Sayfalar

30 Nisan 2012 Pazartesi

Günün Sözü 26

03 - HAZRET-İ OSMÂN (Radiyallahü Anh)

29 Nisan 2012 Pazar

Ölümün yaklaşması,ölümün keyfiyeti ve zorluğu

20- Dervîş Muhammed


Derviş Muhammed hazretleri, evliyânın büyüklerinden. İnsanları Hakka dâvet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin yirmincisidir.
Rûh ilimlerinde mütehassıs idi. Büyük âlim ve kâmil bir velî olan dayısı Kâdı Muhammed Zâhid'in derslerinde yetişti. Dayısına talebe olmadan önce, on beş sene nefsinin isteklerinden kurtulmak için mücadele etmiş ve insanlardan uzak yaşamıştı.
Bir gün ellerini açıp, acizliğini ve çaresizliğini Allahü teâlâya yalvararak arz etmişti. Aniden Hızır aleyhisselâm gelip; "Eğer sabır ve kanâat istiyorsan, Muhammed Zâhid'in hizmet ve sohbetine kavuşmakta acele et. O sana sabır ve kanâati öğretir." buyurdu. Hemen Muhammed Zâhid'in yüksek huzuruna varıp, orada ilim tahsîl etti. Güzel terbiye görüp, kemâle geldi. Hocası ona, insanlara doğru yolu anlatmak, ebedî olan Cehennem azâbından kurtaracak şeyleri bildirmek için hilâfet verdi. Hocasının vefâtından sonra yerine geçip, Semerkand'da, doğru yoldan ayrılanlarla ve dîne sonradan sokulan bid'atlerle uğraştı. Bid'atleri yok etti. Çok velî yetiştirdi.
İnsanları Allahü teâlânın yoluna çağırmada çok gayret gösterdi. Talebelerinin terbiyesi husûsunda, insan üstü bir kuvvet ve gayrete sahipti. İmam-ı Rabbani hazretlerinin dünyâya gelmesinden bir sene önce, vefât etti. İnsanları irşâd için yetiştirdiği yüksek talebeleri pek çoktur. Bunların en büyüğü, oğlu Hâce Muhammed İmkenegî'dir.

28 Nisan 2012 Cumartesi

İmam-ı Taberani

Meşhur tefsir, hadis ve fıkıh âlimlerinden. İsmi, Süleymân bin Ahmed bin Eyyûb bin Mutayr eş-Şâmî el-Lahmî et-Taberânî; künyesi Ebü’l-Kâsım’dır. 873 (H.260) senesi Safer ayında Şam’ın Taberiyye kasabasında doğdu. İsfehan’a yerleşti. 970 (H.360) senesi Zilkâde ayının sonlarına doğru 100 yaşlarında vefât etti. İsfehan şehrinin girişinde Resûlullah’ın Eshâbından olan Hammâd ed-Devrî’nin kabri yanına defnedildi.
Taberânî; Hâşim bin Mürsed et-Taberânî, Ebû Zür’a-es-Sekafî, İshâk ed-Debrî, İdrîs el-Attâr, Beşîr bin Mûsâ, Hafs bin Ömer, Abdullah bin Mahmûd bin Saîd bin Ebî Meryem, Ali bin Abdülazîz el-Begâvî, Mikdâm bin Dâvûd er-Re’yinî, Yahyâ bin Eyyûb el-Allât, Ebû Abdurrahmân en-Nesâî gibi pekçok âlimden ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu. Kendisinden de; Ebû Huleyfe el-Cemhî, İbn-i Ukde, Ebû Nuaym el-Hâfız, Ebû Hüseyin bin Fâzişâh, Abdân, Câfer el-Feryâbî, Ebû Abdullah bin Merde el-Hâfız ve daha birçok âlim ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf rivâyet etti.
Büyük hadis âlimlerinden olan Taberânî hazretleri, güvenilir, sağlam, hadîste huccet, yâni üç yüz binden fazla hadîs-i şerîfi senetleriyle birlikte ezbere bilen ünvânına sâhiptir. Onun ilmi ve rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler, bütün İslâm âlemine yayıldı. Kendisine; “Bu kadar hadîs-i şerîfi ezberleme bahtiyârlığına nasıl kavuştun?” diye sorulduğunda; “Otuz sene kuru hasır üzerinde uyudum.” buyurdu.

