler zincirinin 29.sudur. Asrının müceddidi idi.. Babası Hz. Osman'ın, annesi ise Hz. Ali'nin soyundandır. Kabri Şam'ın kuzeyinde, Kâsiyûn Dağı eteğindeki kabristanda bulunan türbesindedir.
Zekâsı keskin, hâfızası kuvvetli, irâdesi sağlam ve çok çalışkan idi. Devrin meşhûr pek çok âlimlerinden ilim öğrenip, icâzet aldı. Öğrendiği bütün ilimlerde din ve fen adamlarına hocalık yapacak derecede üstün bir bilgiye sâhip oldu. Din ve fen ilimlerindeki üstünlüğü ve geniş bilgisi sebebiyle zamânının bütün âlimleri ve velîlerinin takdirlerini kazandı. Hangi ilimden ve hangi fenden ne sorulursa sorulsun derhal cevâbını verirdi. Zekâsı ve bilgisi karşısında akıllar hayrete düşerdi. 21 yaşındayken, ulemâya üstâd olup, 7 yıl ders okuttu. Alimler arasında sözü senet idi.
Hicaz'a gidip Medîne’ye kavuşunca Peygamber efendimize olan aşkını Farsça olarak dile getiren Kasîde-i Muhammediyye'yi yazdı. Medîne’de Yemenli fazîlet sâhibi bir zâta rastladı. Ondan nasîhat istedi. O zât dedi ki: "Ey Hâlid Mekke’ye gidince edebe uymayan bir şey görürsen hemen reddetme." O da Mekke’de bir Cumâ günü Kâbe-i şerîfe karşı Delâil-i Hayrât'ı okurken birinin, Kâbe'ye sırt çevirip kendine baktığını gördü. "Şuna bak Kâbe'ye arkasını çevirmiş, edebi gözetmiyor!" diye düşünürken, o kimse; "Mümine hürmet, Kâbe'ye hürmetten öncedir. Bunun için yüzümü sana çevirdim. Sana verilen nasîhatı ne tez unuttun” dedi. Ondan özür dileyip; "Beni talebeliğe kabûl et." diye yalvardı. O da; "Sen burada olgunlaşamazsın, senin işin Hindistan’da tamam olur." dedi. Bu zatın hocası Abdullah-ı Dehlevî olduğu rivayet edilmektedir.
18 Mayıs 2012 Cuma
ABDEST DUALARI
İslâm büyüklerinden, bizlere kadar gelmiş abdeste mahsus dualar vardır. Her uzuv yıkanırken,
ona münasip bir dua okunur. Bu abdest dualarını okumak sevap olmakla beraber, mecburi
değildir. Bu duaları bilmeyen veya ezberlemeyenler, her abdest azâlarını yıkarken
Kelime-i Şehadet getirirlerse "Eşhedü en lâ ilâhe illâ'l-lah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasülüh", o şekilde de sevaba nail olurlar.
Abdest alacak kimse suyun başına geçer, şart olmamakla beraber mümkünse kıbleye döner. Abdeste başlamadan önce "Eüzü" ve "Besmele" okur.
ELLER YIKANIRKEN OKUNACAK DUA "Elhamdü lillâhi'l-lezi ceale'l-mâe tahüren ve ceale'l-islâme nürâ."
Mânası: Hamd olsun Allah'a ki, suyu temizleyici, İslâm'ı nur kılmıştır.
AĞZA SU ALIRKEN OKUNACAK DUA
"Allahümme's-kıni min havzı nebiyyike ke'sen lâ ezmeu ba'dehu ebedâ."
Mânası: Yâ Rab! Bana Peygamberinin havzından öyle bir kâse su ihsan buyur ki,
ondan sonra hiç susuzluk duymayayım.
ona münasip bir dua okunur. Bu abdest dualarını okumak sevap olmakla beraber, mecburi
değildir. Bu duaları bilmeyen veya ezberlemeyenler, her abdest azâlarını yıkarken
Kelime-i Şehadet getirirlerse "Eşhedü en lâ ilâhe illâ'l-lah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasülüh", o şekilde de sevaba nail olurlar.
