Sayfalar

30 Eylül 2012 Pazar

Neşeli İbretli Atasözleri 10


Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de odur


29 Eylül 2012 Cumartesi

Dinimizde selamlaşmanın önemi

Sosyal İlişkiler Açısından Selâmlaşma

Medenî bir insan olarak çevremizde yaşayan kişilerle sosyal ilişkilerimizde gözetmemiz gereken ahlâkî kurallardan biri de selâmlaşmadır. Selâmlaşma aynı zamanda sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in bizlere sünnet olarak bıraktığı en güzel hediyedir. Biz bu güzel hediyeyi, o güzel insanın güzel sözleriyle açıklamaya çalışalım.
Selâm; esenlik, barış, maddî ve manevî sıkıntılardan kurtulup rahatlamak demektir. Dinî terim olarak selâm; Müslümanların karşılaştıkları zaman, birbirlerine karşılıklı olarak sağlık ve esenlik dileklerini sunmaları, birinin diğerine “Selâmün aleyküm” (Selâm sizin üzerinize olsun, Allah her türlü kazadan ve belâdan korusun) demesi; diğerinin ise: “Ve aleykümü’sselâm ve rahmetullahi ve berekâtüh” (Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketi sizin de üzerinize olsun) diyerek birbirlerine yaptıkları duadır. Müminlerin birbirlerine yaptıkları dualar Allah katında çok değerlidir.

Mümin diri, kâfir ölüdür.


18 Eylül 2012 Salı

CA'FER B. EBİ TALİB


CA'FER B. EBİ TALİB

(?-8/629)
Hz. Peygamber'in amcası Ebû Tâlib'in oğlu. Ebû Tâlib'in Tâlib, Akîl, Câ'fer ve en küçükleri Hz. Ali olmak üzere dört oğlu vardı. Hz. Câfer, Rasûlullah (s.a.s) daha Erkam'ın evine girip İslâm'ı yaymaya başlamadan önce müslüman olmuş; ikinci Hicret kâfilesine katılarak hanımı Esma binti Üveys ile birlikte Habeşistan'a hicret etmişti. (İbn Sad, Tabakât, Beyrut, 1376/1957, IV, 34; İbn Abdilber, el-İstiâb, Kahire (t-y), I, 242).
Habeş muhacirlerinin sayısı sekseniki erkek ve on kadına ulaştı. Daha sonra bunlardan otuzdokuz kadarı, bazı Kureyş büyüklerinin İslâm'a girdiği haberi üzerine Mekke'ye geri döndü. Fakat bu haberin asılsızlığı ortaya çıkınca, bazıları gizlice bazıları da Mekkeli müşrik akrabalarının himayesi altında, Mekke'ye girebildiler. (İbn İshak, es-Sîre, Mısır 1355/1936, II, 3-10).
Kureyş müşrikleri, muhacirleri Habeşistan'dan geri çevirmek üzere Abdullah b. Ebi Rabîa ile Amr b. el-Âs'ı değerli hediyelerle Habeşistan'a gönderdiler. Elçiler Habeş Necâşîsi nezdinde müslümanları kötüleyince, Câ'fer b. Ebi Talib müslümanların temsilcisi olarak konuştu ve müşriklere üç soru sorulmasını istedi:

Kadınlara Nasihat


Cinleri niçin göremiyoruz?

Bazı dinsizler, (Cin ve şeytanı gözümüzle görmüyoruz. Görülmeyen şeylere inanmayız) diyorlar. Fenden haberi olan, normal düşünebilen ve akıl sâhibi bir kimsenin, yalnız gözüne göre konuşması, karar vermesi mümkün değildir.
Akıl, göze değil, göz akla bağlıdır. Göz herşeyi göremez. Meselâ tecrübeler neticesinde havanın içinde çeşitli gazlar bulunduğunu biliyoruz. Gözümüzle havayı ve içindeki gazları göremiyoruz. Göremediğimiz için, aklımızı göze tâbi kılarak, (Hava ve gaz diye bir şey yoktur, olsaydı görürdük) demek aklı, tecrübeyi hiçe saymak olur.
Bugün fen yolu ile suyun, oksijen ve hidrojen denilen iki gazdan meydana geldiğini biliyoruz. Bu gazların biri yakıcı, diğeri de yanıcıdır. Suya baktığımız zaman ne oksijeni, ne de hidrojeni görmemiz mümkün olmaz. Hattâ su renksiz olduğu için ağzına kadar dolu bir şişedeki suyu bile göremeyiz. Aklı göze tâbi kılarak, (şişede su, suda da gaz yoktur) diyebilir miyiz? 