İnsanlara gelen Ölüm Elçisi

19- Kâdî Muhammed Zâhid


Kadı Muhammed Zahid hazretleri, Türkistan'da yaşamış büyük velîlerdendir. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak saadete kavuşmaları için çalışan ve Silsile-i aliyye adı verilen büyük âlim ve velîlerin on dokuzuncusudur. Annesi silsile-i aliyye büyüklerinden Yakub-i Çerhî hazretlerinin kızıdır.
Küçük yaştan itibaren ilim öğrendi. Daha sonra tasavvufa yöneldi. Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerine talebe oldu. 12 yıl onun kalplere şifa olan sohbetlerinde bulundu. Ondan vazifesini devraldı. Birçok talebe yetiştirdi. Silsile-i aliyye büyüklerinden Derviş Muhammed hazretleri onun yetiştirdiği evliyadan biridir.
Memleketi olan Semerkand'da kalıp ilim tahsîl ettikten sonra daha fazla ilim öğrenmek için bir talebesiyle Hirat'a gitmek üzere yola çıktı. Şadman köyüne vardıkları zaman havanın sıcak olması sebebiyle orada bir müddet kaldılar. O sırada köye Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri teşrif etti. Onu ziyarete gitti. Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri. Onunla biraz konuştuktan sonra, sohbete başladı. Sohbette Muhammed Zâhid'in hatırından geçenlere cevap verip. ona, "Eğer maksadın ilim öğrenmekse o iş burada daha kolay" buyurdu. Sonra onun yanına yaklaşıp, "Hirat'a gitmekten maksadın ne? İlim öğrenmek mi, yoksa tasavvuf mu?" buyurdu. Muhammed Zahid dehşete kapılıp cevap veremedi. Yanındaki talebesi; "Onun asıl maksadı tasavvuf yoluna girmektir." diye cevap verdi. Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri tebessüm edip; "O halde çok iyi." buyurdu. Sonra birlikte bahçeye çıktılar. Orada Muhammed Zâhid'in elini tuttu. Elini tutar tutmaz kendinde büyük değişiklik hisseden Muhammed Zâhid bayıldı. Ayıldığı zaman Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri; "Belki sen benim yazımı okuyabilirsin." Diyerek cebinden bir kâğıt çıkarıp “Bu kağıtta ibâdetin hakîkati ve Allahü teâlânın azameti karşısında insanın âcizliği yazılı” diyerek Muhammed Zahid'e verdi. Bu kâğıtta şöyle yazılıydı:
"Bu saadet Allahü teâlânın muhabbetiyle ve onun resûlüne tâbi olmakla ele geçer. Bunun için din ilimlerine varis olan âlimlerin sohbetlerinde bulun. Onlardan faydalı ilim öğren. Tâ ki Resulullah efendimize tâbi olmak sûretiyle mârifet-i ilâhiyyeye kavuşasın. Kötü din adamlarından uzak dur. Helâl haram ayırmayan, dine uygun olmayan işler yapan cahil tarîkatçılardan uzak dur."
Muhammed Zâhid'e Hirat'a gitmek üzere izin verdi. Sadüddîn Kaşgarî'ye vermesi için bir de mektup verdi. Mektupta Muhammed Zahid'e yardımcı olunması yazılıydı. Bu hareketleri gören Muhammed Zâhid'in Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerine karşı muhabbeti ve bağlılığı arttı. Fakat bir türlü Hirat'a gitme azminden vaz geçemedi. Mektubu alıp yola çıktı. Yolda ilerledikçe bindiği hayvan yavaşladı. yol almaktan âciz kaldı. Buhara'ya 36 km kalmıştı ki, şiddetli bir göz ağrısına tutuldu. Günlerce orada kaldı. İyileşince yola çıktı. Bu sefer de Humma hastalığına tutuldu. O zaman eğer yola devam ederse helâk olacağını anladı. Gitmekten vaz geçti. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin huzuruna dönüp sohbet ve hizmetinde bulunmaya karar verdi. Gelip umduğuna kavuştu.
Buyurdu ki: Dervişlik, yalnız bir yere çekilip oturmak, gökte uçmak, keramet göstermek değildir. Dervişlik; gönlü, mâsivadan, [Allahü teâlâdan başka her şeyden] yüz çevirmektir. Bir yandan günah işleyip, bir yandan da, "Estagfirullah" demek, istigfar değildir. İstigfar; Allahü teâlânın emirlerine uymak, yasak ettiği şeylerden sakınmaktır.

44-Dağların Hareket etmesi.

03 - MUHAMMED MÂSUM FÂRÛKÎ (Kuddise Sirruh)

Kötü sonucu (ölüm) netice veren sebepler:

26 Nisan 2012 Perşembe

İmam-ı Beyheki

Meşhur hadis ve fıkıh âlimi. İsmi Ahmed bin Hüseyin, künyesi Ebu Bekir'dir. Nişabur'un Beyhek kasabasından olduğu için Beyheki diye meşhur olmuştur. Beyhek kasabasına bağlı Hüsrevcird köyünde 994 (H. 384) senesinde doğdu, 1066 (H. 458)da Nişabur'da vefat etti.
Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Beyheki zekasının keskinliği, hafızasının kuvveti, öğrendiği şeyler üzerindeki arzusu ve ilim öğrenmekteki ihlası ile hocalarının dikkatlerini üzerine topladı. Beyheki; Horasan, Bağdat, Kufe ve Mekke gibi ilim merkezlerinde zamanın âlimlerinden akli ve nakli ilimleri tahsil etti. Yüzden fazla hocadan hadis öğrendi. Ebü'l-Feth Nasır bin Muhammed Ümeri'den fıkıh ilmini, Hakim'den hadis ilmini, İbn-i Fürek'ten kelâm ilmini, Ebu Ali Rodbari'den tasavvuf ilmini öğrendi. Büyük âlim oldu, kendisine ilmin minaresi denildi. Pekçok âlim yetiştirdi. Şeyhülislam Ebu İsmail el-Ensari, Zahir bin Tahir, Ebu Abdullah el-Feravi, oğlu İsmail bin Ahmed onun yetiştirdiği âlimlerdendir. Kelâm ilminde Ehl-i sünnet itikadına büyük hizmetler yaptı. Çeşitli ilimlerde bilhassa hadis, fıkıh ve kelâm ilmine ait binden ziyade eser yazdı. Horasan'da hadis ilminde onun izni olmadan, o icazet (diploma) vermeden kimse hadis ilminden söz edemezdi. Şafii fıkhı öğretmesi için Nişabur'a çağrıldı. Her ne kadar memleketine dönmek istediyse de 9 Nisan 1066 (H. 10 Cemazilevvel 458) da vefat etti. Cenazesi yakın olan Beyhek kasabasına götürüldü.
İlim ve fazilette yüksek bir zat olan Beyheki hazretleri, devamlı okur, araştırır, tasnif eder, eserlerini öğrencilerine okutur, ilimle meşgul olur, fakirliğe sabreder, halinden hiç şikayet etmezdi. Az yer az içerdi. Kırk dört yaşından sonra vefatına kadar otuz sene bayram günleri hariç devamlı oruç tutmuştur.,