Abdest alacak kimse suyun başına geçer, şart olmamakla beraber mümkünse kıbleye döner. Abdeste başlamadan önce "Eüzü" ve "Besmele" okur.
Mânası: Hamd olsun Allah'a ki, suyu temizleyici, İslâm'ı nur kılmıştır.
AĞZA SU ALIRKEN OKUNACAK DUA
"Allahümme's-kıni min havzı nebiyyike ke'sen lâ ezmeu ba'dehu ebedâ."
Mânası: Yâ Rab! Bana Peygamberinin havzından öyle bir kâse su ihsan buyur ki,
ondan sonra hiç susuzluk duymayayım.
Tasavvuf nedir?
Soru: Tasavvuf nedir, yeni mi çıktı?
Cevap: Tasavvuf, kalbi saf yapmak, kötülüklerden temizlemek demektir. İnsanın kalbini, Allahü teâlânın muhabbetine bağlamak, Resûlullahın söz, hareket ve ahlâkına uymak, yolundan gitmektir. Kalb ile yapılması ve sakınılması gerekli şeyleri ve kalbin, rûhun, kötülüklerden temizlenmesi yollarını öğreten ilme, tasavvuf ilmi denir. Îmânın yerleşmesini, fıkıh ilmi ile bildirilen ibâdetlerin severek, kolaylıkla yapılmasını ve Allahü teâlânın sevgisine kavuşmayı sağlar. Tasavvuf ilmine, Ahlâk ilmi de denir. Âlimler tasavvufu çeşitli şekillerde ta'rîf etmişlerdir. Ba'zıları şöyledir:
Tasavvuf, güzel ahlâktır. (İ. Kettânî)
Tasavvuf, kalbi temizlemektir. (Ebû Ali Rodbârî)
Tasavvuf, edebe riâyettir. ( Ebû Muhammed Cevîrî)
Tasavvuf, i'tirâzı bırakıp, emredilene peki demektir. (Ebû Sehl Sa'lûkî)
Tasavvuf, nefsin kötü isteklerini terk etmektir. (Ebû Hüseyn Nûrî)
Tasavvuf, faydasız işleri terk etmektir. (Ebû Saîd İbni Arabî)
Tasavvuf, vakti değerlendirmek ve vaktin kıymetini bilmektir. (İbni Osman Mekkî)
Tasavvuf, Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanmaktır. (Cüneyd-i Bağdâdî)
Tasavvuf, kimseye ezâ ve cefâ vermemek, herkese lütûf ve ihsânda bulunmak, hastalık ve musîbetleri herkese izhâr etmemek, düşmanlarını affetmek, insanlık mertebesinin en yüksek derecesine kavuşmayı usûl ittihaz etmektir. (Ahmed Şirbâhî)
17 Mayıs 2012 Perşembe
Hz. HAZKİL'İN ÖLÜLERİ DİRİLTMESİ
Hazkil aleyhisselâm'ın diğer bir lakabı da Zülkifl olup Hz. Eyyub' un oğullarından Şeref olduğu bildirilmiştir. Kendisi Şam diyarında hakk'ı tebliğde bulunmuştu.
Vaktiyle İrak'ta Vasıt tarafında Dâverdân denilir bir kasaba varmış. Orada veba salgını olmuş, ahalisi bundan kaçmak için memleketlerinden çıkmışlar, fakat hep telef olmuşlar. Sonra Allahü Teâlâ onlara yine hayat vermiş. Bir de israil Oğullarından cihadla emrolunan bir kavim muharebeden korkup vatanlarından çıkmışlar, kaçmışlar, fakat yine ölmüşler, perişan olmuşlar. Nihayet Allahü Teâlâ onlara tekrar hayat vermiş, Allah yolunda muharebe etmelerini emretmiş.