Cevşen-ül Kebir 26


Allahı tanıma, Allah'ın azameti ve Lütfu 8


17 Eylül 2012 Pazartesi

CÂBİR İBN ABDULLAH

CÂBİR İBN ABDULLAH
(602 ?- 696)
Sahabi. Cabir b. Abdullah b. Amr, b. Haram, b. Ka'b, b. Ganem, b. Seleme. Künyesi Ebû Abdullah olan Câbir Hazrec kabilesindendir.
Câbir'in babası, ikinci Akabe bey'aitinde müslüman olmuş ve Haramoğulları nakipliğine tayin edilmişti. Kâfirler Uhud gazasında onu, burnunu ve kulaklarını keserek işkence ettikten sonra şehit ettiler. Dokuz kızı vardı, bunlara Câbir baktı. Hz. Câbir babasının şehadetini şöyle anlatır: "Babam Uhud'da şehit oldu. Kız kardeşlerim bana bir deve vererek git babamızın cenazesini bu deveye yükle getir ve onu Selemeoğulları kabristanına göm dediler. Deveyi alarak gittim. Yanımda birkaç adam da vardı. Rasûl-i Ekrem babamı cihat meydanından taşıyarak aile kabristanına götürmek istediğimi haber aldılar. O, Uhud'da oturuyordu. Beni huzurlarına çağırarak dedi ki: Nefsimi elinde tutan Cenâb-ı Allah'a yemin ederim ki; Abdullah arkadaşları ile birlikte gömülecektir. Rasûl-i Ekrem'in bu sözü üzerine ben de babamı taşımaktan vazgeçtim ve onu Uhud şehitleri ile birlikte gömdüm." (Buhârî, II, 584). Rasûlullah Câbir'e, "Sana bir müjde vereyim mi? Allah babanı diriltti. Ve kendisine perdesiz doğrudan doğruya hitap etti. Halbuki şimdiye kadar hiçbir kimseye böyle hicabsız söylediği olmamıştır" buyurdu.

Rûhlar yardım eder mi?

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:
(Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar, Rableri indinde diridir ve rızıklandırılmaktadır.) [Âl-i İmrân 169]
(Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridir; fakat siz bunu anlayamazsınız.) [Bekara 154]
Şehîdler diri olduğu gibi, şehîdlerden üstün olan ve Allah yolunda ölen peygamberler, elbette diridir. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Peygamberlerin vücûdunu toprak çürütmez.) [Ebû Dâvüd]
(Her peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyhekî, Ebû Ya'lâ]
(Kim, bir tanıdığının kabrine uğrayıp selâm verse, ölü onu tanıyıp cevap verir. Tanımadığı ölüye selâm verirse, o da sevinir, cevap verir.) [İbni Ebiddünya]
(Ölü kabre konurken, oradan dağılırken, onların ayak seslerini işitir.) [Buhârî]
(Ölüler yaptığınız iyi işlerinizi görünce sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İ.Ebiddünyâ] 

Cevşen-ül Kebir 25


Allah kullarına üç haslet ile genişlik ihsan etti


Duaların Kabul Zamanı (2 Bölüm)


Allahı tanıma, Allah'ın azameti ve Lütfu 7


16 Eylül 2012 Pazar

BİLÂL-İ HABEŞÎ

BİLÂL-İ HABEŞÎ
Hz. Peygamber'e ilk iman edenlerden biri ve sonradan ona müezzin olan sahabî. İslâm tarihinde unutulmaz yeri olan Bilâl-î Habeşî, aslen Habeşlidir. Anasının adı Hamâme, babasının adı Rebah, künyesi Abdullah'tır.
Bilâl, İslâm'ın ilk tebliğ yıllarında Ümeyye b. Halef'in kölesiydi. İslâm'ın ortaya çıktığı yıllarda bir çok kimse, soy ve soplarının yüksekliğine, şirk toplumu içindeki nüfuzlarına bakarak kavim ve kabîle taassubuna düşmüş, İslâm'a cephe almış ve sapıklıkta kalmışlardı. Bilâl b. Rebah gibi kimseler de zayıf ve acizliklerine rağmen hak davete uyup şirkten kurtulmuşlardı. İşte Bilâl b. Rebah (r.a.) İslâm davetine ilk icabet edenlerden biriydi.
Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl'in müslüman olduğunu anladıktan sonra, onu İslâm'dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda, Bilâl'i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: "Muhammed'e küfret; Lat ve Uzza'ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın."
Bilâl'in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: "Allahu Ahad, Allahu Ahad", Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü (İbn Sa'd, Tabakat, III, 232).