18- Ubeydüllah-i Ahrâr


Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri, Türkistan'ın büyük velilerindendir. Kendilerine "Silsile-i aliyye" adı verilen ve insanlara İslamiyetin emir ve yasaklarını anlatarak dünya ve ahirette saadete kavuşmalarına vesile olan büyük alim ve velilerin on sekizincisidir. 1403’te Taşkent'te doğdu. 1490’da Semerkant'ta vefat etti. Kabri oradadır.
Doğumundan itibaren üstün halleri görüldü. Annesi nifastan temizlendikten sonra emmeye başlamıştır. Yüzünde öyle bir nur parlardı ki, görenler hayran kalıp, ona duâ ederlerdi. Dilinden Allahü teâlânın ismi hiç düşmezdi. Dedesi de, alim ve veli idi. Vefat edeceği sırada, torunları ile tek tek vedalaştı. Ubeydullah-ı Ahrar o zaman çok küçüktü. Onu görünce, kucağına aldı. Sarılarak ağladı ve şöyle dedi: "Ben, bunun büyük bir zat olduğu zaman hayatta olmam. Bu İslamiyete hizmet edecektir. Cihan padişahları bunun sözünü dinleyecekler." dedi.
Tasavvufta yüksek derecelere kavuştuktan sonra, helâl kazanmak için tarımla meşgûl oldu. Kısa zamanda zengin oldu. 1300'den fazla çiftliği vardı. Herbirinde üç bin amele çalışırdı. Allahü teâlâ onun mahsûlüne öyle bir bereket verdi ki, her yıl 800 bin batman [700 ton] zahire uşur verirdi. Ambarlarına konulan mahsul, çıkardıklarında, koyduklarından fazla geliyordu. Kendisi bu konuda; "Bizim malımız, fakirler içindir. Bunca malın hassası işte bu noktadadır" buyururdu.
Yakınlarından biri, bir gece birini kendisine şarap alıp getirmesi için gönderdi. O kimse şarabı alıp gelince, onun bulunduğu evin önünde durup, şarap testisini yukarıdan sarkıttığı bir sepete koydu. O da sepeti yukarı çekmeye başladı. Çekerken, sepet duvara çarpıp ipi koptu, yere düştü ve testi kırıldı. Şarap isteyen kimse, kimse bilmesin diye, sabahleyin erkenden kalkıp kırılan testisinin parçalarını topladı. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri o kimsenin evine geldi. "Gece yukarı çektiğin testinin sesi kulağıma geldi. Eğer o testi kırılmasaydı, benim kalbim kırılırdı ve bir daha seninle buluşmama imkân kalmazdı.” buyurdu. 

Dünyada zühdün en iyisi...

42- Korunmuş Tavan.

02 - İMÂM-I RABBÂNÎ (Kuddise Sirruh)

25 Nisan 2012 Çarşamba

Mazlumun duâsı

Mazlûmun bedduâsından sakınmalıdır. Zulüm ateşi ile karşı karşıya gelen kimsenin içi yanar, bedduâ yapmak zorunda kalır. Duâsı kabûl mahallinde olur.
Ebüdderdâ hazretleri buyurdu ki: Mazlûmun bedduâsından,âhından ve yetîmin gözyaşlarından sakının. Çünkü insanlar rahat uykuda iken onlar dert, sıkıntı, üzüntü içindeler.
Bir müslümanın kâfir olması için duâ edenin kendisi kâfir olur. Zâlimden başkasına bedduâ etmek harâmdır. Zâlime, zulmü kadar bedduâ etmek câiz olur. Câiz olan birşeyin miktarı, özrün miktarı kadar olur. Zâlime de bedduâ etmemek, sabır etmek ve hattâ, affetmek daha iyidir.
Çok önceleri, Horasan ilinin çok âdil bir valisi vardı. Adı, Abdullah bin Tahir. Bu valinin jandarmaları birgün bir kaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi... Getirilirken hırsızlardan birisi kaçtı. Hadisenin olduğu sırada Hiratlı bir demirci de Nişabur'a gitmişti. Bir zaman sonra evine dönerken, yolu Horasan'dan geçiyordu... Kaçan hırsız olduğunu zannederek, yakaladılar bunu. Diğer hırsızlarla valinin huzuruna çıkardılar... Vâli:
- Hepsini hapsedin! dedi.
Bu suçu olmayan demirci, hapishanede, abdest alıp, namaz kıldı. Ellerini uzatıp:

Ölümü hakkıyla tanımak

41- Göklerin ve Yerin Birbirinden Ayrılması.

24 Nisan 2012 Salı

İmam-ı Nevevi

Şâfiî âlimlerinin büyüklerinden. İsmi Yahyâ bin Şeref, lakabı Muhyiddîn, künyesi Ebû Zekeriyyâ’dır. 1233 (H.631) senesinin Muharrem ayında, Şam’ın güneyindeki Nevâ kasabasında doğdu. Doğduğu yere nisbetle evevî denmiştir. 1277 (H.676) yılının Receb ayında vefât etti.
Muhyiddîn Ebû Zekeriyyâ Yahyâ’yı, babası küçük yaşta Kur’ân-ı kerîm öğrenmesi için mektebe gönderdi. Kısa zamanda Kur’ân-ı kerîm’i ezberledi.
Zamânının âlimlerinden çeşitli ilimleri tahsil etti. On dokuz yaşına gelince, babası, tahsil için, Şam’daki Revâhiyye Medresesine götürdü. Önce tıp okudu, sonra tamâmiyle din ilimleri üzerinde çalıştı. Şâfiî mezhebinin temel kitaplarından olan Et-Tenbîh ile Mühezzeb’in dörtte birini, dört buçuk ayda ezberledi. Kemâleddîn Sellâr Erbilî, İzzeddîn Ömer Erbilî, Kemâleddîn İshâk bin Ahmed hazretlerinin derslerine devâm etti ve fıkıh ilmini öğrendi. İzzeddîn Ömer Erbilî’ye çok hizmet etti. Her gün hocalarından on iki ayrı ilim okurdu. Zamanla, usûl, nahiv, lügat ve benzeri ilimlerin inceliklerine vâkıf oldu. Hâfız Zeyn Hâlid Nablüsî, Radî bin Bürkân, İbn-i Abdüddâim, Ebî Muhammed İsmâil bin Ebî Yüsr ve birçok âlimden hadis ilmini öğrendi. Kısa zamanda, ilimde devrinin en büyük âlimlerinden oldu ve insanlığın saâdeti için pekçok kitap yazdı. Şâfiî mezhebinin esâslarını kitaplarında bildirdi. Kendisinden; Şeyh el-Mizzî, Ebü’l-Hasan Attâr ve pekçok âlim ilim tahsil ettiler.