Bir gün Hz. Ömer namaz kılarken geride iki Yahudi varmış. Hz. Ömer rükûa varırkan hava yapar yani rükûda kollarını böğürlerine kısmayıp serbest ve aralık tutarak dizlerine kor ve karnını çekik tutar ve bu suretle rükûda merdane ve metin bir vaziyet alırmış. Bunu gören Yahudilerden biri diğerine «bu o mu» demiş. Hz. Ömer namazı bitirince birisinin «bu o mu» dediğini söylemiş.
Yahudiler : «Biz kitabımızda Allah'ın izniyle ölüleri dirilten Hazkil'e verdiğini verecek demirden bir boynuz buluyoruz» demişler.
Hz. Ömer'in «Biz kitabımızda Hazkil ve isa'dan başka Allah'ın izniyle ölülere hayat veren kimse bulmuyoruz» demesi üzerine :
«Biz Allah'ın kitabında sana nakletmediği Peygamberler buluyoruz» demişler.
Ömer de : «evet» demiş.
Bunun üzerine Yahudiler ölülerin dirilmesine gelince :
Vaktiyle İrak'ta Vasıt tarafında Dâverdân denilir bir kasaba varmış. Orada veba salgını olmuş, ahalisi bundan kaçmak için memleketlerinden çıkmışlar, fakat hep telef olmuşlar. Sonra Allahü Teâlâ onlara yine hayat vermiş. Bir de israil Oğullarından cihadla emrolunan bir kavim muharebeden korkup vatanlarından çıkmışlar, kaçmışlar, fakat yine ölmüşler, perişan olmuşlar. Nihayet Allahü Teâlâ onlara tekrar hayat vermiş, Allah yolunda muharebe etmelerini emretmiş.
Bir gün Hz. Ömer namaz kılarken geride iki Yahudi varmış. Hz. Ömer rükûa varırkan hava yapar yani rükûda kollarını böğürlerine kısmayıp serbest ve aralık tutarak dizlerine kor ve karnını çekik tutar ve bu suretle rükûda merdane ve metin bir vaziyet alırmış. Bunu gören Yahudilerden biri diğerine «bu o mu» demiş. Hz. Ömer namazı bitirince birisinin «bu o mu» dediğini söylemiş.
Yahudiler : «Biz kitabımızda Allah'ın izniyle ölüleri dirilten Hazkil'e verdiğini verecek demirden bir boynuz buluyoruz» demişler.
Hz. Ömer'in «Biz kitabımızda Hazkil ve isa'dan başka Allah'ın izniyle ölülere hayat veren kimse bulmuyoruz» demesi üzerine :
«Biz Allah'ın kitabında sana nakletmediği Peygamberler buluyoruz» demişler.
Ömer de : «evet» demiş.
Bunun üzerine Yahudiler ölülerin dirilmesine gelince :
Kadın nasıl giyinmeli?
Kadınların vücût hatlarının [kaba avret yerlerinin şekli ve rengi] belli olmayacak herhangi bir elbise ile örtünmesi farzdır. İslâm dini, kapanmayı emretmiş, fakat belli bir örtü şekli bildirmemiştir. (Dürer-ül-mültekıte)
Peygamber efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın mübârek hanımları, çarşafla örtünmemiştir. Hiçbir kitapta çarşaf giydikleri bildirilmemiştir. Milhâfe, ferâce, fistan, entâri giydikleri birçok kitapta bildirilmiştir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri de, böyle değişik elbise giydiklerini 313. mektûbunda bildiriyor. Bu husûslar, Câmi'urrumûz ve Hidâye kitabında da bildiriliyor.