Evliya kabrinden yardım istenir mi?

Soru: Fâtiha sûresinde "Yalnız Senden yardım isteriz" dendiği için, Peygamber kabrine veya bir yatıra gidip onu vâsıta ederek duâ etmek şirk olmaz mı?
Cevap: Duâların kabûl olması için ba'zı şartlar vardır. Herkeste bu şartlar bulunmadığı için duâların kabûl olmadığı görülüyor. Onun için, ulemânın ve evliyânın duâ etmesi için onlara yalvarmak, onları vâsıta kılmak lâzımdır. Evliyânın diri veya ölü olması arasında fark yoktur. Zira (Büyük bir âlim vefât edince, feyz vermesi kesilmez, hattâ artar) buyuruldu. (İrşâd-üt-tâlibîn)
Allahü teâlâ, sevdiklerinin rûhlarına işittirir. Onların hâtırı için istenileni yaratır. Diriler, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olduğu gibi, rûhları da diri olduğu için, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olur.Hz.Âdem, Muhammed aleyhisselâmın hürmeti için duâ etti, duâsı kabûl oldu. Allahü teâlâ da, (Yâ Âdem, Muhammed aleyhisselâmın ismi ile, her ne isteseydin kabûl ederdim, O olmasaydı, seni yaratmazdım) buyurdu.[Hâkim, Beyhekî]
Ölü-diri her velînin rûhundan yardım istenir. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Çölde yalnız kalan kimse, bir şey kaybederse, "Ey Allahın kulları, bana yardım edin" desin! Çünkü Allahü teâlânın sizin göremediğiniz kulları vardır.) [Taberânî]
(Halil-ür-rahmân [Hz. İbrâhim] gibi 40 kişi her zaman bulunur. Onların sebebiyle yardım görülür ve zafere kavuşulur. Onların bereketiyle gökten yağmur yağar. Onların yerine yeni birisi gelmedikçe, ölen olmaz.) [Taberânî] 

Cevşen-ül Kebir 24


Farz namazlarından sonra Ayetel Kürsi Okuma


Namazdan sonra zikrin Fazileti (2 Bölüm)


Allahı tanıma, Allah'ın azameti ve Lütfu 6


15 Eylül 2012 Cumartesi

BERÂ' İBN ÂZİB

BERÂ' İBN ÂZİB
Ensar'dan olan bir sahabi. Babası Âzib olup Hâriseoğulları'ndandır. Künyesi Ebu Ammare'dir. Nesebi, Berâ' b. Âzib b. Adiy b. Ceşm b. Mecdia b. Hârise b. Haris b. Hazrec b. Amr b. Mâlik b. Evs'tir.
Hicret'ten önce müslüman oldu. Uhud savaşından itibaren bütün gazalarda bulundu. Sıffin'de Hz. Ali tarafında yer aldı. Resulullah'ın ashabından Medîne'ye ilk gelenler Mus'ab b. Ümeyr ile İbni Ummi Mektum'du. Bu zatlar Berâ'nın da bulunduğu Medineliler'e Kur'an okuyorlardı. Resulullah'ın bir gazvesine katıldı. Veda haccından önce Berâ, Hz. Hâlid b. Velid ile birlikte Yemen'e gitti. Daha sonra oraya gönderilen Hz. Ali ile geri döndü. Hz. Ali'nin hilafeti sırasında Kûfe'de bulunuyordu. Hicret'in yetmişüçüncü yılında orada vefat etti. Muhammed b. Mâlik, onun parmağında altın yüzük taşıdığını naklederek onunla olan konuşmasını anlatır:
"Herkes itiraz ederek niçin altın yüzük taktığını sorduklarında Berâ' cevaben Bir gün Resuûlullah ganimet dağıtırken elindeki altın yüzüğü bana verip, "Âl bunu, Cenâb-ı Hak ile Resulu'nüun sana taktığı bu yüzüğü parmağında taşı" buyurdular. Şimdi siz ne diye bana Rasûlullah'ın parmağıma taktığı bu yüzüğü çıkar diyorsunuz?" dedi.