Kim ölümü zikretse üç şey ona ikram edilir.

40- Kuran Allah'ın Sözüdür.

23 Nisan 2012 Pazartesi

17- Ya’kûb-ı Çerhî


Yakub-i Çerhi hazretleri, evliyanın büyüklerinden. İnsanların iman, ibadet ve ahlak hususunda doğruyu öğrenip, yapmalarını sağlayan ve Allahü teâlânın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen İslam âlimlerinin on yedincisidir. Derin âlim ve kamil bir veli idi.
Kendisi anlatır: “Buhara’nın âlimlerinden ilim tahsil edip icazet aldıktan sonra memleketime dönmek üzere idim. İçimde Behaeddin-i Buhari hazretlerinin yanına gitmek arzusu hasıl oldu. Huzuruna varıp; “Beni hatırdan çıkarmayınız.” diye yalvardım. “Tam gideceğin sırada mı bana geliyorsun?” buyurdu. “Gönlüm iştiyakınızla dolu." dedim. “Bu arzu ne sebepten geliyor?” dedi. “Büyük bir zatsınız ve herkesin makbulüsünüz.” dedim. Bunun üzerine; “Bu sebep kâfi değil, daha makbul bir şey bulman lazımdır. Halkın beni kabulü şeytanî olabilir.” buyurdu. Bunun üzerine; “Sahih bir hadis-i şerifte; “Allahü teâlâ bir kulunu severse, onun sevgisini kullarının kalblerine düşürür. İnsanlar onu severler.” buyurulmuştur.” deyince, tebessüm ederek “Biz azizanız” dedi. Bu sözü duyunca kendimden geçer gibi oldum. Çünkü bu görüşmeden bir ay kadar önce, bir rüya görmüştüm. Rüyamda bana; “Azizan’ın talebesi ol!” demişlerdi. Behaeddin-i Buhari hazretleri; “Biz azizanız.” buyurunca rüyayı hatırladım. Tekrar; “Bana teveccüh ediniz, hatırınızdan çıkarmayınız.” diye yalvardım. “Bir gün Azizan’dan (Ali Ramiteni'den) böyle bir istekte bulunmuşlar. O da, bir şeyin hatırda kalması için bir vasıtaya ihtiyaç olduğunu söylemiş ve hatırlamaya vesile olacak bir şey istemişler.” buyurdu. Bunu söyledikten sonra, bana mübarek takkesini hediye ederek, “Şu takkeyi al, onu her gördüğünde bizi hatırla ve yanında bul.” buyurdu.

Allah'ı (C.C) ve Resûlünü görmeden tasdik etmek

01 - HAZRET-İ EBÛ BEKR (Radiyallahü Anh)

22 Nisan 2012 Pazar

Af ve magfiret için duâ


Af, mağfiret ve âfiyet için çok duâ etmelidir. Bunların hepsini ihtiva eden çok kıymetli duâ, “Allahümme rabbenâ âti-nâ fiddünyâ haseneten ve fil-âhıreti haseneten ve kı-nâ azâbennâr”dır. (4)
Her zaman şu magfiret duâsını okumalıdır: “Allahümmagfir lî ve li-âbâî ve ümmehâtî ve li-ebnâî ve benâtî ve li-ihvetî ve ehavâtî ve li-ecdâdî ve ceddâtî ve li-a’mâmî ve ammâtî ve li-ahvâlî ve hâlâtî ve li-zevcetî ve ebeveyhâ ve li-esâtizetî ve lil-mü’minîne vel-mü’minât vel hamdü-lillâhi Rabbil’âlemîn!”( 5). (Kadın okursa, zevcetî yerine zevcî ve ebeveyhâ yerine, ebeveyhî demelidir.)
Allahü teâlânın magfiretine sığınarak,”Allahümme magfiretüke evsa'u min zünûbî ve rahmetüke ercâ indî min amelî” (7) duâsını da okumalıdır. (Yâ Rabbî! Magfiretin, benim günahlarımdan daha geniştir. Rahmetin, bana, amelimden daha ümmîd vericidir) demektir.
Af magfiret için şu duâ da okunmalıdır:
“Yâ Allah! Yâ Rahmân! Yâ Rahîm! Yâ Afüvvü yâ Kerîm! Fa’fü annâ, vagfirlenâ, verhamnâ, vensurnâ alel-kavmil kâfirîn!”

İmam-ı Nesai

Büyük hadis ve fıkıh âlimi. Künyesi Ebû Abdurrahmân; ismi, Ahmed bin Şuayb bin Ali bin Sinân bin Bahr bin Dînâr’dır. İmâm-ı Nesâî diye meşhûrdur. Aslen Horasan’ın Nesâ şehrindendir. 830 (H. 214) yılında orada doğdu. 915 (H.303)te Filistin’in Remle şehrinde vefât etti. Mekke’de vefât ettiği veya Hâricîler tarafından şehit edildiği de bildirilmektedir. Hadîs ilminde imâmdı, yâni üç yüz binden fazla hadîs-i şerîfi râvileriyle birlikte ezbere bilirdi. Yazdığı Sünen-i Sagîr’i, Kütüb-i Sitte adı verilen altı büyük hadis kitabından biridir. Hadis ilminde rumuzu sin (S)’dir.
İlim tahsiline Horasan’da başlayan İmâm-ı Nesâî; Irak, Şam, Mısır, Hicâz (Mekke ve Medîne) ve Cezîre (bugünkü Cizre civârı) âlimlerinden ders aldı. Mısır’da yerleşti. On beş yaşında Kuteybe bin Saîd’e talebe olup, bir sene iki ay yanında kaldı. İshâk bin Râhaveyh, Hişâm bin Ammâr, Îsâ bin Hammâd, Hüseyin bin Mansûr Sülemî, Amr binZürâre, Muhammed bin Nasr-i Mervezî, Süveyd bin Nasr, Ebû Kureyb, Muhammed bin Râfiî, Ali bin Hucr, Ebû Yezîd Cermî, Ebû Dâvûd Süleymân Eş’as, Yûnus bin Abdila’lâ, Muhammed bin Geylân ve daha birçok âlimden ders aldı. Onların bir çoğundan hadîs-i şerîf dinledi ve rivâyet etti.