Kapanması gereken yerleri örtmek ve yukarıda bildirilen vücût hatlarını belli etmemek şartı ile kadınlar, bulunduğu şehrin âdetine uygun giyinir. Çünkü elbise gibi mubâhlarda, şehrin âdetine uymamak tahrimen mekrûhtur. Zarûret olmadıkça, harâmlarda hiçbir yerin âdetine uyulmaz. (Hadîka)
Peygamber efendimiz, ayaklarına kadar uzun gömlek, ya'nî entâri giymiştir. Şalvar ve pantalon giymemiştir. Bunları giymek âdette bid'attir. Âdette bid'at olan şeyi yapmak günâh değildir. Taksiye, uçağa binmek de âdette bid'attir. Bunları yapmak günâh değil dinin emridir. Bunun için âdet olan yerlerde, kâfirlerden gelmiş olsa bile, kadınların çarşaf ve erkeklerin bol pantalon veya şalvar giymeleri câizdir, günâh olmaz. Elbisenin şekli ibâdet değil, âdettir. Çünkü Peygamber efendimiz, papaz ayakkabısı, Rum elbisesi giymiştir. (Redd-ül muhtâr)
28- Seyyid Abdüllah Dehlevi
Seyyid Abdullah Dehlevî hazretleri, Hindistan’da yetişen, silsile-i aliyye denilen alim ve velilerdendir. 1745 de Hindistan'ın Pencab şehrinde doğdu. 1824 te Delhi'de vefât etti. Kabri Şâhcihân câmii yakınındaki dergâhındadır.
Babası, Abdullatif efendi âlim, sâlih ve zâhid bir zat idi. Bir gün rüyâsında Hz. Ali ona:"Allahü teâlâ sana bir oğul ihsân edecek, o büyük bir zât olacak. Ona bizim ismimizi koyarsın." dedi
Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri de annesine rüyâsında; "Yakında dünyâya bir oğlun gelecek. Ona bizim ismimizi koyarsın." buyurdu. Resûlullah efendimiz de evliyâdan bir zât olan amcasına rüyâsında, doğacak çocuğa Abdullah isminin verilmesini emretti. Çocuk doğduğunda, ismini babası, Ali, annesi Abdülkâdir, amcası Abdullah koydu. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, altı yaşına gelince, Hz. Ali'ye karşı sevgi ve edebinden kendisine Ali denmesini istemeyip Ali'nin hizmetçisi mânâsına gelen Gulam Ali dedi ve bu isimle tanındı.
Allah vergisi çok üstün bir zekâya sâhipti. Kur'an-ı kerimi kısa zamanda ezberledi. Dînî ilimleri ve zamanının fen ilimlerini öğrendi.
16 Mayıs 2012 Çarşamba
Hz. YUNUS VE BALIK
Yunus aleyhisselâm, Allahü Teâlâ tarafından Asur medeniyeti merkezlerinden Ninova ahalisini doğru yola davet için memur edilmişti. Ninovalılar büyük bir şer ve fesad içerisinde olduklarından Allah'ın elçisinin sözlerine kulaklarını tıkadılar. Hz. Yunus bunun üzerine çok gadaplandı, kızdı ve Allahü Teâlâ'dan izin gelmesini beklemeden orayı terkedip kaçtı, Yafa'ya geldi, sahiplerinin Tersis'e gitmek istedikleri bir dolu gemi buldu, ücretini verdi ve gemiye bindi. Yolculuk devam ederken büyük bir fırtına koptu, dalgalar çoğaldı; gemi batacak hale geldi. Gemiciler telâşa kapıldılar, gemiyi hafifletmek için ağır eşyaları denize atmaya başladılar. O sırada Yunus aleyhisselâm da geminin altına inmiş uykuya dalmıştı. Kaptan durumdan haberdar edip «Rabbına dua et, ola ki bizi bu halden kurtarır da helak etmez» dedi. Gemidekiler, 'bize bu felâket kimin sebebiyle geldi? Bunu bilmek için aramızda kur'a atalım', dediler, Atılan kur'a Hz. Yunus'a düşmüştü, bunun üzerine; «Anlat bize, sen ne yaptın, nereden gelip nereye gidiyorsun, hangi köyden hangi soydansın?» dediler. O vakit onlara «Ha ben karayı ve denizi yaratan göklerin ilâhı Rabbın kuluyum» dedi ve başından geçen hâdiseyi anlattı. Onun üzerine gemidekiler çok korktular ve «Niye öyle yaptın?» diye kendisini ayıpladılar. Sonra ona, «Bu denizin durulması için sana ne yapalım?» dediler. Yunus aleyhisselâm da «Beni denize atın fırtına durur, çünkü bu büyük fırtına benim için oldu» diye cevap verdi. Adamlar buna rağmen gemiyi karaya çekmek istediler, muvaffak olamadılar. Nihayet Hz. Yunus'u tuttular, gemide bulunanların kurtulması için kendi rızasıyla denize attılar, derhal deniz duruldu. Ve büyük bir balık, Allahü Teâlâ'nın emriyle Hz. Yunus'u yuttu.