Ümmeti Muhammed'in Affı


Sandalyede namaz kılınabilir mi?

Soru: Ayakta namaz kılamayan hasta, sandalyede kılsa veya yükseğe secde etse câiz olur mu?
Cevap: Namaz kılarken 25 cm'den yükseğe secde etmek câiz değildir. Daha az yükseğe secde mekrûhtur. Resûlullah efendimiz az yükseğe de secde etmemiştir. (R.Muhtâr s.338)
Az yükseğe bile secdenin câiz olmadığını bildiren âlimler de vardır. (Câmi'ur-rumûz s.69)
Ayakta duramayan hasta, namazlarını oturarak kılar. Secde için yere eğilemiyen, 25 cm'den yüksek olmayan sert bir yere secde edebilir. Bunu da yapamazsa îmâ ile kılar. Peygamber efendimiz bir hastanın yastık üzerine secde ettiğini görünce yastığı aldı. Hasta, odun üzerine secde edince onu da aldı. Sonra, (Gücün yeterse yere secde et! Yere eğilemezsen, yüzüne birşey kaldırıp, bunun üzerine secde etme! ^Imâ ile kıl ve secdede, rükü'dan daha çok eğil) buyurdu. Oturduğu hâlde yere secde edemiyen hasta, îmâ ile kılar. (Halebî) 

Cevşen-ül Kebir 23


Ölü için en güzel vakitler. (3 Bölüm)


Allahı tanıma, Allah'ın azameti ve Lütfu 5


14 Eylül 2012 Cuma

AMR İBN EL-ÂS


AMR İBN EL-ÂS

Hudeybiye andlaşmasından sonra müslüman olan sahabi. Amr b. el-Âs b. Vâil b. Hişâm b. Saîd b. Selhem b. Amr b. Kusay b. Ka'b b.Lüey.
Adı, Amr, künyesi Ebu Abdullah veya Ebu Muhammed'dir. Babası Âs, annesi Nâbiğa'dır. Amr'ın soyu Ka'b b. Lüey'de Hz. Peygamber (s.a.s.)'le birleşir. Kureyş kabilesinin Sehmoğullarındandır. Sözü dinlenen ve çevresini rahatlıkla etkisi altına alabilen bir kişiliğe sahipti.
Amr, müşriklerin zulmünden uzaklaşmak için Habeşistan'a hicret eden müslümanların tekrar Mekke'ye geri gönderilmesi maksadıyla Necâşi'ye gönderilen elçi heyetine başkanlık etti. Fakat müslümanları geri getiremeyince onlara karşı düşmanca davrandı. Bedir, Uhud, Hendek savaşlarında müşriklerin yanında yer alarak İslâm'a karşı savaştı.
Kureyş müşriklerinden yaşlıların ölümünden sonra müslümanlara olan kin yavaş yavaş siliniyordu. Amr, Hendek savaşından sonra da müşriklerin hareketlerinin sonuçsuz kalacağını, müslümanların galip geleceğini anladı. İçinde İslâm'a karşı bir sevgi uyanmaktaydı. Nihayet müşriklerle ilişkisinin koptuğu, Hudeybiye anlaşmasına katılmayıp, İslâm'a gönül vermeye başladığı görüldü. Amr, Hicretin 8. yılı (629) Medine'ye geldi. Hz. Hâlid b. Velid'le birlikte aynı gün Hz. Peygamber'e bey'at etti.
Mekke'nin fethinden önce Cüzam, Lahm, Kudaa, Âmile, Beliy ve Uzre kabîlelerinin bir araya gelerek Medine'yi kuşatmak amacında oldukları haberi Hz. Peygamber (s.a.s.)'e ulaştı. Resulullah, Ensâr ve Muhâcirlerden oluşan üçyüz kişilik bir kuvvet hazırladı. Bu kuvvetin başına komutan olarak Amr'ı getirdi. Beliy ve Uzre kabilelerine uğramasını, akrabalarının yardımını sağlamasını da emretti. Beliy kabilesi Amr'ın dedesi Vâil'in dayıları olurdu. Amr, Cüzamlıların yurduna vardığında onların hazırlığını ve yaptıkları yığınağı gördü. Peygamberimiz (s.a.s.)'den yardım istedi. İkiyüz kişilik takviye kuvveti gönderildi. Müşrikler, müslümanlar karşısında direnç gösteremediler, her biri bir tarafa dağıldı. Amr da ordusuyla birlikte Medine'ye döndü.