Herkese hayır duâ etmelidir

Ma'rûf-i Kerhî hazretleri, birgün talebeleriyle hurmalıkta oturuyordu. Bu esnada Dicle nehrinden bir kayık geliyordu. Kayıktaki birkaç genç, içip içip nârâlar atıyorlardı. Bu hoş olmayan manzara karşısında talebeleri dediler ki:
- Efendim, duâ edin de Allahü teâlâ bu kendini bilmezleri nehrinde boğsun, insanlar da böyle zararlı kimselerden kurtulsunlar.
Bunun üzerine kayıktakilere şöyle duâ etti:
- Yâ Rabbî! Sen bu kullarını dünyada neş'elendirdiğin gibi âhırette de neş'elendir.
Talebeler bu duâya bir ma'nâ veremediler. Kendisine sordular:
- Efendim, böyle duâ etmenizin hikmetini anlayamadık. İzâh eder misiniz?
- Bekleyiniz! Söylediklerimin sırrı şimdi ortaya çıkar.
Talebeler dikkatle kayıktakileri takip etmeye başladılar. Kayıktakiler, kıyıya çıkınca, Ma'rûf-i Kerhî hazretlerini gördüler. Birden ne yapacaklarını şaşırdılar. Daha o, kendilerine birşey söylemeden, ellerindeki sazı kırdılar, içkileri attılar. Huzûruna gelip tevbe ettiler.
Ma'rûf-i Kerhî hazretleri talebelerine dönüp buyurdu ki:

02 - HAZRET-İ ÖMER (Radiyallahü Anh)

01 - İMÂM-I GAZÂLÎ (Rahmetullahi Aleyh)

21 Nisan 2012 Cumartesi

16- Alâ’üddin-i Attâr


Alaüddin-i Attar hazretleri, Buhara'da yetişen en büyük evliyadandır. İnsanları Hakka davet eden, onlara doğru yolu gösterip gerçek saadete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velilerin 16.sıdır. Asıl ismi Muhammed bin Muhammed Buharidir.
Zengin babası vefat edince, oğullarına miras olarak çok fazla mal kaldı. Fakat Alaaddin hiç miras kabul etmeyip, Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaaddin-i Buhari’ye talebe olmayı tercih etti. Gidip halini arz etti ve talebeliğe kabul buyrulmasını istirham eyledi. Bahaaddin Buhari hazretleri ona nazar edip, (Evlâdım bizim yolumuzda mihnet ve sıkıntı çoktur. Dünyayı ve nefsini terkedebilecek misin?) buyurunca, hiç düşünmeden, (Yapmaya hazırım efendim) dedi. (Öyleyse bugün bir küfe elma al, kardeşlerinin mahallesinde sat!) buyurdu.

Ölümü Anmak ve Ona Hazırlanmak 1

20 Nisan 2012 Cuma

15- Seyyid Muhammed Bahaeddin

Seyyid Muhammed Bahaeddin Buhari hazretleri, insanları Hakka davet eden, doğru yolu göstererek saadete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velilerin on beşincisidir.
Allahü teâlânın sevgisini kalplere nakşettiği için, kendisine Nakşibend denir.
1318’de Buhara'ya yakın Kasr-ı Arifan'da doğdu. 1389 ‘de Kasr-ı Arifan'da vefat etti. Kabri oradadır. İslam âlimlerinin en meşhurlarından olup, tasavvufta en yüksek derecelere ulaşmıştır. Zamanında ve kendinden sonraki asırlarda onun sebebi ile pek çok insan, hidayete, doğru yola kavuşmuştur.
Zamanının büyük velilerinden Muhammed Baba Semmasi, henüz o doğmadan Kasr-ı Arifan'a gelmişti. Bu gelişinde, burada bir büyük zatın kokusu geliyor. Bu beldede büyük bir veli yetişecek diyerek işaret etmiş, emsalsiz bir zatın buradan zuhur edip ortaya çıkacağını talebelerine müjdelemişti.
Babası Seyyid Muhammed Buhari anlatır: "Oğlum Behaeddin'in doğmasından üç gün sonra, Hace Muhammed Baba Semmasi, yine Kasr-ı Arifan'a gelmişti. Ben kendisini çok sever ve muhabbet beslerdim. yeni doğan oğlum Behaeddin'i alıp huzuruna götürdüm. Hace, oğlumu elimden alıp, bağrına bastı ve; "Bu yavru, benim oğlumdur. Ben bunu, manevi evlatlığa kabul ettim" buyurdu. Sonra Seyyid Emir Gilal'e şöyle dedi: "Size, bu yerde bir büyük zatın kokusu geliyor derdim. İşte o mübarek koku, bu melek yavrunun kokusudur. Bu yavru, büyük bir zat olsa gerektir." buyurdu.
Annesi anlatır: "Oğlum Behaeddin dört yaşında iken, evimizdeki ineği göstererek, bu inek beyaz başlı bir buzağı doğuracak dedi. Birkaç ay sonra inek, dediği gibi bir buzağı doğurdu."
Behaeddin Buhari hazretlerinin ilk hocası, Hace Muhammed Baba Semmasi'dir. Sonra Seyyid Emir Gilal hocası oldu. Daha bir çok hocalardan ders aldı.