Nazardan nasıl korunabiliriz?
Nazarın ya'nî göz değmesinin gerçek olduğu Kur'ân-ı kerîmle ve hadîs-i şerîflerle sabittir. Nazar akla ters midir, değil midir? Göz neleri görür, neleri göremez?
Görünüşe aldanmamak lâzımdır. Akıl, çok zaman gözün yanlışını çıkarır. Göz ile pencereden güneşe baktığımız zaman, güneşin, bir tepsi kadar olduğunu zannederiz. Fakat, akıl, güneşin dünyadan büyük olduğunu söylüyor. Gözümüzün aldandığı açıktır. Nazara inanmayanlar, elbette, (Biz gözümüzün gördüğüne inanırız. Güneş, top kadar küçüktür) diyemezler. Diyemediklerine göre, göz her zaman ölçü olamaz. Görmedikleri şeye yok diyemezler.
Gözle görülmeyen şeylerin yok olduğunu söylemek, akla değil, his uzuvlarına tâbi olmak demektir. Hayvanlar his uzuvlarına tâbi olur, insanlar ise, akla tâbi olurlar. İnsanların his uzuvları, hayvanlarınkinden daha geridedir. Köpek çok kuvvetli koku alır. İnsan, bu kadar koku alamaz, gecenin zifiri karanlığında yarasa gibi hareket edemez, kedinin gördüğü gibi karanlıkta göremez.
Mıknatısın magnetik gücünü gözümüzle göremiyoruz. Fakat demiri çekmesinden mıknatısta bir güç olduğunu anlıyoruz. Kumanda âleti ile, TV'yi açıp kapatıyoruz. Kumanda âletinde gözümüzle görmediğimiz bir güç, bu işleri yapıyor.
Akıl ve his
Uzaktan kumandalı bir âletle, otonun kapılarını açıp, arabayı çalıştırabiliyoruz. Fakat bu işi yapan gücü gözümüzle göremiyoruz. O hâlde, hisse değil, akla değer vermek lâzımdır.
Lazer ışınları ile çeşitli ameliyatlar yapılıyor. Demir bile kesiliyor. Bu ışınları, magnetik dalgaları gözümüzle göremiyoruz. Göremediğimize yok demek akla, ilme uygun değildir.
Bir teldeki elektrik akımını gözümüzle göremiyoruz. Fakat yaptığı işlerden, meselâ elimizi dokunduğumuz zaman, bizi çarpmasından, içinde cereyan olduğunu anlıyoruz. Göz ile görmediğimiz için cereyanı inkâr etmek mi gerekir?
Yer çekimini de gözümüzle göremeyiz. Fakat cisimlerin havaya doğru değil de yere doğru düşmesinden yerde bir çekim kuvvetinin olduğunu anlıyoruz. Karanlıkta göremediğimiz gibi, çok kuvvetli ışıkta da göremeyiz.