Cevşen-ül Kebir 22


Nâfile farza eklenir mi?

Soru: Nâfile namazlar farzları tamamlıyormuş. İş yerimde öğle ve ikindiyi kılamıyorum. Eve gelince 8 rek'at nâfile kılsam, öğle ve ikindiyi kılmış sayılır mıyım?
Cevap: Namazı, zarûretsiz kazâya bırakmak harâmdır. Namazı kazâya bıraktığı için tevbe etmek ve kazâ borçlarını ödemek farzdır. Milyon rek'at nâfile namaz, iki rek'at farzın yerine geçmez. (Tamam yapılmamış olan namaz, zekât ve başka farzlar, nâfilelerle tamamlanır) hadîs-i şerîfini İbni Âbidîn hazretleri şöyle açıklıyor:
(İmâm-ı Beyhekî, "Bu hadîs-i şerîf, yapılmış olan farzlar içindeki sünnetler noksan kalırsa, nâfilelerin bunları tamamlayacağını bildirmektedir. Yoksa yapılmamış farzların yerine nâfilelerin geçeceğini bildirmiyor" dedi. Şu hâlde, nâfileler, terkedilmiş olan farzları değil, noksan olarak kılınan namazlardaki kusûrları tamamlar.) [R.Muhtâr]
İ. Ahmed'in bildirdiği, (Farzdan bir şey noksan yapılırsa, nâfile namazlarla tamamlanır) hadîs-i şerîfi de nâfilelerin farzlardaki kusûrları tamamlıyacağını bildirmektedir. (Tahtâvî)
Öğle ve ikindiyi kazâ etmeden 8 rek'at değil, 8 bin rek'at nâfile namaz kılınsa, öğlenin veya ikindinin 4 rek'at farzı yerine geçmez. Milyonlarla nâfile sadaka, bir lira zekât borcunu ödeyemez. Farzın önemi çok büyüktür. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: 

Namazın Fazileti (2 Bölüm)


Dirilerin ölülere hediyesi.


Allahı tanıma, Allah'ın azameti ve Lütfu 4


13 Eylül 2012 Perşembe

AMMÂR B. YÂSİR

AMMÂR B. YÂSİR
Müşriklerin büyük işkencelerine duçar olan ilk sahabilerden biri. Adı Ammâr, künyesi Ebû Yakazan, babası Yâsir, annesi Sümeyye idi. Kaynaklarda nesebi şöyle kaydedilir: Ammâr b. Yâsir b. Âmir b. Mâlik b. Kinâne b. Kays b. Hasin b. el-Vedim b. Sa'lebe b. Avf b. Hârise b. Âmir el-Ekber b. Yamğ b. Anes b. Mâlik el-Anesi elKahtânî. (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe,IV, I, 44).
Ammâr'ın babası, aslen Kahtanlı'ydı. Öz yurdu Yemen'di. Yâsir, Yemen'den çıkarak Mekke'ye geldi. Yanında oğulları Hâris ve Mâlik de vardı. Burada Mahzumoğullarının müttefiki oldu, Ebu Huzeyfe b. el-Muğîre el-Mahzûmî'nin cariyelerinden Sümeyye ile evlendi. İşte Ammâr, bu evlilikten doğmuştur. Ebû Huzeyfe, Ammâr'ı çok severdi. İkisi adeta büyükbaba ve torun gibiydiler (İbn Sa'd, Tabakâtü'l-Kübrâ,III, 247).
Ebû Huzeyfe'nin ölümünden sonra Mekke'de İslâmî davet gittikçe ilerledi. Resulullah (s.a.s.) Erkam b. Ebi'l-Erkam'ın evinde bulunduğu sırada Süheyb-i Rûmî Hz. Peygamber'e giderek müslüman oldu. Suheyb, yakın arkadaşı Ammar'ı da Allah Resulü'ne götürüp onun da müslüman olmasını sağladı. Ammâr, Resulullah'ın huzurundan çıktıktan sonra evine gelip, anne ve babasına da İslâm'ı anlattı. O gün onlar da İslâm'a girdiler.

Cevşen-ül Kebir 21


Yahûdîlerin aslı nedir?