İstigfar duâsı


Hadis-i şerifte, “Her namazdan sonra, üç kere ‘Estagfîrullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etebü ileyh’ (57) okuyanın bütün günahları affolur” buyuruldu.
Hadis-i şerifte, “İstigfâra devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, derdlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır” buyuruldu.
Derdlerin, belâların gitmesi için, istigfâr okumak çok faydalıdır.
İstigfârlardan meşhûr olanı, Peygamberimizin bildirdiği, “Estagfirullahellezî lâ ilâhe illâ hüverrahmanirrahîm el-hayy-ül-kayyûmüllezî la-yemûtü ve etûbü ileyh Rabbigfir lî” (6) istigfarıdır.
Bu istigfarı yirmibeş kere okursa, odasında, âilesinde, evinde ve şehrinde hiç kaza, belâ olmaz. Bunu her sabah ve akşam okumalıdır. Âlimlerin çoğu, talebelerine ve evlatlarına bunu okumalarını tavsiye etmişlerdir. Çok faydasını görmüşlerdir.
Günde en az yüz defa, Estagfirullâhel’azîm... söylemek çok faydalıdır.
Her zaman ve her yerde ve namazlardan sonra ve yatarken, manâlarını düşünerek, çok “Estagfirullah min külli mâ kerihallah” veyâ kısaca “Estagfirullah” demelidir.

İmam-ı Ebu Davud

Kütüb-i Sitte denilen meşhur altı hadîs-i şerîf kitâbından biri olan Sünen-i Ebû Dâvûd’un sâhibi. İsmi, Süleymân bin Eş’as bin İshâk bin Beşir’dir. Ebû Dâvûd künyesiyle meşhur olup, Sicistânî nisbesiyle bilinir. 817 (H.202)’de Sicistan’da doğdu. 889 (H.275)’de Basra’da vefât etti.
Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Ebû Dâvûd Sicistânî; Horasan, Şam, Irak, Hicaz, Mısır gibi ilim merkezlerine giderek zamânının tanınmış âlimlerinden ilim tahsil etti ve hadîs-i şerîf dinledi. Tefsir ve Hanbelî fıkhını da tahsil edip, yüksek ilmî dereceye ulaştı. Hadîs-i şerîf öğrenmek için uzun yolculuklar yaptı. Müslim bin İbrâhim, Süleymân bin Harb, Ebû Ma’mer el-Mak’ad, Yahyâ bin Maîn, Ahmed bin Hanbel gibi büyük âlimlerden rivâyetlerde bulundu. Hadis ilminde sika (güvenilir) bir âlim olan ve ilmî derece bakımından İmâm-ı Buhârî ve İmâm-ı Müslim’den sonra gelen Ebû Dâvûd Sicistânî’den, Bağdat’ta bulunduğu sırada, oğlu Abdullah, Ebû Abdurrahmân en-Nesâî, Ahmed bin Muhammed bin Hârun ve başka âlimler rivâyette bulundular. Beş yüz bin hadîs-i şerîf yazan Ebû Dâvûd Sicistânî, bunlardan seçtiği 4800 hadîs-i şerîfi ihtivâ eden meşhûr Sünen kitabını telif etti. Bilhassa fıkhî konularla ilgili hadîs-i şerîfleri topladığı ve bu hususta pek kıymetli bir kaynak olan bu kitabını İmâm-ı Ahmed bin Hanbel’e arz edip, onun takdirine kavuştu. 

Nefisle mücadele eden Mürşid (2. Son Bölüm)


Nefisle mücadele eden Mürşid (1. Bölüm)


Nefisle mücadele eden Mürşid (1. Bölüm)


19 Nisan 2012 Perşembe

14- Seyyid Emîr Gilâl


Seyyid Emir Gilal hazretleri, insanları hakka dâvet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin on dördüncüsüdür. Hz. Hüseyin'in soyundandır. Evliyânın meşhûrlarından olan Muhammed Bâbâ Semmâsî'nin talebesi ve Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin hocasıdır. Çömlekçilik yaptığı için "Gilâl" veya “Külal” ismiyle meşhûr olmuştur. Her ânını İslâmiyet’e uygun olarak geçirmiş, pek çok kimse onun sohbet ve derslerinde kemâle gelmiştir. Annesi şöyle anlatır: "Emîr Gilal'e hâmile iken, şüpheli bir lokma yesem, karın ağrısına tutulurdum. O lokmayı mîdemden geri çıkarmadıkça, karın ağrısından kurtulamazdım. Bu hâl başımdan üç defa geçti. Sonra hayırlı bir çocuğa hâmile olduğumu anladım. Bunun üzerine yediğim lokmaların helâlden olmasına çok dikkat edip, ihtiyatlı davrandım."
Sâlih zâtlardan biri vefât edeceği sırada, cenâze namazını Emîr Gilal hazretlerinin kıldırmasını vasiyet etmişti. Fakat o, uzak bir yerde bulunuyordu. O zât vefât edince, o beldenin âlimleri toplandı. Onun çağrılması için, bulunduğu yere bir kişi gönderelim dediler. Bunun üzerine orada bulunan Şeyh Sûfî; "Haberciye lüzum yok, kendisine mâlûm olabilir." dedi. Her ihtimale karşı, iki kişi gidip, haber vermek üzere hazırlanmıştı. Tam gidecekleri sırada, Emîr Gilal hazretleri âniden karşıdan gözüktü. Bundan sonra vefât eden zatın cenâze namazını kıldırdı. Oradaki âlimler, bu iş için kendisine nasıl mâlûm olduğunu sordular. O da şu hadis-i şerifleri bildirdi: (Kalb, kalbe karşıdır.), (Mümin, müminin aynasıdır.), (Her kaptan içindeki sızar.)
Kerâmetten sordular. Buyurdu ki: "Evliyânın kerâmeti haktır. Aklen ve naklen câizdir. Bu hususta çok nakiller vardır. Süleymân aleyhisselâmın vezîri Âsaf'ın, Belkîs'in tahtını bir ânda Sana'dan Kudüs'e getirmesi gibi. Bir başka misâl; Hz. Ömer, bir defâsında Medîne’de, hutbe okurken, İran’daki İslâm ordusunu görüp, ordu kumandanına; "Yâ Sâriye, dağa yanaş dağa!" buyurdu. Uzakta olan kumandan Sâriye ve ordunun erleri, bu sesi duyup dağa çekildi. Düşmanın tehlikeli hücumundan korundu. Evliyâdan meydana gelen kerâmet, Peygamber efendimizin mûcizesinden dolayıdır. 