27- Mazher-i Cân-ı Canan
Mazher-i Can-ı Canan hazretleri, evliyanın büyüklerinden. İnsanları Hakk'a davet eden, doğru yolu göstererek hakiki saadete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen alim ve velilerin meşhurlarındandır. İsmi, Şemseddin Habibullah'tır. Babası Mirza Can'dır. Onun ismine izafeten Can-ı Canan denilmiştir. 1699 (H.1111) veya 1701 (H.1113) senesinde Ramazan-ı şerifin on birinde Cuma günü doğdu. 1781 (H.1195) senesinde şehid edildi. Hazret-i Ali'nin neslinden olup, seyyiddir. Ceddi, ileri gelen devlet adamlarından olup, Teymuriyye sultanlarına yakınlıkları vardı. Babası Mirza Can, mevki ve makamı terkedip, fakirliği ve kanaatı tercih etti. Servetini Allah için fakirlere dağıttı. Kızının nikahı için ayırdığı yirmi beş bin rub'iyye mikdarındaki altını, bir dostunun şiddetli bir sıkıntıda olduğunu işitince, tamamen ona hediye etti. Babası, memleketinde, merhameti, üstün ahlakı, insani meziyetlerinin üstünlüğü ile tanınmış bir zattı. Zamanın mürşid-i kamillerinden olan Şah Abdürrahman Kadiri'nin sohbetinde kemale geldi.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, Zeka, fehm ve anlayışının parlaklığını gören firaset erbabı, onun yüksek bir fıtrata, yaratılışa sahib olduğunu söylerlerdi. Babası, onun terbiye ve taliminde, ilim öğrenmesi hususunda çok dikkat gösterdi. Daha küçük yaşta ilim, marifet öğrenmeye ve çeşitli maharetler kazanmağa başladı.Kıymetli ömrünü çocukluğundan itibaren gayet iyi değerlendirip, heba etmedi. İlim ve marifeti yanında ayrıca çeşitli sanat ve maharetleri öğrendi. Kendisi şöyle demiştir: "Çocukluğumda İbrahim aleyhisselamı rüyamda görüp, çok iltifat ve ihsanlarına kavuştum. Yine çocukluğumda hazret-i Ebu Bekr'i ne zaman hatırlayıp ismini ansam, mübarek sureti karşıma çıkardı. Ruhaniyetini gözümle görürdüm. Bana çok iltifatta bulunurdu."
Yine şöyle anlatmıştır: "Çocukluğumda idi. Bir kimse babamla konuşuyordu. İmam-ı Rabbani hazretlerinden bahsettiler. Ben o anda İmam-ıRabbani hazretlerinin ruhaniyetini gördüm. Bana oradan kalkmam için işaret etti. Bu hali babama söyleyince; "Anlaşıldı ki, sen onların yolundan istifade edeceksin." dedi. Allahü teala benim tinetime, sünnet-i seniyyeye ittiba etme, uyma hasletini yerleştirmiş."
15 Mayıs 2012 Salı
HAZRETİ YUSUF'UN GÜZEL KISSASI
Hazreti Yakup, on iki oğlundan en küçüğü olan Yusuf aleyhisselâmı ileride kendisine peygamberlik rütbesi verileceğini bildiği ve onda bu sebeple üstün meziyetler gördüğü için daha çok seviyor ve ayrı bir alâka gösteriyordu.
Bir gün Yusuf aleyhisselâm babasına dedi ki:
— Ey babacığım, ben rüyada on bir yıldız ile Güneş'i ve Ay'ı gördüm. Gördüm onları ki, bana secde ediyorlar!