Soru: Yahûdîliğin aslı nedir?
Cevap: Yahûdîler, Ya'kûb aleyhisselâmın oniki oğlundan türemişlerdir. Hz.Ya'kûb'un adı İsrâil olduğu için, bunlara (Beni İsrâil), ya'nî İsrâil oğulları denildi. İsrâil, Abdullah demektir. Hz.Mûsâ, Tûr dağına gidince, bunlar dinden çıktı, buzağıya taptı. Sonra pişman olup tevbe ettikleri için, Yahûdî denildi. Yahûdî, hidâyeti, doğru yolu bulucu demektir.
Yahûdîler, Hz.Mûsâ'ya çok eziyet etti. Sonra gelenleri, bin Peygamberi şehîd etti. Hz.Îsâ'yı babasız çocuk diye kötülediler. Annesi Hz.Meryem'e iftira ettiler. Bunları öldürmek için saldırdılar. Âhır zaman peygamberi Muhammed aleyhisselâmı zehirlediler. Hz.Osman zamanında, fitne çıkararak, halîfenin şehîd edilmesine sebep oldular. Hurûfîliği meydana çıkarıp, müslümanları parçaladılar, birbirine düşman ettiler.
Asırlarca, Allahın gönderdiği dinleri, peygamberleri yok etmeye uğraştılar. Dinleri yok etmek için masonluğu kurdular. 1918'de biten Birinci Cihân Harbi'nden sonra, din düşmanı olan komünist devletler kurdular. Bir yandan da, önce İstanbul, sonra Mısır hahambaşısı olan Hayım Naum, dünyanın biricik İslâm devleti Osmanlı imparatorluğunu yıkmak için, kapitalist ve emperyalist devletler arasında fırıldaklar çevirdi. Neticede, İslâm âleminin liderliğini yapan koca imparatorluk parçalandı. Müslümanlara gerici denildi. İslâmiyet kuvvetsiz kaldı, yok olmaya yüz tuttu. (Hak Sözün Vesîkaları)

Cehaletin İlacı Sormak


Allahı tanıma, Allah'ın azameti ve Lütfu 3


Salih kul kabrine konulduğu zaman...


12 Eylül 2012 Çarşamba

ABDURRAHMAN İBN AVF

ABDURRAHMAN İBN AVF
(590 ? - 32/652)
Rasûlullah'ın hayatta iken Cennetle müjdelediği on sahâbîden ve ilk müslümanlardan biri. Kureyş* kabîlesinin Zühreoğullarından Hâris'in oğlu olup Câhiliyye* devrinde asıl adı Abdulkâ'be veya başka bir görüşe göre Abdu Amr idi.
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Erkam'ın evindeki faaliyetlerine başladığı günlerde İslâm'a giren Abdurrahman'a bu ismi Rasûlullah vermiştir. Ebû Muhammed künyesi ile tanınan Abdurrahman'ın annesi Şifâ binti Avf b. Adi'l-Hâris b. Zühre b. Kilâb idi. Rivâyete göre Abdurrahman 'Fil Olayı'ndan yaklaşık yirmi yıl sonra dünyaya gelmişti.
Abdurrahman b. Avf (r.a.) ilk müslümanlardan olmasından dolayı Kureyş'in zâlim tutumuna dayanamayan ashâb ile birlikte Habeşistan'a yapılan iki hicrete de katılmıştı. Nihayet Rasûlullah, ashâbı Medine'ye hicret etmeye teşvik edince, o da diğer ashâb ile birlikte hicret etmişti. Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'de Ensâr ile Muhâcirler arasında kardeşlikler ilân edince Abdurrahman b. Avf ile Ensâr'dan Sa'd b. Rabî'i kardeş ilân etmişti
Ensâr'ın ileri gelenlerinden Sa'd b. Rabî' 'Din kardeşi' Abdurrahman'a şunları söylemişti:
"Benim bir hayli malım vardır. Bunun yarısını sana veriyorum. Ayrıca iki eşim vardır. Bunlardan birini boşayacağım, iddeti bitince onu nikâhlarsın." Bu büyük âlicenaplık karşısında Abdurrahman b. Avf kardeşine şunları söylüyordu:
"Cenâb-ı Allah malını ve aileni sana mübarek eylesin. Senin bu davranışına karşı Allah ecrini versin. Sen yalnız bana çarşının yolunu göster, benim için yeterlidir."
Abdurrahman b. Avf (r.a.) ticaret hayatını çok iyi bilen Kureyş içinde büyüdüğü için bu işin tam bir uzmanı olarak Medine çarşısında alışverişe başlamış ve Allah ona büyük servet vermişti. Abdurrahman bu ticârî hayatını şöyle anlatır:
"Cenâb-ı Allah bana öyle bir nimet verdi ki, bir taşı bile bir yerden kaldırıp başka yere koyduğumda sanki altın oluveriyordu."