Bedduâ etmemelidir

Uhud gazâsında Resûlullahın mübârek yüzü yaralanıp, mübârek dişi kırılınca, Eshâb-ı kirâm çok üzüldüler:
- Duâ et, Allahü teâlâ, cezalarını versin, dediler.
Peygamber efendimiz:
- La'net etmek için gönderilmedim. Hayır duâ etmek için, her mahluka merhamet etmek için gönderildim, buyurdu.
Sonra da şöyle duâ etti:
- Yâ Rabbî! Bunlara hidâyet ver. Tanımıyorlar, bilmiyorlar, buyurdu.
Kimseye bedduâ etmemelidir. Hele kişi kendisine, âilesine ve çocuklarına hiç bedduâ etmemelidir. Olur ki, duâların icâbet, kabûl olma zamanına rastlar da, bedduâsı kabûl olur. O zaman pişman olur ama pişmanlık fayda vermez. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Kendinize, evlâdınıza, kötü duâ etmeyiniz. Allahın kaderine râzı olunuz. Ni'metlerini artırması için duâ ediniz.”
“Ananın, babanın çocuğuna olan ve mazlûmun, zâlime olan bedduâları, red olunmaz.”
Peygamber efendimiz, "Babanın çocuğuna duâsı, peygamberin ümmetine duâsı gibidir" buyurdu. Yanî babanın çocuğuna duâsı, peygamberin ümmetine duâsı gibi kabûl olunur. Aynı şekilde anne de, çocuğuna hayır ile duâ etmelidir. Resûlullah efendimiz, "Annenin duâsı, daha çabuk kabûl olunur" buyurdu. Yâ Resûlallah, acaba neden? dediler. "Çünkü ana, babadan daha merhametlidir. Merhametlinin duâsı sâkıt olmaz" buyurdu.
Adamın biri, Abdullah bin Mübârek'e gelip, çocuklarından birini şikâyet etti. Abdullah bin Mübârek, çocuğuna bedduâ ettin mi? buyurdu. Evet dedi. Onu sen bozdun, o beğenmediğin hâle sen düşürdün, buyurdu.

Yarını ecelinden saymayan kul

18 Nisan 2012 Çarşamba

13- Muhammed Bâbâ Semmâsî


Muhammed Baba Semmasi hazretleri, Hace Ali Ramiteni hazretlerinin yetiştirdiği büyük velilerdendir. Kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük İslâm âlimlerinin on üçüncüsüdür. Buhara'ya bağlı Semmas köyünde doğdu.
Tasavvuf ilmini büyük âlim Ali Ramiteni hazretlerinden öğrendi. Onun derslerinde ve sohbetlerinde yetişip, tasavvufta yüksek dereceye ulaştı. Hocası, kendisinden sonra yerine, Muhammed Baba Semmasi'yi vekil bıraktı. Diğer talebelerine de, ona tâbi olmalarını vasiyet etti.
Hocasının vefâtından sonra onun yerine geçen Muhammed Baba Semmasi, çok talebe yetiştirdi ve içlerinden bir kısmını tasavvufta yüksek makamlara kavuşturdu.
Bu talebelerinin başında, kendisinden sonra yerine geçen ve ilim deryasında sedef olan Seyyid Emîr Gilâl hazretleri gelmektedir. Bir talebesi de, Bahaddin-i Buhari hazretleridir. Henüz o doğmadan önce, hocası Muhammed Baba Semmasi onun doğduğu yerden geçerken; "Bu yerden büyük bir zatın kokusu geliyor. “Pek yakında burası, Kasr-ı ârifân [arifler sarayı] olur." buyurdu.
Bir gün yine oradan geçiyordu. "Şimdi o güzel koku daha çok geliyor. Ümit ederim ki, o büyük zat dünyaya gelmiştir." buyurdu. Böyle buyurduğu zaman, Bahaddin-i Buhari hazretleri doğalı üç gün olmuştu. Dedesi, çocuğun göğsünün üzerine hediye koyup, Muhammed Baba Semmasi'ye getirince; "Bu bizim oğlumuzdur. Biz bunu kabul eyledik." buyurup, talebelerine de; "Kokusunu aldığım işte bu çocuktur. Zamanının rehberi ve bir tanesi olacaktır." buyurdu. Sonra halîfesi Emîr Gilal hazretlerine, bu çocuğun iyi yetiştirilmesini tembih etti.

DUÂNIN KABUL EDİLMESİNİN ŞARTLARI


1- Düzgün bir imana, Ehli sünnet itikadına sahip olmalıdır.
Hadis-i şerifte, “Bid'at ehlinin duâsı ve ibâdetleri kabul olmaz.” buyuruldu. Bunun için Peygamber Efendimiz ve Eshabı gibi Ehli sünnet itikatına sahip olmamız lâzımdır. Ehli sünnete göre; Îman artmaz ve azalmaz. Büyük günah işlemekle îman gitmez.Gayba îman esastır. Allahü teâlâ Cennette görülecektir. Ameller (İbâdetler) îmandan parça değildir. Amelde dört mezhebden birine tâbi olmak şarttır. Eshâb-ı kirâmın ve ehl-i beytin ve Peygamberimizin zevcelerinin hepsini sevmek şarttır. Dört halîfenin üstünlükleri, hilâfet sırasına göredir.Namaz, oruç, sadaka gibi nâfile ibâdetlerin sevabını başkasına hediye etmek câizdir. Mîraç; ruh ve beden olarak yapılmıştır. Evliyânın kerâmeti haktır. Şefaat haktır. Mest üzerine mesh câizdir. Kabir suâli vardır. Kabir azâbı ruh ve bedene olacaktır.İnsanları ve işlerini de Allahü teâlâ yaratır. İnsanda irâde-i cüz'iyye vardır. Rızık, helâldan da olur, haramdan da olur. Velîlerin ruhları ile tevessül edilir ve onların hâtırına duâ edilir... (Daha geniş bilgi için “Seadet-i Ebediyye” isimli, bid’atlerden uzak, her türlü dini bilgiye havi ilmihal kitabına müracaat edilmelidir. Hakikat kitabevi – 0212 523 45 56)