Yakub aleyhisselâm ise şöyle dedi:
— Yavrum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü Şeytan insana belli bir düşmandır. Ve işte böyle rüyada gördüğün gibi o yüksek ve parlak Semâ varlıklarının sana secde etmeleri misâline benzer eşsiz bir seçiş ile Rabbin seni derleyip toplayıp ayırarak halkın en şereflilerinin en yüksek makamında bulunan zatların üstünde parlak bir makama getirecek. Yani rüya, istikbalin bir misâlini görmektir. O misâl âleminde o büyük büyük yüksek cisimlerin sana secde eder halde görünmesi temsil ve teşbih yoluyla şuna delâlet eder ki, ileride Rabbin sana Peygamberlik verecek ve büyük büyük insanları senin emrinde kılacak, onları sana boyun eğdirecek. Ve sana kişide meydana gelen ve meydana geliş cihetiyle alâkası gizli bulunan sözlerin hadisedeki meallerini tâyin etmek, rüya tabir eylemek veya vahiy ve ilâhî işaretlerin kolay anlaşılmayan inceliklerini anlamak veyahut onlardan ileride varacağı hakikati anlamak ilminden şanlı bir hisse verecek ve binaenaleyh sen de benim bu söylediklerimin hak olduğuna muttali olacaksın ve kesbî ilimle değil vehbî ilimle böyle tâbirler tefsirler yapıp şan alacaksın. Hem sana hem Yakub Oğullarına nimetini tamamlayacak ki, daha önce iki atan ibrahim ve Ishak'a tamamladığı gibi. Rabbin seni böylece peygamberliğe muvaffak kılmış Dünya ve Ahiret'te tam bir şeref ve şana mazhar kılmıştır. Şüphe yok ki Rabbin bir Alîm'-dir, bir Hakîm'dir. Her şeyi bilir, olmuşu da bilir, olacağı da bilir ve yaptığını ilim ve hikmetle yapar. Onun için kimin seçilmeye lâyık olduğunu da bilir.
Bir gün Yusuf aleyhisselâm babasına dedi ki:
— Ey babacığım, ben rüyada on bir yıldız ile Güneş'i ve Ay'ı gördüm. Gördüm onları ki, bana secde ediyorlar!
Yakub aleyhisselâm ise şöyle dedi:
— Yavrum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü Şeytan insana belli bir düşmandır. Ve işte böyle rüyada gördüğün gibi o yüksek ve parlak Semâ varlıklarının sana secde etmeleri misâline benzer eşsiz bir seçiş ile Rabbin seni derleyip toplayıp ayırarak halkın en şereflilerinin en yüksek makamında bulunan zatların üstünde parlak bir makama getirecek. Yani rüya, istikbalin bir misâlini görmektir. O misâl âleminde o büyük büyük yüksek cisimlerin sana secde eder halde görünmesi temsil ve teşbih yoluyla şuna delâlet eder ki, ileride Rabbin sana Peygamberlik verecek ve büyük büyük insanları senin emrinde kılacak, onları sana boyun eğdirecek. Ve sana kişide meydana gelen ve meydana geliş cihetiyle alâkası gizli bulunan sözlerin hadisedeki meallerini tâyin etmek, rüya tabir eylemek veya vahiy ve ilâhî işaretlerin kolay anlaşılmayan inceliklerini anlamak veyahut onlardan ileride varacağı hakikati anlamak ilminden şanlı bir hisse verecek ve binaenaleyh sen de benim bu söylediklerimin hak olduğuna muttali olacaksın ve kesbî ilimle değil vehbî ilimle böyle tâbirler tefsirler yapıp şan alacaksın. Hem sana hem Yakub Oğullarına nimetini tamamlayacak ki, daha önce iki atan ibrahim ve Ishak'a tamamladığı gibi. Rabbin seni böylece peygamberliğe muvaffak kılmış Dünya ve Ahiret'te tam bir şeref ve şana mazhar kılmıştır. Şüphe yok ki Rabbin bir Alîm'-dir, bir Hakîm'dir. Her şeyi bilir, olmuşu da bilir, olacağı da bilir ve yaptığını ilim ve hikmetle yapar. Onun için kimin seçilmeye lâyık olduğunu da bilir.