Kazası olan nâfile kılınabilir mi?

Soru: Kazâ namazı olan, nâfile namaz kılabilir mi, belli başlı nâfile namazlar hangileridir?
Cevap: Namaz iki sebeple kazâya kalır:
1- Uyumak, unutmak gibi dînî bir özürle kaçırılır. Buna (Fâite) ya'nî kaçırılmış namaz denir. Üzerinde böyle farz kazâsı olanın nâfile namaz kılması câizdir. R.Muhtâr, Halebi, Tahtâvî ve Hindiyye'de buyuruluyor ki:
(Fâite [fevt olmuş, bir özürle kaçırılmış] namazların kazâlarını acele kılmak lâzımdır. Fevt olmuş [bir özürle kazâya kalmış] namazların kazâlarını kılmak, nâfile kılmaktan evlâ ise de, hadîs-i şerîfle övülmüş olan beş vaktin sünnetlerini, duhâ, tesbîh, tehıyyet-ül-mescid, evvâbin gibi nâfile namazları kılmak, kazâ kılmaktan evlâdır.)
Evlâ olmasının sebebi, unutmak, uyumak gibi bir özürle namazı kazâya bırakmak günâh olmadığı içindir. Böyle kimselerin, adı geçen nâfileleri kılacak kadar, kazâları geciktirmeleri günâh olmaz. Unutarak, uyuyarak kazâya bırakılan namaz sayısı bir veya birkaç vakittir. Meselâ sabah namazının vaktinde uyuyup kalan kimse, güneş doğduktan 50 dakika kadar sonra bu namazı kazâ eder. Kazâ etmeden önce, duhâ [kuşluk] namazı kılarsa câiz olur. Çünkü sabah namazını, uyanamayarak bu vakte bırakması günâh değildir. Duhâ namazı kılacak kadar geciktirmesi de günâh olmaz. 

Allahı tanıma, Allah'ın azameti ve Lütfu 2


Teyemmümün Meşruyeti (2 Bölüm)


Hafaza melekler kabri terketmezler


11 Eylül 2012 Salı

ABDULLAH İBN ZÜBEYR


Sahâbî. Hicret'ten sonra, 622 milâdî yılında, Medine yakınındaki Kûba'da doğdu. Babası Zübeyr b. Avvâm, Cennetle müjdelenen on kişiden (Aşere-i Mübeşşere*) biridir. Annesi, Hz. Ebû Bekir'in kızı Esmâ'dır. Teyzesi, Mü'minlerin annesi Hz. Âîşe'dir. Babası tarafından babaannesi Safiyye, Rasûlullah'ın halasıdır.
Medine'de muhâcirlerden ilk doğan çocuk Abdullah b. Zübeyr'dir. Bu doğuma muhâcirler bir hayli sevinmişti. Çünkü Medine Yahûdileri "Muhâcirlere sihir yaptık, çocukları olmayacak" diye ortaya fesat saçıyorlardı. Abdullah doğunca Yahûdilerin yalanı ortaya çıktı. Doğumu Rasûlullah Efendimiz haber aldı. Dua edip, adını Abdullah, künyesini Ebû Bekir koydular. Ayrıca Ebû Hubeyb diye diğer bir künye ile de tanınır.
Yedi yaşında iken babası tarafından Peygamber Efendimize getirilerek O'na bey'at* etme şerefine kavuştu. Hz. Ebû Bekir devrinde çocukluğunu atlattıktan sonra Hz. Ömer devrinde henüz oniki yaşlarında iken babası ile Yermük Savaşı'na gitti. Muharebe yerinde babası O'nu sahâbeden birine emânet ederek savaşa katıldı. Abdullah b. Zübeyr de, babasını at üzerinde savaşırken seyretti. Dört yıl sonra da (M. 639) babası ile birlikte Amr İbn el-Âs kumandanlığında Mısır fethine katıldı. M. 649 senesinde Afrika'da Abdullah b. Sa'd ile Tunus fethine gitti. Bu savaşta üstün Bizans kuvvetleri karşısında kahramanca savaşıp Roma bölge valisi Gregor'u öldürerek zaferin kazanılmasında büyük rol oynadı. Otuz yaşında, Saîd İbn el-Âs kumandasındaki orduyla Horasan seferinde bulundu. Aynı yıl içinde Hz. Osman tarafından Kur'ân-ı Kerim'in çoğaltılması için toplanan ilmî heyete katıldı. Hz. Osman şehid edildiği gün, âsilere karşı gayretle müdâfaa edenlerden idi.