İmam-ı Tirmizi

Velî ve büyük hadis âlimi. İsmi, Muhammed bin Ali bin Hasan bin Bişr ez-Zâhid, künyesi Ebû Abdullah’tır. Doğum târihi bilinmeyen Hakîm-i Tirmizî, doğum yeri olan Tirmiz’de uzun müddet kaldı. Sonra Belh’e gitti. Orda bir müddet kaldıktan sonra Nişâbûr’a geldi. 932 (H. 320) senesinde şehid edildi.
Hakîm-i Tirmizî; babasından, Kuteybe bin Sa’îd, Hasan bin Ömer, Sâlih bin Abdullah Tirmizî, Sâlih bin Muhammed Tirmizî, Ali bin Hucr es-Sa’dî, Yahyâ bin Mûsâ, Utbe bin Abdullah el-Mervezî, Abbâd bin Ya’kûb ed-Devrâk, Süfyân bin Vekî ile Horasan ve Irak’taki muhaddislerden hadîs-i şerîf öğrenmiştir. Yahyâ bin Mansûr el-Kâdı, Hasan bin Ali, Nişâbûr âlimleri ve daha pekçok âlim de ondan hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. Pekçok kitâbı olan Hakîm-i Tirmizî, Ebû Türâb Nahşebî, Ahmed bin Hadraveyh ve İbn-i Celâ gibi evliyâ ile sohbet etmiş, berâber bulunmuş ve onlardan çok faydalanmıştır. Çok hadîs-i şerîf toplamış, zâhit ve âbit bir zât olan Hakîm-i Tirmizî’nin yazdığı kitapların ekserisi basılmıştır.

Nefisle mücadele eden Mürşid (1. Bölüm)

17 Nisan 2012 Salı

12- Alî Râmîtenî


Ali Ramiteni hazretleri, insanları Hakka dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, gerçek saadete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin onikincisidir. Buhara yakınlarındaki Râmiten kasabasında doğdu.
Herkese yol gösteren, kalbinden nur fışkıran Mahmud-i İncirfagnevî hazretlerinden çok faydalandı. Evliyalık derecelerine kavuştu. Maddî ilimlerde de yükseldi. İbâdet ve derslerden sonra helâl lokma kazanmak için dokumacılık yapardı. Bu sebeple kendisine dokumacıların şeyhi manasına Pir-i Nessac derlerdi.
Bir talebesi kendisine bir yemek getirmişti. Ona "Getirdiğin bu yemek, sıkıntılı bir anımızda imdada yetişti. Sen de bizden her ne muradın var ise iste! Çünkü hacet kapısı şu anda açıktır." buyurdu. Genç de; "İlimde ve evliyâlık makâmında size benzemekten başka bir arzum yoktur!" dedi. O da, "Çok zor ve yükü ağır bir iş arzu ettin. Bunun yükünü kaldıramazsın." buyurdu. Genç ise; "Dünyada tek muradım, aynen sizin gibi olmaktır. Fakat yine de her emrinize razıyım." dedi. O da, gence teveccüh etti. O genç, bir müddet sonra zahir ve batında Allahü teâlânın izniyle hocasının derecelerine kavuştu. Fakat aşk sarhoşu olup, kendinden geçti. Öylece kırk gün sonra vefat etti. Ona bir anda kendi makamlarını verip, kendisi gibi yaptığı için, iki aziz manasında, üstadın ismi de "Azizan" olarak kaldı.

HAZRETİ SALİH'İN DEVESİ

Birinci Ad kavmi helak olduktan sonra, onların geri kalanları Vâdi'l Kura ve Şam taraflarını imar ederek hâlâ eserleri bakî olan bir takım eski menziller meydana getirdiler. Büyük binaları barındıran şehirleri, kasabaları ve dağ zirvelerinde oyulmuş san'at eseri mağaraları vardı. Bunların merkezi olan Hıcr şehrinin bakiyesi olarak bir köy vardır ki, Semûd medeniyetinin eserleri Hıcr'in etrafındadır.
Birinci Âdın bakiyesi olan bu Semûd kavmi müşrik ve putperest idiler. Allahü Teâlâ kendilerine tevhid akidesini öğretmek üzere içlerinden biri olan kan kardeşleri Salih Aleyhîsselâm'ı peygamber olarak gönderdi. Salih Aleyhisselâm Semûd kavminin orta halli bir ailesine mensuptu. Ancak soy bakımından en itibarlı bir aile idi. Hazreti Salih kavmini hakka davete başlayarak şu nasihatlerde bulundu:
— Ey kavmim! Siz burada müşrik olduğunuz halde Ölümden, âfetten emin olarak bırakılır mısınız? Bu bahçeler, bostanlar, pınarlar, ırmaklar, ekinler, meyvesi hoş hurma ağaçları içinde kalır mısınız? Bir de ince san'atla dağlardan hayrete değer evler yontuyorsunuz. Bunların içerisinde şirk üzere ebedî kalır mısınız? Şu halde Allah'dan korkunuz ve onun Resulü olan bana itaat ediniz!. Ve yeryüzünü fesada verip İslahına çalışmayan şu müşriklerin sözlerine kapılmayınız!
Fakat Semûd kavmi Salih Aleyhisselâm'ın bu dâvetine isyan ettiler ve:
— Muhakkak sen sihre tutulmuş, çıldırmış kimselerden birisin! Sen de şüphesiz bizim gibi yiyip içen bir kişisin. Eğer sen doğru Peygamberlerden isen, doğruluğuna delîl olacak bir delîl getir! dediler.
Hazreti Salih onlara