Erkeklerin kadın üzerindeki hakları nelerdir?
Erkeğin hanımı üzerinde hakkı çoktur. Kadın kocası ile iyi geçinmelidir! Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Kadının cihâdı, kocası ile iyi geçinmektir.) [Taberânî]Bir kadın, kocasını güzel karşılar, güzel sözler söyleyerek hoşnutluğunu kazanmaya çalışırdı. Peyamber aleyhisselâm, kadının bu hareketinden dolayı kocasına buyurdu ki.
(Hanımına selâm söyle, yarı şehid sevâbına kavuştuğunu haber ver!) [Şir'a] [Aşağıda siyah harferle yazılanların hepsi hadîs-i şerîftir]
Kadınların Cennete girmeleri erkeklere göre daha kolaydır. (Kadın, beş vakit namazı kılar, orucunu tutar, kendini yabancılardan korur ve kocasına muti olursa, Cennete girer.) [İbni Hibbân]
Erkeğini râzı eden kadın için korku yoktur: (Kocası râzı olduğu halde ölen kadın Cennete girer.) [Tirmizî]
Kadına zînet eşyâsı mubâhtır. Zînet almak için kocasını müşkül duruma düşürmemeli, yabancılara zînetlerini göstermemelidir! Böyle olunca zînetleri Cennete girmelerine ma'nî olmaz. (Cennette kadınların az olduğunu gördüm. Sebebini sordum. "Onları altın ve zînet eşyâsı meşgûl etti." dediler.) [İ. Ahmed]
(Hanımına selâm söyle, yarı şehid sevâbına kavuştuğunu haber ver!) [Şir'a] [Aşağıda siyah harferle yazılanların hepsi hadîs-i şerîftir]
Kadınların Cennete girmeleri erkeklere göre daha kolaydır. (Kadın, beş vakit namazı kılar, orucunu tutar, kendini yabancılardan korur ve kocasına muti olursa, Cennete girer.) [İbni Hibbân]
Erkeğini râzı eden kadın için korku yoktur: (Kocası râzı olduğu halde ölen kadın Cennete girer.) [Tirmizî]
Kadına zînet eşyâsı mubâhtır. Zînet almak için kocasını müşkül duruma düşürmemeli, yabancılara zînetlerini göstermemelidir! Böyle olunca zînetleri Cennete girmelerine ma'nî olmaz. (Cennette kadınların az olduğunu gördüm. Sebebini sordum. "Onları altın ve zînet eşyâsı meşgûl etti." dediler.) [İ. Ahmed]
26- Seyyid Nur Muhammed
Seyyid Nûr Muhammed hazretleri, evliyânın büyüklerinden. İnsanları Hakk'a davet eden, doğru yolu gösterip hakiki saadete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin 26.sıdır. Seyyid olup soyu Peygamber efendimize ulaşır. Türbesi, Hindistan'ın Delhi şehrindedir.
Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî hazretleri, ilmini ve feyzini İmam-ı Rabbani hazretlerinin torunu, büyük âlim ve mürşid-i kamil Muhammed Seyfüddîn-i Farûkî'den aldı. Onun derslerinde ve sohbetlerinde yetişip icâzet aldı. İlimde o kadar yükselmişti ki zamanının yegane âlimi ve rehberi idi. İnsanlar ondan feyz almak için sohbetine koşmuşlardır. Bir teveccühü ile talebelerinin kalbleri zikretmeye başlardı. "Sokakta günahkârla karşılaşmak kalbde zulmet hasıl eder." buyurur ve talebelerinin hangi günahı işleyenle karşılaştığını haber verirdi. Yetiştirdiği talebelerin en meşhuru ve halifesi, "Mazhar-ı Cân-ı Cânân" hazretleri olup, evliyânın büyüklerindendir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)