Allahı tanıma, Allah'ın azameti ve Lütfu 1


Niyet - İhlas Ve Meziyetleri (3 Bölüm)


Uydurma hadîs nasıl anlaşılır?

Uydurma hadîs nasıl anlaşılır?
Peygamber efendimizin vârisleri, vekîlleri olan âlimlere olan i'timâdı sarsmak için, İngilizler asırlardır, İslâm âlimlerinin kitaplarında uydurma hadîs olabileceğini telkîn etmeye çalışmışlar, bunda da oldukça başarı sağladıkları, bir çok genci zehirledikleri anlaşılmaktadır.
Bir müctehid, başka bir müctehide hatâ ettin demez. (İctihâd ictihâd'la nakzedilemez) [Mecelle m.16)
Dört mezhebde birbirinden farklı hükümler vardır. Fakat hiçbiri, diğerini sapıklıkla, hatâ etmekle ithâm etmemiştir. Çünkü hadîs-i şerîflerde buyuruluyor ki: (Âlimlerin farklı ictihâdları, mezheblere ayrılmaları rahmettir.) [Beyhekî]
Hanefî ve Hanbelî'de gusülde ağzın içini yıkamak farz iken, Mâlikî ve Şâfiî'de farz değildir. Bunun için mezhebin birine doğru, ötekine yanlış denemez.
Her müctehidin bir hadîsten hüküm çıkarması farklıdır. Bir müctehidin sahîh dediği bir hadîse, başka bir müctehid mevdû' diyebilir.

Ölü üzerine ağlamakla azap görür.


10 Eylül 2012 Pazartesi

Hoşa giden yorum (2 Bölüm)

GÜNÜN SÖZÜ 37


Ölülerinizi hayırla anın


BİŞR-İ HAFÎ (Radıyallahü Anh)

BİŞR-İ HAFÎ (Radıyallahü Anh)
Evliyânın büyüklerinden. Künyesi Ebû Nasr olup, asıl adı Bişr bin Hâris Abdurrahmân el-Hafî'dir. Kısaca Bişr-i Hafî olarak tanınmıştır. Bişr-i Hafî Merv şehrinin Bekird bölgesinde 150 (m. 767) senesinde doğmuş, Bağdâd'da yaşamıştır. Hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilminde büyük âlimlerden olmuştur. Yedi sandık dolusu hadîs kitabını ezberlemişti. Tasavvufta yüksek makamlara erişmiş olan Bişr-i Hafî (r.a.) 227 (m. 841) yılında Bağdâd'da vefât etti
Bişr-i Hafî, devrinin ileri gelen âlimlerinden ilim tahsil etmiş ve hadîs-i şerîf öğrenmiştir, İbrâhîm Sa'd, Abdurrahmân bin Zeyd bin Eslem, Hammâd bin Zeyd, Şüreyk bin Abdullah, Muafa bin İmrân Mûsulî, Abdullah bin Mübârek, Ali bin Müşhir, Îsâ bin Yûnus, Abdullah bin Dâvûd el-Hayrî, Ebû Muâviye ed-Darîr, Zeyd bin Ebi'z Zerga ve daha birçok âlimlerden ilim öğrenmiş ve hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.
Bişr-i Hafî'den, Nuaym bin Heydâm, Muhammed bin Heydâm; İbrâhîm bin Hâşim bin Muskan, Nasr İbn-i Mansûr, el-Bezzâr, Muhammed bin el-Müsennâ, Sırrî-yi Sekatî, İbrâhîm bin Hâni en-Nişâbûrî, Ömer bin Mûsâ el-Celâ gibi birçok âlini ders almış ve hadîs-i şerîf okumuştur.